12 Şubat 2015 Perşembe

ANLADIM...



ANLADIM…



YAŞ 35 (YOLUN YARISI)



  1. 10 yaş öncesi: Hatırlayamadığım kadar eskiydi; babam, annemi yolun ortasında döverek yuvarlıyordu, yanlarında insanlar vardı… Unutamadığım bir manzara olarak belleğime kazındı!
  2. 10 yaş öncesi: Evde film izleniyordu; savaş filmiydi ve iki kötü asker arabalarıyla bir hayvanı eziyor ama umursamıyorlardı, durumu gören ve hayvana yardım etmek isteyen kıza ise saldırıyorlardı!
  3. Yaş 11: Babamın ofisinde, çekmecesinde kötü içerikli resimler bulmuştum…
  4. Yaş 12: Aynı otogara getirmesine rağmen sırf başka otobüsle geldim diye (ki 12 yaşında bir çocuğun tek başına otobüsle bir yerden bir yere gelmesi bile takdire şayandır) otobüsten iner inmez babam beni herkesin içinde dövdü!
  5. Yaş 13: Bir akraba ziyaretiydi; evine gittiğimiz kadın ablama “sen bizim tarafımıza benziyorsun ama kardeşin annene çekmiş” dedi. Eve geldiğimizde ablam anneme şöyle dedi: “Beni güzel buldukları için kendilerine benzetmek istediler ama Derya’yı (beni) sana benzettiler, yani (Derya çok çirkin olduğu için) bu durumda sana “hakaret” etmiş oldular. Annem: “Ya, demek öyle!” diyerek bozulduğunu belirtti. Ve bu diyaloglar geçerken, aslında en büyük hakareti bana yaptıklarını göremediler!
  6. Yaş 14: Bir gün bir arkadaşımın evine gittim; annesi de babası da eğitimli, kültürlü ve kızını sorumluluk bilinciyle yetiştiren bir kadındı; benimle iki arkadaş gibi oturup sohbet ettiler ve ilk kez o gün bir “büyük” ile iki arkadaş gibi sohbet etmenin tadına vardım ve evimdeki eksikliği hissettim… 
  7. Yaş 15: Bir gece annemin çığlıklarıyla uyandım ve yatağımdan sıçradım; baba yine onu dövüyordu, o küçük bedenim ama kocaman kalbimle araya girmeye çalıştım ve burnuma yumruk yedim. 
  8. Yaş 16: Yeni okula başladım; daha ilk tanışmamızda kızın biri bana “Sen hangi mezheptensin?” diye sordu; şaştım kaldım! 
  9. Yaş 17: Sürekli okula gelen ve benimle ilgilenen bir erkek vardı, aramızı yapmaya çalışan bir de kız arkadaşım; çocuğun kötü niyetli olduğunu anladım ve görüşmeyi kestim. O, çok güvendiğim kız arkadaşım ise hakkımda asılsız lâflar çıkararak okuldaki imajımı lekeledi ve herkes hakkımda haksız yere konuşmaya başladı ve o konuşanlar, aslında ahlâksızın önde gideniydi… 
  10. Yaş 18: Çevremdeki en fakir öğrenci bile dershaneye giderken, ben ise arkadaşlarımın beğenmeyip de çöpe attığı test içerikli dergilere göz atarak test çözmeye, bana asla yardımcı olmayan, basit bir kitap bile almayan bir babanın elinde üniversiteye hazırlanmaya çalıştım…
  11. Yaş 19: Uzun yıllar görüşmediğimiz akraba ve aile dostlarıyla bir araya gelmeye başladık ve beni gören herkes “Ne kadar güzel olmuşsun, ablanı bile geçmişsin” dediklerinde, ablam ise “Geçmiş ise geçmiş, ne olacak!” diyordu! 
  12. Yaş 20: Üniversiteyi kazanamadım ve babamdan en ağır hakaretleri işittim… Sonra yeniden hazırlandım, iyi bir puan el ettim ama gitmeme kararı alarak bir yıl daha hazırlanmaya karar verdim… 
  13. Yaş 21: Yalnızlığa mahkûm edilen bedenim, ruhum iyice sıkılmaya, daralmaya başlamıştı ve etrafımda konuşacak, dertleşecek bir tane dahi dostum yoktu. Bütün arkadaşlarım benden uzaktaydı ama onlarla görüşmeme imkân ve “müsaade” yoktu!
  14. Chat servisinde biriyle tanıştım; görünüşte güvenilir, aşırı derecede dindar, iyi bir aile çocuğu… Benimle telefonda bir saat başörtüsü kavgası yapacak kadar inanç sahibi biri ve onunla evlenmeye karar verdim… 
  15. Yaş 22: İnançlı biriyle evlenme ve kapanma fikrini benimsemiştim zira ucunda Hakka yönelmek vardı ama… 

Evde serbest, dışarıda kapalı gezdim, onu mutlu edebilmek için elimden gelenin fazlasını yaptım ama insanların göründüğü gibi olmadığını, kendilerini olduğundan daha farklı gösterebileceğini nereden bilebilirdim… 

