gerçek yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gerçek yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Nisan 2016 Cuma

BANA, MEYHANE ARKADAŞI MUAMELESİ YAPAN BİR KOCAM VARDI!


NASİHAT (2)

Mutlaka Okuyun. Uydurma bir hikâye değil, tamamen gerçektir. Ben dinledim, yazdım ve rica üzerine isim belirtmeden paylaşıyorum. Allah o kadına sabır, dirayet, güç, kuvvet versin…


BANA, MEYHANE ARKADAŞI MUAMELESİ YAPAN BİR KOCAM VARDI!

1.      21 yaşındaydım… Onunla internette tanıştık, ilk dakikadan başlayarak telefon aracılığıyla flört etmeye başladık. Ayrı şehirlerdeydik…
2.      İnançlı, temiz bir çevreden olduğunu söyledi. “Yapmam, istemem…” dediğim hâlde kapanmamı, çevresindeki herkesin inançlı, imanlı ve kapalı olduğunu söyledi…
3.      Ona inandım, kapanmak ve dine yönelmek bana cazip geldi; çünkü ortaokullu yıllarımdan beri “inançlı, dürüst, beraber namaz kılabileceğim, güvenebileceğim” bir eş için dua edip durdum…
4.      Beni görmeye geldi, görüştük, ancak onu hiç sevmediğimi fark ettim. Sadece güven duyduğum ve dürüstlüğüne inandığım için birlikteliğimi devam ettirdim…
5.      Aradan üç ay geçti. Sevgililer gününde çiçek ve çikolata alıp çıkageldi, fakat babam onu eve kabul etmeyerek beni, annemi ve hatta onu dövdü…
6.      Kendi şehrine gitti yeniden. Babam ise evde ben yokmuşum gibi davranmaya başladı. Gecem gündüzüm korku içinde, huzursuz geçiyordu. Saçlarımda ilk defa beyaz bir tel çıkmıştı…
7.      Kendimi doğru düzgün derslerime veremiyordum…
8.      Konuştuk ve kaçmaya karar verdik. Geldi ve beni kaçırdı…
9.      Evlerine vardığımda annesinin burun kıvırdığını gördüm, küçük görümcemin de… Ağabeyleri ve büyük yengesi dışında yüzüme gülen olmadı…
10.  Dini nikâh kıydık. Görümcem, başıma örtmem için güzel bir örtü verdi…
11.  Evde kayınvalidem, kayınpederim ve görümcemle kalmaya başladık. Sonra onlar kendi evlerine geçtiler…
12.  Yatalak kayın pederim, o hâliyle bana kayınvalidemden daha cana yakın davranıyordu, beni sahiplenmişti. O hâliyle evime gelir, benimle sıkça sohbet eder, güzel nasihatlerde bulunurdu. (Mekânı Cennet olsun. Âmin!)… Kayınvalidem ise beni sevmediğini, beğenmediğini, istemediğini her fırsatta belli ederdi. Bir gün bana durduk yere “Sen benim oğlumu elimden aldın!” dedi. Ben ise ona “Hayır, aksine sen bir kız evlat kazandın!” dedim. Ama nafile… Ne desem, ne yapsam boştu…
13.  Her işime karışır, hayatıma hükmetmeye çalışırlardı. İzin vermeyince benden uzak durmaya başladılar. Ben de onlardan…
14.  Türkçe bilmelerine rağmen yanımda Kürtçe konuşurlardı. Hiç anlamazdım. Bir keresinde önüme çay koydular, öğrendiğim için Kürtçe teşekkür ettim, görümcemin gözleri kocaman oldu, “sen Kürtçe anlıyor musun?” diye sordu, öylesine “Evet!” çıktı ağzımdan, yüzleri sapsarı oldu hepsinin de. Demek ki yanımda, hakkımda konuşuyorlardı…
15.  Eşimin, ilk tanıştığımızda bana “Bizler inançlı, dürüst, zengin insanlarız…” dediğini hatırlıyordum sürekli ama
-          Zengin değillerdi. (Asla problem değil…)
-          İnançlı görünüp, başkalarının arkasından konuşmaktan, kalp kırmaktan, hatta hakaret etmekten çekinmezlerdi.
-     Bir keresinde büyük eltim “Kürtlerden, Türklerle evlenen çok, biz Kürtler siz Türkleri s…yoruz…” diye terbiyesizce lâf etti. Karşılık veremedim… Düşündüm: "Bunu söyleyen asla Kürt olamaz, benim din kardeşim olamaz..."
