Bir dilin bütün sözcüklerini kullansam seni tarif
edemeyeceğimi biliyorum. Ulaşılmaz oldun hep, dokunmak, hissetmek ve dolu dolu
yaşamak isterken seni, kocaman bir yalnızlıktı payımıza düşen. Payıma düşen her
seyi erteledim ama erteleyemediğim bir şey vardı, sana benziyordu. Su olsan,
dokunduğumda bozulurdun. Bozulmayan bir "şey"din... Gidilecek bir yer
olsan sonu olurdu, sonu olmayan bir "şey"din.
Uykuda görülecek bir rüya olsan uyanırdım, beni
rüyamdan uyandırmayacak bir "şey"din... Seni gözlerinden, üç ırmağın
birleştiği yerden öpeyim desem, aklına ırmaklar gelir. Düşün ki, bir dağdan
aşağı iniyoruz ve dünyada iki kişilik türkü kalmış onu söylüyoruz. Öyle bir
"şey"sin sen... Seni düşündükçe yoruluyorum desem, dünyanın en büyük
yalanı olur. Yalanım yok. Bugünden yarına ne kalır bilmem ama sen kalırsın
tıpkı yatağı değişmeyen ırmak gibi.
Bana hep kendimi hatırlatan bir "şey"sin
sen. Uzaksın, yakınsın, özlenensin ama bugün değil yarın gibi bir
"şey"sin sen. Gecenin en karanlık yerinde, küçücük bir ışık bile
olsan yine de istiyorum seni. Bugün her ölümle biraz ölürken, seni düşündükçe
hayata dönüyorum yeniden. Gelincikler gibi bir mevsim değil, dört iklim, köşe
bucak...
Kim ne derse desin dönmeye niyetim yok. Bir kentin
ortasında tek başına kalsam da çığlık çığlığa bagırarak söylerim seni
sevdigimi. Bir tek benim sevgimle yaşasa da bu sevda seviyorum seni. Sensiz
dallarımı yitirmiş bir ağaç gibi yapayalnız olurum, kalabalığın ortasında bile.
Fırtınalı bir denizin en sakin limanı gibi bir "şey"sin sen.
O limandaki tek yolcu da ben...