  1. Yaş 23: Irkçı, insana değer vermeyen bir aileye gelin gittim. Daha önceki yıl üniversiteye gitmeyip bir yıl daha hazırlanma kararı almakla de büyük hata etmiştim çünkü evlendiğim insan, sınava girmeme izin vermedi! Sonuçta bütün emeklerim heba oldu… Öte yandan herkesçe beğenilen, içeride eşimin gözlerine hitap ederken dışarıda ise kapalı gezen bir hanım olmama rağmen eşim sürekli açık seçik kadınları, kızları anlatır, onları över, onları ne kadar beğendiğinden bahsedip dururdu. Bir gün şehir dışına çıktığında, kız kardeşi bana “Onun gittiği yer turistik, orası piliç kaynıyordur” dedi ve bunu söyleyen, sözde inancı nedeniyle çarşaf giyen bir insandı. Bazı kimselerin dindarlık anlayışı böyleydi işte…
  2. Yaş 24: Beynimde küçük bir problem ortaya çıktı ve tedavi gördüm ve ondan sonra başıma örtü takmaz oldum… 
  3. Yaş 25: Ailemi ziyarete gidiyordum; otogarda idik ve bir süre uzak kalacaktık. Otobüsün yanında bir çift gördüm; adam kadına sımsıkı sarılmıştı, birbirlerine öyle kenetlenmişlerdi ki… Benim eşim ise bana yabancıya sarılır gibi sarılırken aynı zamanda ise otobüse binen yarı çıplak anne ile kızına bakıyordu… 
  4. Yaş 26: Yine bir yıl, beni annemin yanında gönderdi ve iki ay boyunca doğru dürüst arayıp sormadı; sanki başından attığına sevinmiş gibiydi… 
  5. Yaş 27: Eşimden ve ailesinden gitgide uzaklaşırken kendimi geliştirmeye karar vererek artık kendi ayaklarım üzerimde durmak isteme suretiyle eğitim kurslarına başladım…
  6. Yaş 28: Bir gece eşimin kaza haberini aldım, hastaneye gittim ve iki aya yakın orada bir başıma refakatçilik ettim çünkü ailesine haber vermemi istememişti. Ona, elimden geldiğince iyi bakmaya çalışırken o ise gözümün önünde hemşirelere asılıyordu...
  7. Yaş 29: Bir arkadaşı beni hastaneden eve, sonra yine evden alıp hastaneye getirdi; sırf yanına oturdum diye eşim bana kızdı ama kendisi iyileşip hastaneden çıktıktan sonra bir iş arkadaşını (bayan) yanına oturtup evine bıraktı ve bunu tesadüfen öğrendim…
  8. Yaş 30: Yeni başladığım bir kursta birbirinden kıymetli arkadaşlar edinmiştim. Bir gün fotoğraf çektirirken (ki arkadaşlarım efendi insanlardı) biriyle sırt sırta verdik ama sırtımız birbirine değmiyordu bile ve bunu öğrenen eşimden yine bir araba dolusu lâf işittim! Ancak; kendisi evimize yatılı ziyarete gelen ve henüz yeni tanıdığımız gevşek karakterli, olgunluk ve sorumluluktan payını almamış bir genç kızla, üstelik de kapalı bir kız, sarmaş dolaş fotoğraflar çektirmekten geri kalmadı… 
  9. Yaş 31: Uzun yılların ardından hamile kaldım! Hayatımın en berbat dokuz ayıydı; aşerdiğim için neredeyse azar işittiğim, kavgalarla dolu, ilgisiz ve kimi zaman aç kaldığım bir hamilelik… Ağrılarımın tuttuğu bir gece acile gittik, eve döndüğümüzde apartmanın giriş kapısında beklerken karşımızdan açık seçik bir kız geldi ve ben ağrı içinde kıvranırken eşim “elinde anahtarla” kapıyı açmadan o kızı seyretti bir süre. Sonra kız kapıyı içeriden açtı ve eşim beni bırakıp ona “bir güzel” teşekkür etti… Hamileliğimin altıncı ayında da bir kavgamız sırasında eline geçirdiği 37 ekran TV büyüklüğündeki serinleticiyi başıma vurmaya kalktı…
  10. Yaş 32: Doğum yaptım, bir kızım oldu ve ailesinden kimse doğumuma gelmedi. Yedi ay geçtikten sonra gelmek istediler ama eşim istemedi; artık onlarla görüşmek istemediğini söyledi, bende aralarına girmek istemedim… 
  11. Yaş 33: “Senden önce kimseyi sevmedim, benim için ilksin, kötü şeyler yaşadık ama düzeltmeme izin ver” gibi sözlerle beni yıllarca kandıran, her defasında güvenimi sarsan ve en sonunda da “Ben senden önce birine âşıktım ama onu ağabeyime isteyeceklerdi, bu yüzden sevdamı kalbime gömdüm” itirafını yapan ve yıllarca gözümün içine bakarak belki de o kalbine gömdüğü sevdasını düşünen bir insanla evli kaldığım için kendimden bir kez daha nefret ettim… Ayrılmak istedim, yapamadım, ayrılmak için hep doğru zamanı kolladım!
  12. Yaş 34: Eşim büyük bir kaza geçirdi; ailesine haber verip vermeme konusunda tereddütte kaldım ama durumu acildi, kan gerekliydi ve yoğun bakımdaydı. Ailesine haber verdim, geldiler. Kimisi selâm verirken kimisi ise yüzüme bile bakmadan geçip gitti. Yoğun bakıma girmemi istemediler. Bir ordu hâlinde kapı önünde beklerken aralarında yalnızdım ve bunu fark eden bir hanım yanıma geldi ve şöyle dedi: “Yardım ve destek ister misiniz?” “Nasıl yani?” dedim, “Durumunuz fark edilir düzeyde!” dedi. Dönüp etrafıma baktım ve evet, insan ayıran bu koca sülâlenin içinde gerçekten de yalnız olduğumu fark ettim. Bana alınan tavır ise ortadaydı; bana, kendimi oğulları ile aralarına giren bir kara kedi gibi hissettiriyorlardı oysaki durum sandıkları gibi değildi… Ve artık ne yoğun bakımda yatan o adama, ne ailesine ne de hak etmediğim bu hayata katlanamayacağımı düşündüm… Giyimleri, hâl ve hareketleriyle kendilerini belli eden bu ailenin içinde bana yardım elini uzatan bu yabancı kadına ise tek kelime ile hayran kaldım… 

Eşimi servise aldılar; geceleri ben, gündüzleri ise ailesinden fertler kalıyordu ve bir gün ona Geçmiş olsun diye telefon eden arkadaşına “Yanımda ağabeyim kalıyor!” dediğini duydum ve ayrılık fikrim, netlik kazandı. Sesimi arkadaşına duyurmaya çalışarak “Selâm söyle!” diye bağırdım, bunu duyan arkadaşının şaşıran sesini işittim. Tabii eşim de bu duruma bozuldu…