            Zaten ulu orta her yerde herkesin içinde cinsel şakalar yapardı. Eğlence anlayışı buydu. Bu yüzden uzak durmaya özen gösteriyordum. Doğup büyüdüğüm çevrede de (Hangi bölgeden, şehirden olursa olsun) cinsel şakalar yapan, ağza alınmayacak lâflar eden insanlardan daima uzak durdum…
16.  Babam kalp krizi geçirdi. Üzüldüm, ağladım ama bir ufak teselli görmedim. Tam aksine kaynanam karşıma geçip gözlerini kaçırdı… Bunu unutmuyorum…
17.  Bana sürekli başka kızlardan bahsederdi. Güya oğluna kapalı bir kız almak istemiş. Ama falan yerde öyle güzel bir kız varmış ki başlık parasında anlaşamamış, şayet anlaşsaymış açık seçik demeden o kızı alacakmış… Bunun gibi bir süre şey…
18.  Eve gelen misafirler olsun, akrabalar olsun beni çok sever ve beğendiklerini dile getirirlerdi. Kaynanamın hemen yüzü eğilirdi…
19.  Sinir ya da ağlama krizi geçirdiğim zamanlar eşim bana düşmanı gibi davranırdı. Bir keresinde ağladığım bir sırada beni yataktan kaldırıp “Ağlama bak çakarım suratına…” dedi. Unutmuyorum…
20.  Eve her gelişinde başka kadınlardan, kızlardan bahsederdi. Temiz bir aileden kız alıp başını kapatacak kadar inançlı görünen; ama her şeyiyle tertemiz, güzel karısını bırakıp başkalarına bakacak, onlara sulanacak kadar da adî, namus ve yoksunu bir erkekti… Şu tezatlığa bakar mısınız? Her “inançlıyım” diyene inanılmayacak…
21.  Bana, başka kadınlarla ilgili fantezilerden bile bahsederdi. Asla unutmuyorum…
22.  Akrabalarına bile doğru gözle bakmadığını belli eden sözler sarf etti. Bu durum devam ettikçe benim de akrabalarıma asla düzgün gözle bakmayacağını anladım, nitekim beni haklı çıkardı. Ama öyle kurnazdı ki onların yanında efendi, görgülü, inançlı rolleri oynar, yalnız kaldığımızda ise gerçek yüzünü göstererek “Senin falan akraban ne güzelmiş!” derdi… Akrabadan geçtim, bir aile dostumuzun kızıyla tanıştığında, arkasından manalı manalı “İyi kız, iyi…” deyişini asla unutmam… Yine uzak bir akrabamı, eski kız arkadaşına benzeterek ona iç geçirerek baktığını unutmam… Hastalandığım bir sırada bir akrabamla uzun uzun Chat yaptığını da unutmam…
23.  Küçük-büyük demeden herkese bakar, yetmiyormuş gibi gelir bana anlatırdı. Tabii ben kim
im ki; duygularım mı var benim, şahsiyetim mi var, kalbim mi var, güzelliğim mi var? Hepsinin fazlası vardı da kıymet bilen inançlı, dürüst, içinde Allah korkusu olan bir beyefendi yoktu…
24.  “Bir kız kaç yaşında olursa olsun, sandalyede otururken ayakları yere değiyorsa evlilik çağına gelmiş demektir “ diyen bir sübyancı mı desem, “falan yerde bir sekreter varmış, anlata anlata bitiremiyorlar, gidip görmek istedim, kısmet olmadı…”  ya da “iş çevremizde bir sekreter var, onu ne kadar görsem s…sim geliyordu…” diyen bir sapık mı desem… Adını siz koyun!