  1. Yaş 35: Ne evliliğe, ne aşka, ne insanlara karşı güveni olmayan bir insana dönüşmeye başlamış, insanlardan uzak kalmaya çalışan ketum bir birey hâline gelmeye başlamıştım ki işte kaderimin kırıldığı yer; tiyatroya başladım… Özellikle drama oyunlarındaki başarım, yıllarca çektiğim acıyı, yürek sancısını ortaya koyuyordu ve yeteneğim, acılarımdan geliyordu…

* Yolun yarısındayım… Boşandım; iyi bir işim, kendimi hayatına adadığım bir kızım ve iyi dostlarım var ama bir eşim, ailem yok ki zaten hiç olmadılar…

Anladım ki:

  1. Madde: Daha anne karnında bile babası tarafından tekmelenen bahtsız bir çocuk olduğumu… Yasemin F. Kılıçaslan
  2. Madde: Bir çocuğun yanında her şeyin izlenemeyeceğini…
  3. Madde: Baba yönünden çok ama çok şansız bir çocuk olduğumu…
  4. Madde: Kendine özgüveni olan bir çocuk olmama rağmen bana herkesin içinde acımadan vuran babamın beni zerre kadar sevmediğini… 
  5. Madde: Ailemin gözünde, duyguları olmayan, önemsiz bir fert olduğumu…
  6. Başka ailelere imrendiğimi ama öyle bir aileye sahip olamama rağmen yinede arkadaşımı kıskanmadığımı… Yasemin F. Kılıçaslan
  7. Madde: Annesini korumaya çalışırken burnuna yediği yumruktan ötürü burun şekli bozulan ve hayatı boyunca bunu çekmek zorunda olan bir insan evladı olduğumu…
  8. Madde: Bazı insanların evlatlarını daha çekirdekten ırkçı yetiştirdiğini…
  9. Madde: Herkesi kendim gibi görüp güvendiğimi, güvendiğim dağlara kar yağdığını ve arkadaş bildiğim insanların aslında kuyumu kazdığını ve erkeklerin güvenilmez olduğunu…
  10. Madde: Rakıya tapan babamın bana basit bir kitap almayacak kadar sevgisiz, insanlıktan uzak, şeref yoksunu bir insan olduğunu… 
  11. Madde: Aile içinde bile kıskançlık olabileceğini ve gerçekten güzel bir insan olduğumu…
  12. Madde: Eğitimime önem vermeyen, bana hiçbir konuda yardımcı olmayan, sanki evladı değilmişim gibi davranan bir babanın elindeki çaresizliğimi… 
  13. Madde: Yalnızlığımı, hayatta hiçbir şeye hakkım olmadığını… 
  14. Madde: Doğruluğa yönelmek istediğimi ve bir kaçış yolu aradığımı ama bunu yanlış yerde aradığımı… 
  15. Madde: İnsanların; İslâm’ı, Dini, Ahlâk’ı, Güzel ve İyi olan her şeyi kullanarak genç ve bunalımlı bir genç kızın boşluğundan yararlanabilecek kadar aslında İnançsız, İslâm’ı bilmeyen, karaktersiz kimseler olabileceğini, dünyanın böyle tiplerle dolu olduğunu…
  16. Madde: İnsanların; beni ezme çabalarını, kafalarına taktıkları başörtüsüne layık olmadıklarını, bir erkeğin eşinin başını kapatıp da başka kadınlara, kızlara kötü gözle, niyetle bakabileceğini; sadakatten uzak, ahlâksız bir erkeğe güvenip onunla evlendiğim için kendimden nefret ettiğimi… 
  17.  Madde: Beynimde çıkan sorundan ötürü tedavi gördüğüm sırada eşimden ayrı kaldığım süre zarfında düşünecek fırsatım olduğunu ve bunun sonucunda “Bir KUL için değil, yalnız ALLAH için” kapanılması gerektiğini ve gelin gittiğin adam ve ailesinden ötürü başörtüsünden soğuduğumu, iyileştikten sonra kendimi tam anlamıyla İslâm’a layık bir KADIN hâline dönüştürüp yeniden kapanabileceğimi… 
  18.  Madde: Ta liseli yıllarımda iken hayal ettiğim gibi “beni seven, beni sayan, gözü benden başkasını görmeyen, sadakatli ve dürüst” bir erkeğe sahip olamadığımı…
  19. Madde: Eşim olacak adamın beni ZERRE kadar umursamadığını ve yokluğumda keyfine baktığını…
  20. Madde: Kimseye bağımlı olamayacağımı, kendi ayaklarım üstünde durmak istediğimi, gösterdiğim itaatkârlığa karşılık ne bir sevgi ne bir şefkat ne de bir takdir gördüğümü; aksine yıprandığımı, hırpalandığımı, içimdeki yaşam sevincinin öldüğünü ve bunun nezdinde sahip olduğum eğitim, kültür ve yeteneklerimi kullanarak iyi işler yapabileceğimi…
  21. Madde: Bir insanın 7’sinde ne ise 70’inde de o olduğunu ve hiçbir zaman sağlıklı ve mutlu bir evliliğimin olamayacağını, eşimin “insanlığımı” hak etmediğini ve kadınlara, kızlara zaafı olduğunu bir kez daha…  Madde: Benden yapmamı istemediği her şeyi aslında kendisinin yaptığını…
  22. Madde: Bencil duygulara sahip olan eşimin, çektirdiğim masum fotoğrafa dil uzatırken kendisinin yeni tanıdığı bir kızla sarmaş dolaş fotoğraflar çektirecek kadar insanlıktan, dinden, doğru yoldan saptığını… 
  23. Madde: Bana değer vermeyen eşimin karnımdaki çocuğa da saygısı, sevgisi olmadığını ve hayatımızın geri kalanının da böyle geçeceğini ve ondan nefret ettiğimi…
  24. Madde: Ailesinin gözünde hiçbir zaman zerre kadar kıymetimin olmadığını bir kez daha…
  25. Madde: Daha ilk tanıdığımda “dindarlığına, doğruluğuna, dürüstlüğüne” inandığım o insanla evlenip tüm bunları çekecek kadar imtihan dünyasında olduğumu, erkeklere kesinlikle güvenmemem gerektiğini… 
  26. Madde: Eşimin, ailesiyle görüşmek istememesinin arkasında yatan ikiyüzlülüğü, ailesini gördüğü an beni bir kalemde silebildiğini, bunu fazlasıyla hissettirdiğini, yalnızlığımın – mutsuzluğumun yabancı kimseler tarafından fark edilebilir düzeyde olduğunu ve İNSANLIĞIN HÂLÂ ÖLMEDİĞİNİ… 
  27. Madde: Asla pes etmediğimi, insanın istediği taktirde her türlü zorluğa göğüs gerebileceğini ve başarabileceğini; kendine güvenen, kendine inanan ve inancını asla yitirmeyen bir insan olduğumu… Başkaları için yaşamayı bırakıp yalnız kendim ve evladım için var olmak istediğimi… ANLADIM! 
Ve en çok da; bazı kimselerin ne çocuk olabildiklerini, ne genç olabildiklerini, hayatlarının bir çırpıda heba olabileceğini, ailenin ne denli önemli bir olgu olduğunu ve sarsılan güvenin bir daha yerine gelmediğini anladım...

Araştırmalarım sonunda edindiğim bilgilerle sadece birkaç madde hâlinde sıraladığım bu metinde, alınacak çok ders olduğunu, yaşanılan çoğu olumsuzluğu yazmadığımı, buna yer ve zaman olmadığını belirtmek isterim… Şu içinde bulunduğumuz gezegende dertsiz, sıkıntısız insan yoktur. Türlü türlü zorluklar ve mücadelelerde yoğrulmuş ömrümüzün içinde kendimize güvenmeyi, kendimizi sevmeyi ve tanıştığımız insanlara karşı dikkatli olmamız gerektiğini, kimseye hak ettiğinden fazla değer vermemeyi; haksızlığa karşı göğüs gerebilecek gücü bize veren ve daima yanımızda olan Rabbimizin bizleri unutmamasını ve yalnız Allah’a inanmamız gerektiğini bilmeliyiz… Din kardeşlerime; gönlünden geçenleri en hayırlı şekilde gerçekleştirebileceği “güzel, hayırlı, huzurlu, mutlu” bir ömür dilerim! 



Yasemin F. Kılıçaslan




8 Şubat 2015 Pazar

İNSAN OLMAK


İNSAN OLMAK

Yasemin F. Kılıçaslan

            Her insan doğar, ona biçilen ömrü yaşar ve ölür ama öyle ama böyle… rabbim, herkese hayırlı, sağlıklı, huzurlu, şerefli, namuslu bir ömür ve eceli ile iman üzere ölüm nasip etsin! Âmin! Yasemin F. Kılıçaslan

Doğmak – ölmek… bunlar kaçınılmaz olgulardır ancak nasıl bir yaşam seçeceğimize kendimiz karar verebiliriz; zira görünüşte herkes insandır ama ya göremediğimiz kısımları?

Yeni bir insan tanırız; görünüşte hoş biridir, kültürlüdür, eğitimlidir, hatta dindar ve insancıldır; onu tanımak, onunla aramızda bir hukuk oluşturmak isteriz ve bu bağlamda o insanla belli bir zaman geçiririz… zaman, her şeyin ilâcıdır derler ya işte lâfı getirmek istediğim temel nokta tam da bu: zaman geçtikçe aslında o beğendiğimiz, güvendiğimiz insanın, olduğundan çok daha farklı olduğunu anlarız. Nasıl mı? İnsanoğlu hata yapabilme eğilimine sahiptir; ne kadar mükemmel görünmeye çalışırsa çalışsın mutlaka bir yerde açık verir ama öyle ama böyle… Yasemin F. Kılıçaslan

Örnek vereyim; ortaöğretim öğrencisi iken aynı sınıfı, sırayı paylaştığım bir arkadaşım, bana ailesinden bahsetmişti; babasını kaybettiğinden, annesinin dil rehberi olduğundan, araba kullandığından, evlerinin saray gibi olduğundan, diğer öğrenciler bir milyon bile getiremezken (o zamanlar milyon vardı) kendisinin on milyondan aşağı harçlık getirmediğinden… peki, tüm bunlar doğru muydu? Bana başta da inandırıcı gelmeyen bu sözlere başımı sallayıp geçtikten sonra onunla birlikte zaman geçirmeye devam ettim. İyi bir arkadaştı, zararsızdı ama… Yasemin F. Kılıçaslan

Bir gün bana, aynı mahallede oturan bir kız arkadaşının ondan bir elbise istediğini, onun da elbiseyi ödünç olarak verdiğini söyledi. Arkadaşı, elbiseyi bir düğünde giyip sonra geri verecekmiş ve öyle de olmuş. Ancak, elbiseye zarar vermiş… bana dedi ki “Arkadaşım, elbiseme zarar vermiş ama ben sesimi bile çıkarmadım çünkü arkadaşlarım benim için değerlidir ama mala önem veren bir insan değilim!” Yasemin F. Kılıçaslan

Aradan zaman geçti; sınıftan bir arkadaşımız bizden kalem istedi, bende fazla kalem yoktu ancak bahsettiğim kız arkadaşımda vardı ve verdi de… Basit bir kalemdi. Ancak, geri geldiğinde gördük ki kalemin mürekkebi bitmiş ve arka kısmı da nasıl olduysa çıkmıştı. Arkadaşlarına değer verdiğini ve mala önem vermediğini söyleyen arkadaşım buna öyle kızmıştı ki hele o ettiği lâfı hâlâ unutmuyorum: “Malıma zarar gelmesinden nefret ediyorum!”