25.  Benim küçük – büyük yeğenlerime bile düzgün gözle bakacak biri olmadığını düşündüm, ancak bunu aileme anlatamadım çünkü beni dinlemeyeceklerini biliyordum. Nedenlerini sıralayacağım…
26.  Artık ona katlanamıyordum. Aradan bir yıl geçti ve ayrıldık. Bana, bir akrabasına evlenme teklifi götüreceğini söyledi. Babamı kaybetmiştim, annemle yaşamaya başladım… Ama ne yaşama; aşağılanma, hor görülme, sevgisizlik, saygısızlık insan boyu… Zaten o ailede ne zaman insan yerine konuldum, ne zaman bir başarım takdir edildi ya da ne zaman beğenildim, iyi şeylere layık görüldüm ki… “Kocana geri dönmek zorundasın, onu sen seçtin (sanki isteyerek seçtim), katlanmak zorundasın, seni artık kimse almaz, alırsa da başından evlilik geçmiş, çocuklu bir adam alır…” gibi bir sürü lâf ettiler… Kendileri beğenmiyor diye başkaları da beğenmez sandılar, kendileri adam yerine koymuyor diye başkaları da adam yerine koymaz sandılar, kendileri sevmiyor diye başkaları da sevmez sandılar. Tabii, ben yüzüne bakılacak, beğenilecek, sevilecek, başından kötü bir evlilik geçmiş olsa bile düzgün bir adamla yeniden evlilik yapacak kadar, bunları hak edecek bir kadın değilim… O günlerde onlardan (ailemden) öyle bir soğudum ki aradan tam on yıl geçti, ama o soğukluk hâlâ değişmedi… Oysa öyle yanılmışlardı ki; bunu karşıma çıkan ve benimle ilgilenen kültürlü, eğitimli, sosyal ve inançlı adamlardan anladım. Bana eşimin vermediği sevgiyi, desteği, ilgiyi vermek istediler ama tekliflerini kabul etmeyerek eski eşime geri döndüm, çünkü pişman gözüküyordu. Nereden bilebilirdim, huylunun huyundan vazgeçmeyeceğini…
27.  Evliliğin ikinci yarısında; otobüste seyahat ederken kafayı iki farklı kadına taktı; vay efendim biri üstünü değiştirmiş, “Bu ne zaman üstünü değiştirdi…” dedi, ikinci kadın ise arkamızda oturuyormuş ve çok surat asıyormuş… İşte böyle bir kocaydı; karısından başka her kadınla, kızla ilgilenen biri…
28.  Pazarda alışverişe gideriz, ne giysilerle ya da yiyecekler ilgilenirdi; ama özellikle açık seçik, dar giyimli kadınları, kızları tepeden tırnağa süzmekten geri kalmazdı… Market alışverişinde de aynı; giyecek, yiyecek reyonlarına değil de kadınların-kızların vücut reyonlarına dalardı; onları dekoltelerine, vs…
29.  Bir keresinde yürüye yürüye eve dönüyoruz, (geçtiğimiz sokağı, köşeyi bile hatırlıyorum) bana öyle edepsiz bir lâf etti ki: “Benimle (cinsel manada) birlikte olduğunda mutlu sesler çıkarmıyorsun, benden tat alamıyorsan başkasını hayal etsene. O zaman daha çok ses çıkarırsın, ben de mutlu olurum…”
Bana, neye uğradığımı şaşırtan bir sözdü ve bunu da asla unutmayacağım…
30.  Küçük kızlarla yaşadığı ilişkilerden bahsetmekten, başka kadınları-kızları arzuladığını anlatmaktan çekinmeyen biriyle evliydim… Bir keresinde, hiç unutmam, televizyon dizisi seyrediyorduk; dizide birbirini seven iki genç vardı ancak çocuğun babası pisliğin tekiydi ve oğlunun sevdiği kızı kendine eş olarak aldı. Ondan nefret ettim ve “İnşallah kıza bir şey yapmaz…” dedim. Aldığım karşılık ise şuydu: “Niye yapmayacakmış, turşusunu mu kuracak!”
O an dizide rol yapan yaşlı adamdan çok eşimden nefret ettim, ondan bir kez daha tiksindim ve bu hâlâ değişmedi…
31.  Bu arada kayınvalidem ölüm döşeğine düştü. Kendisiyle görüşmüyorduk ama eşim ziyaretine gidiyordu. Bir keresinde eşimin telefonunda benim fotoğrafımı görmüş, tanıyamamış, “Bu kim?” diye sormuş, eşim ona “Tanımadın mı, gelinin…” deyince, “Çok, çok güzel…” demiş… Ölümün son anlarında benden gerçek anlamda olmasa bile, hâl ve hareketleriyle özür dilediğini söylemek isterim… Mekânı Cennet olsun… Ama yaşatılanlar unutulmuyor ama benim içim rahat, en azından kalp kırmadım, kul hakkı almadım…
32.  Geçen süreçte gebe kalmadım. Bu, boşanmak için bir kurtuluş fırsatı mıydı bilemem ama değerlendiremedim ve yedi yıl sonra gebe kaldım… Ne kadar dışarı çıksak burnumdan geliyordu; kendisinden yirmi yaş küçük kızlara bakıyor, öpüşenleri izliyor, kadınları-kızları gözleriyle yiyor, takip ediyordu. Yine hiç unutmam, fenalaştığım bir sırada beni alıp hastaneye götürdü, eve döndüğümüzde, gözlerini, apartman kapısını bize açan açık seçik genç kızdan hiç ayırmadı. “Karım gebedir, hastadır, ağrıdan kıvranıyordur, onu hemen eve götüreyim, sonuçta karnında benim çocuğumu taşıyor…” diye düşünmedi… Tabii, ben kimim ki!