Daha sonra evlerine ziyaret gittik; babasını kaybettiği doğru ancak annesini gördüğüm anki şaşkınlığımı uzun süre üzerimden atamadım çünkü dil rehberi olmak şöyle dursun, türkçeyi bile zor konuşan, okumamış, oldukça salaş giyinen ve ehliyeti bulunmayan cahil bir kadındı… sanırım geri söze gerek yok! Yasemin F. Kılıçaslan

Bazı insanlar da vardır ki dışarıdan bakıldığında havalı bir duruşa sahiptirler; yanına kimseyi yaklaştırmayan, burnu havalı, küçük dağları ben yarattım edaları takınan türden… bir şekilde tanışırız ve çok değil, sadece birkaç dakika içinde aslında öyle olmadığını anlarız… nasıl mı? Burada, dış görünüşe aldanmamak gerektiğini, insanların duruş, bakış şekillerinin farklı olabileceği konusu üzerinde durmak istiyorum… Yasemin F. Kılıçaslan

dışarı çıktığımızda karşımızdan bin türlü insan gelir, yanımızdan geçer giderler; yaşları, cinsleri, tenleri, giyimleri, konuşmaları, vs birbirinden farklı binlerce insan görürüz her gün; kimisi neşelidir, kimisi somurtkan, kimisi gevezedir kimisi suskun, kimisi güler yüzlüdür kimisi burnundan kıl aldırmayan… Yasemin F. Kılıçaslan

Bundan yaklaşık on yıl evvel bir yakınımı toprağa verdim. Haberi aldığımda evimden kilometrelerce uzaktaydım ve yaşadığım evde (akrabamın evi) telefon yoktu; telefon edebilmek için dışarı çıkmış ve Türk Telekom’a gitmiştim. Ruh gibiydim; gözlerim kimseyi görmüyordu ve etrafıma boş bakışlar fırlatarak yürüyordum. Yaşadıklarım kolay değildi ama ölüm Allah’ım emriydi! O güne kadar dışarıya her çıktığımda insanları analiz eder, sanki hiç dertleri, sıkıntıları yokmuş gibi düşünürdüm! Çünkü kendimde öyleydim; hayatı fazla ciddiye almayan, üniversite sınavına hazırlanan bir genç kız… Çocukluk işte… Yasemin F. Kılıçaslan

Türk telekom’a gidip gelirken beni yolda gören insanlar, hakkımda kim bilir neler neler düşündü? Yolda yürüyüp giden sıradan bir kız; yüzü gülmeyen, gözleri boş bakan, belki kaşları çatık belki de donuk bir surat ifadesi… İşte o günden sonra insanlara farklı gözle bakmaya başladım; dış görünüme aldanmamak gerektiğini, çok mutlu görünen bir kimsenin içinin kan ağlayabileceğini ya da çok mutsuz görünen bir kimsenin de aslında içten içe nasıl da mutlu olduğunu… Yasemin F. Kılıçaslan

İnsanlara peşin hüküm vermek ve bu hükmün doğruluğundan emin olmak öyle sandığımız kadar kolay değildir. İnsan, kırk yılını paylaştığı hayat arkadaşını bile yeterince tanıyamazken, aradan yıllar geçtikçe onun yeni özelliklerini, olumlu ve ya olumsuz yönlerini öğrenirken, diğer kimseleri nasıl “Ben bu insanı çok iyi tanıyorum!” diyebilir ki?

Bazı insanlar da vardır ki oldukları gibidirler; örneğin konuşkan insanları, az konuşanlara göre tanımamız daha kolay olur. Her şeyleri dillerindedir ama suskun insanları tanımak hayli zordur çünkü ne düşündüklerini bilemeyiz; kapalı bir kutu gibidirler ve çoğumuz da böyle kimselerden hoşlanmayız. Açık sözlülük, ne düşündüğünü söylemek herkesin tabii hakkıdır ama kimi söyler, kimi söylemez… Yasemin F. Kılıçaslan

Emin olduğum bir gerçek var ki o da görünüşte herkesin “iyi, hoş” olduğudur. Ne var ki çoğu kez yanılırız; güvendiğimiz, arkadaş bildiğimiz, dertlerimizi, sıkıntılarımızı paylaştığımız, hatta sırlarımızı verdiğimiz insanlar vardır ama gün gelir bizi öyle bir sırtımızdan bıçaklarlar ki; büründüğümüz ruh hâlinden ötürü ona mı, yoksa gözü kapalı güvendiğimiz için kendimize mi kızacağımızı bilemeyiz… ben çok fazla böyle insan tanıdım, dahası insan görünümünde başka varlıklar desem daha doğru olur; yaşadığım çevre içinde, edindiğim yeni çevrelerde… Yasemin F. Kılıçaslan

Örneğin komşuluk ilişkileri: dört yıl önce yeni taşındığım siteden, bloktan söz etmek gerekirse; bin bir heyecanla taşındım, yeni komşularım olacağı için coşkulu ve de mutluydum. Birkaç daire ile tanıştım, ben onlara gittim, onlar bana geldi. aradan iki yıl geçti ve ben bu insanlardan uzaklaşmaya başladım. sebep ise eğitim ve kültür seviyemim artmasıydı. “Nasıl bir eğitim ve kültür bu?” diye sorarsanız eğer bende göğsümü gere gere derim ki her şeyden önce İSLÂMİ KÜLTÜR! Bunu maddeler hâlinde sıralamak istiyorum:

  1. İslâm; dosdoğru olmayı gerektirir: Gözünü haramdan sakınmak…
  2. İslâm; dürüst olmayı gerektirir: Gıybete, dedikoduya yer vermez…
  3. İslâm; sözü özü bir olmayı gerektirir: İnsanların arkasından konuşulmaz…
  4. Boş duranı Allah sevmez: Bir insan zamanını verimli geçirmeye çabalıyorsa ki Allah çalışanı sever, onu rahatsız ederek zamanını öldürme hakkımız yoktur…
  5. İslâm, övmeyi ve övünmeyi sevmez: Kendini de karşındakini de övmeyeceksin…
  6. Bir Hadis-i Şerif': Kötülük etmeyin, ayıp araştırmayın! Kim bir müslümanın aybını araştırırsa, Allahü teâlâ da onun aybını ortaya çıkarır ve böyle bir kimse, en gizli bir yerde sığınsa bile, onu rezil eder.
  7. İslâm; hoş görü dinidir: İnsanız; hasta olduğumuz, sıkıntı geçirdiğimiz ya da başka sebeplerden ötürü yalnız kalmak istediğimiz zamanlar pek tabii olabilir; bunu anlamayan, buna anlayış göstermeyen kimseler ki çevremiz böyle tiplerle dolu, gerçek komşu, gerçek dost değildir… Yasemin F. Kılıçaslan

Benim komşuluk anlayışım şudur; komşu, komşunun külüne muhtaçtır, amenna ama karşımızdaki kişiyi sürekli görüşmek isteyerek sıkboğaz etmek, onun zamanını beyhude konularla çalmak da doğru değildir. İnsan, çok samimî olmadığı bir kimse ile sırf komşusu olduğu için her gün görüşmek zorunda değildir. Çünkü herkes, herkesle anlaşamaz… Çok sevdiğim bir söz vardır: “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.”
Beni, insanlardan asıl uzaklaştıran ise “gördüklerim ve duyduklarımdır”; bir komşum bana gelip diğer komşularını anlatıyor, kötülüyor ve benim zamanımı boşa harcıyorsa, yetmiyormuş gibi birde o arkasından konuştuğu komşusunun yüzüne bakıp gülebiliyor, ona selâm verebiliyorsa, ben o insandan uzaklaşırım! Burada, İslâm’a olan inancımın nezdinde aklım ve mantığım devreye girer; bugün bana başkasının dedikodunu yapan, yarın gider ona da benim dedikodumu yapar...

Yine gördüğüm ve hoşuma gitmeyen bir şey daha; abartılacak düzeyde içli dışlı olmak ve birbiriyle yüz göz olup kavgaya tutuşmak… Komşuluk bu mudur Allah aşkına; gider bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sorarsın ya da o gelir senden bir şeyler ister, elinde varsa paylaşırsın; “acılar paylaşıldıkça azalırken sevgiler de çoğalır” diye boşuna dememişler… Yine kendimden örnek vereyim; çalışmayı, okumayı, üretmeyi ve paylaşmayı çok seven bir insanım. Yukarıda Allah var ve bende YALAN YOK! Ayrıca sağlıklı yaşam sürmekte olup spora zaman ayıran biriyim de… Sözün kısası, göz açıp kapayıncaya kadar hızla geçip giden şu fani dünyada doğru ve faydalı işler yapmaya çalışıyorum; çalışmak, okumak, üniversiteye gitmek, üretmek ve ailemle verimli vakit geçirmek... Bunun nezdinde, kaliteli insanlar tanımaktan da her zaman hoşnut olmuşumdur. Bu yüzdendir ki bu tarz ziyaretlerden, boşa zaman geçirmeme neden olan dedikodu ortamlarından, başkalarının hayatlarından konuşmaktan hoşlanmıyorum. Bana, gelip izlediği diziyi ya da herhangi bir komşusunu anlatan kişi ile benim ne ortak yönüm olabilir ya da ben bu insanla ne konuşabilirim! Öte yandan sürekli kendini anlatan, yine kendini ve yakınlarını öven insanlardan da zerrece hazzetmem… Yukarıdaki maddeleri yazma nedenim de işte tamda budur; ikiyüzlülükten ve kendini öve öve bitiremeyen, patavatsız insanlardan ırağım...Yasemin F. Kılıçaslan

"İnsan Gibi" insanlarla bir araya gelmekten, kültürel sohbetlere katılmaktan hoşlanır; zamanımı, ibadetimi, eğitimimi boşa harcatmayan, daha da bana verim ve pozitif enerji kazandıran kimseler tanımak ve arkadaşlık etmekten yanayım ve bunun için çırpınıyorum… "Dost ise düşünme, ver ömrünü gitsin; dost değilse hiç bekletme yol ver gitsin." demiş Mevlana Hazretleri...

İnsanlık konusuna devam ederken… Yıllar önce yine bir arkadaşım vasıtasıyla tanıdığım bir adamın oldukça kültürlü, düzgün kişilikli bir beyefendi olduğunu düşünmüştüm ancak yanıldığımı, aradan birkaç zaman geçtikten sonra anlayabildim ve o beyefendi görünümün arkasında nasıl da kişiliksiz, kadın avcısı, sapık ruhlu biri olduğunu görüp hayretler içinde kaldım. Hakkında duyduğum tek bir şeyi yazacağım; iş yerine çay getiren gencecik bir kıza “Sağ ol ağabeyim!” deyip de arkasından “Seni ilk gördüğüm yerde parçalarım!” diye gizlice lâf atacak kadar beyefendi görünümlü bir ahmak! Kendimi ve yakınlarımı, böyle kimselerden uzak tutmaya çalışıyor, böyle Şeytanî mahlûklardan Rabbime sığınıyorum!
 
Konuyu şu sevdiğim söz ile kapatıyorum: Yasemin F. Kılıçaslan

Üç tür insan vardır: Yasemin F. Kılıçaslan

1.      Büyük insanlar: Düşünceler ile uğraşır. Yasemin F. Kılıçaslan

2.      Orta insanlar: Olaylar ile uğraşır. Yasemin F. Kılıçaslan

3.      Küçük insanlar: İnsanlar ile uğraşır. Yasemin F. Kılıçaslan

Bilhassa arkamdan konuşan, bazen patavatsızlığı tutup da yüzüme karşı ne dediğini bilmeyen, kıskanç kimselerde karşılaştığımda hep üçüncü madde gelir aklıma…

Yasemin F. Kılıçaslan

İşte böyle… Görünüşte hepimiz insanız ama içimizi, kalbimizi, ruhumuzu bizden iyi bilen Yüce Allah’ın günahkâr kullarıyız! Anlayana… Sevgiler… Yasemin F. Kılıçaslan

Yasemin F. Kılıçaslan

Yasemin F. Kılıçaslan Yasemin F. Kılıçaslan

ŞİİR TADINDA (1) ANNE OLMAK


ŞİİR TADINDA (1)

 

 

***ANNE OLMAK***

Yasemin F. Kılıçaslan

  • Sabırla, inançla beklersin… Çünkü bilirsin ki veren de Allah’tır, vermeyen de… Ve o ne eylerse güzel eyler… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Kendini bedenen ve ruhen hazırlarsın; kitaplar okur, araştırmalar yapar, iyi bir anne adayı olmak için çabalarsın… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Sonra bir gün bakmışsın ki o dikdörtgen beyaz testin içinde ince, kırmızımsı bir çizgi var… Yasemin F. Kılıçaslan
  • O anı asla unutamaz; belki ağlar belki güler belki de sevinç çığlığı atarsın…
  • Hayat arkadaşına sarılırsın, o da sana; sımsıkı, kördüğüm gibi…
  • Hemen hastaneye koşar muayene olursun ve evet, gerçekten de küçük bir CAN taşıyorsundur… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Onu, içinde saklayan su hacmini görürsün; inanamayan gözlerle bakar, kalbini gözlerinden taşırırsın…
  • Bir nokta hâlindedir ama…
  • O minicik kalbinin atışı, kulağından dolup kendi kalbine işlemeye başladığı an, hayatının ikinci döneminin başladığını anlarsın; geçmiş hiç yokmuş gibi, sanki onunla var olmuşsun gibi hissedersin… Yasemin F. Kılıçaslan
  • İnanılmaz duygularla hastane randevu tarihlerini belirler, doktorun verdiği beslenme çizelgesini eline alır ve bin bir heyecanla evine dönersin… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Coşkun bir nehir gibi coşan yüreğinle, senden bir parça olan ve henüz cinsiyetini bile bilmediğin o minik yavruyu tüm dünyaya duyurmak istersin… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Telefonlar susmaz oluverir; dostlar sevinir, düşmanlar üzülür…
  • Oturup kalkmaların, yürümelerin, yatış şeklin, her şeyin o miniğe göre şekillenir…
  • Rutin kontrollerine gider ve bu süre zarfında yeme – içme alışkanlıklarının kendiliğinden değiştiğini fark edersin…
  • Ve aşermelerin başlar; karmaşık, güzel, ilginç ve yaşanmaya değer…
  • Aylar geçtikçe “cinsiyet” konusu gündeme gelmeye başlar; kız mı, erkek mi?
  • Ve artık cinsiyeti bellidir; ama ona KIZIM ya da OĞLUM demek yerine BEBEĞİM, YAVRUM, CANIM, AŞKIM, MİNİĞİM dersin… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Karnın gitgide büyür ve haftalar, aylar geçtikçe, içinde büyüyen ve senden bir parça olan o meleğe olan sevgin, bağlılığın da beraberinde büyür… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Bazen hırçın, bazen aşırı duygusal, bazen de dengesiz davranışlar içerisine girersin; ancak, eğer yanında ALLAH dostu bir eşin varsa (inançlı, hoşgörü ve sadakat sahibi, müşfik ve sevgi dolu) işte o zaman yaşadığın hormonsal dengesizlikler de bertaraf olur ama eğer aksi olursa, işte o zaman ne hamileliğin tadını çıkarabilirsin ne mutlu olabilirsin ne de sağlıklı bir gelişim gösterebilirsin ve yaşadığın her olumsuzluk, bebeğine de yansır… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Çevrenden “Şöyle yap, böyle yap” demeye başlarlar; kimileri yardımcı olmaya çalışır kimileri ise gereksizce karışır ama gerçek şudur ki bebeğin için en doğruyu yine SEN bilirsin… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Bir sabah uyandığında karnında küçük bir kıpırtı hissedersin; yaşanılası, anlatılması zor olan o emsalsiz duyguyu, kalbine kazırsın…
  • Her kontrolde sana verilen ultrason (yansılanım) fotoğraflarından albüm yapar; onları meraklılara gösterir, mutluluğunu paylaşırsın… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Zaman zaman karnını okşar, onunla konuşur, sohbet edersin; hareket ettiği zamanlarda sana karşılık verdiğini bilir, inanılmaz bir heyecana kapılırsın…
  • Seyahatlere çıkıldığında baba’nın arabayı her zamankinden daha yavaş kullandığını görür, farklı bir duyguyla gülümsersin… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Bol bol yüzer, fotoğraf çektirir, yaşadığın her anı ömürleştirirsin…
  • Dinlediğin müziği ona da dinletir, bazen sırf onun için şarkılar söylersin…
  • Akşamları iş’ten eve gelen baba ile birlikte “gerçek anlamda” bir AİLE olduğunu düşünür, bunun için ALLAH’A şükredersin… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Bazı sabahlar uyandığında, o kocaman karnını fotoğraflayan baba’yı görür, sonra da kendi kendine gülersin ve şu sözü işitirsin: “Karnın öyle harika ki bu hâlini ömürleştirmek istedim!” Yasemin F. Kılıçaslan
  • An gelir canının istediğini yer bazen de en sevdiğin yiyeceklere bile hayır dersin…
  • İstifralar, kusmalar… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Dışarıya çıktığın günlerde; karnına bakıp gülümseyenler ile dua edenler ve yahut “Aa bak, hamile!” diyen şaşkın çocuklara rastlar, gülümsersin… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Sporunu yapar, kendini o özel ana, doğuma hazırlarsın… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Zaman; acı tatlı, güzel çirkin, bazen sükûn bazen ise gürültülü, hızla ilerler…
  • Ve bir bakmışsın ki bebeğini kucaklamana az kalmıştır… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Sırt ve bel ağrıların başlar. Gecenin bir vakti doktora koşarsın… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Bazen öyle ağrılar, sancılar çekersin ki ama O’NUN için değdiğini bilirsin…
  • Allah’a sığınır, dua eder, ibadetini yapar ve sabırla beklersin… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Kontrollerde en çok “Maşallah, bebeğiniz çok sağlıklı” sözünü işitmek istersin…
  • Minik bebeğini ultrasonda gördüğün an hemen döner baba’ya bakarsın, onun “evladına sevgi ve şefkatle bakan gözlerini” görünce, daha da mutlu olursun… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Baba yüreği, bir yandan evladına bakarken bir yandan senin elini tutar, okşar…
  • Yavaş yavaş o unutulmaz güne doğru ilerlersin; kontrollerin sıklaşır, kilo alımın artar, gitgide ağırlaşırsın ve bunu espri hâline getirirsin…
  • Zaman daraldıkça ne yere ne göğe sığabilirsin…
  • Ve olmadık bir saatte bir bakmışsın ki sancın tutmuş ya da suyun geliyor… İniltilerinde ev halkını ayağa kaldırırsın ve bir an evvel hastaneye ulaşırsınız…
  • Artık ona kavuşmana, onu kucağına almana öyle az zaman kalmıştır ki…
  • An gelir sancın artar, an gelir azalır ama eşin hep yanındadır; elini tutar, saçını okşar ve sana destek olur… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Sonra… Normal veya sezaryen… Yasemin F. Kılıçaslan
  • Ve evet, artık dünyaya bir CAN getirirsin; Allah’ın emaneti, armağanı…
  • O mucizevî varlığı kollarının arasında tutarken bütün acılarının bittiğini, toplum içindeki yerinin, statünün değiştiğini, yepyeni bir hayata başladığını görür; eşin ve yavrun ile ongun, ahlâklı, şerefli, neşe ve huzur dolu güzel bir hayat dilersin…
  • Ve en önemlisi; hamileliğin başından beri yaşadığın sancıları, ağrıları, her şeyi unutur ve YENİDEN ANNE OLMAK istersin… Yasemin F. Kılıçaslan

Yasemin F. Kılıçaslan

Rabbim,

Çocuk sahibi olmak isteyen tüm evli MÜSLÜMAN kardeşlerime sağlıklı, hayırlı, akıllı, uslu, İmanlı – Kur’anlı, güzel evlatlar nasip etsin! Yasemin F. Kılıçaslan

Âmin!

 

Rabbim, ailemizi ve bütün aileleri korusun! Âmin! Yasemin F. Kılıçaslan

 

 
NAZAR DUASI
 
1-Resûl-i Ekrem Efendimiz, torunları Hasan ve Hüseyin (r.a.)'e, nazar değmesin diye duâ okurlarmış. Bu duâ:
"Euzu bi kelimâtillâhi't-tâmmeti min kulli şeytanin ve hammetin ve min külli aynin lammeh."
nazar duası

"Her türlü şeytandan, zararlı şeylerden ve kem gözlerden bütün kelimeleri yüzü hürmetine Allah'a sığınırım."
2-Peygamber efendimiz nazar için ( Allahümme barik fihi ve la tedarruhü ) okurdu. (İbni Sünni)
"Allâh'im, bunu mübârek eyle. Ona zarar dokunmasina izin verme."
3- Büyük velîlerden Hasan Basrî Hazretleri göz değmesine karşı (Kalem Sûresinin 51-52. ayetleri olan) şu âyetleri okurdu:
"Ve in yekadullezîne keferû leyuzlikûneke biebsarihim lemmâ semiu'z-zikre ve yekulûne innehu le mecnûnun ve ma huve illâ zikrun lil âlemîn."
"Gerçekten o küfredenler Kur'an-ı işittikleri zaman az kaldı seni gözleriyle yıkacaklardı. "O, mutlaka bir mecnundur" diyorlar. Oysa Kur'an bütün alemler için büyük bir uyarıcıdır.." (Kalem Sûresi, 51-52)


Nazar değen kimse şifa için:
Fatiha Suresi,
Ayetü'l-Kürsî,
Felâk Suresi,
Nâs Suresi, okumalıdır.
5-Bismillâhirrahmânirrahîm bismillâhi azîm-iş- şâni şedîd-il birri mâ şâallahü kâne habese hâbisün min hacerin yâbisin ve şihâbin kâbisin. Allahümme innî radedtü ayn-el âini aleyhi ve alâ men ehabb-en-nâsi ileyhi ve fî keyedihî ve kilyetihî lahmün rakîkun ve azmün dakîkun fîmâ lehû yelîku ferci-il basara hel terâ min fütûrin sümmerci-il basara kerrateyni yenkalib ileyk-el basaru hâsian ve hüve hasîr ve in yekâdüllezîne keferû leyüzlikûneke biebsârihim lemmâ semi-uz- zikra ve yekûlûne innehû lemecnûnün ve mâ hüve illâ zikrun lilâlemîne lâ havle velâ kuvvete illâ billâh-il aliyy-il azîmi Lâ ilâhe illallâhü hısnî, men kâle-hâ dehale hısnî, ve men dehale hısnî emine min azâbî. Sadaka rasûlullahi sallallahü teâlâ aleyhi ve selleme.
6-Sabah-akşam, Besmele ile 3 defa "Bismillahillezi la yedurru maasmihi şeyün fil erdi vela fissemai ve hüvessemiulalim" okuyan, büyü, nazar ve zulümden korunur."
7-Fatiha, Âyet-el kürsi ve ( Kâfirun, İhlas, Felak, Nas sureleri ) 7şer defa okunup üflenirse, büyü, nazar ve her dert için iyi gelir. Tuza okunup, suda eritilerek içmek de olur. Bir hadisi şerifte de, (Fatiha ile Âyet-el kürsiyi okuyana, o gün nazar değmez) buyuruldu.

KAYNAK: http://www.nazarduasi.gen.tr/