33.  Gebeliğin etkisi, yaşanılanlar, acılar, kederler, derken artık dayanamadım ve eve her gelişinde ona nefret kusmaya başladım; ona her fırsatta bağırıyor, “Sen o.s.p.u düşkünü bir p.z.v.n.k.s.n!” diyordum. Yılların birikimini kusuyordum. “Defol git buradan, hayatımdan uzak dur, sen bana layık değilsin…” diye kızıyordum. Ama en büyük darbeyi henüz almamıştım; ne mi? Bana itiraf etti; itirafı sonucu öğrendim ki on yıllık kocam yirmi yıldır başka birini seviyordu…
34.  Geçirdiğim süreci şöyle bir gözden geçirdim ve çok önemli bir şeyi fark ettim; bana (sesim güzel olduğu için) sürekli söylettiği ayrılık şarkıları ve en önemlisi de sözlerin içinde âşık olduğu ve unutmadığı kızın isminin geçiyor oluşu… Bu kadar tesadüf bir arada olamazdı… Meğer bana şarkı söyleterek, gözlerimin içine bakarak, utanmadan, şerefsizce eski sevgilisini düşünmüş, onu hayal etmiş, onu arzulamış… Kim bilir, bana “başkasını hayal et…” diyen edepsiz, bana dokunurken kimi ya da kimleri hayal etti?
35.  Tabii yetmiyormuş bir de şu edepsizliği var; bir keresinde bebeğe atlet ve yazlık takımlar almıştı, atletlerden birinde yine sevgilisinin ismi geçiyordu. “Utanmıyor musun?” diye bağırdığımda, “Fark etmemişim…” dedi. Duy da inanma… Sonra ne yaptı dersiniz, aldığı bütün atletleri, yazlık takımı parçalamaya kalktı. Çünkü ne kendisine, ne de eskimeyen aşkına lâf söyletmiyordu. Katlanamıyordu buna. Hatta bu uğurda bebeğinin yanında bağırıp çağırıp evi terk etmeye bile kalktı. Küçücük bebeğin ağlaması bile umurunda değildi. Çünkü beni sevmediği benden yaptığı bebeğini de sevmiyordu…
36.  Yine hiç unutmuyorum; bebek büyüdükçe eski fotoğraflarına bakarım ara sıra. Yine bir keresinde eski fotoğraflara bakarken yanıma geldi ve benim iki dakikalık mutluluğumu zehirlemeyi başardı. Nasıl mı? Fotoğraflardan birinde bebek battaniyeye sarılıydı, battaniyede değişik harfler var. Nasıl olmuşsa fotoğrafın çekildiği sırada battaniyenin üstünde “onun unutamadığı sevgilisinin isminin baş harfi var”. O fotoğrafı görür görmez “Bu battaniye nerede, onu alıp koklamak istiyorum…” demeye başladı. Anladım tabii neden öyle dediğini… “Varlığın bana rahatsızlık veriyor,” dedim ve ekledim: “Fotoğraflara daha sonra bakarım, ben gidip yatıyorum…”
Hoşuna gitmedi tabii, “Sana rahatsızlık veren o varlığa s.ç.y.m” dedi. “Ne hâlin varsa gör…” dedim, çıktım…
37.  İşte böyle…

Yazdıklarım, buz dağının sadece görünen kısmı, yaşadıklarım çok daha derin…
Artık evliliğe, aşka, sadakate, erkeklere zerre güvenim kalmadı. Günün birinde karşıma mükemmel bir adam çıksa bile artık kimseye güvenim, itimadım yok… Öte yandan eşim artık evliya bile olsa, onu hayatımda istemiyorum…
-          Bana dokunsa, kendimi dövülüyor gibi hissediyorum!
-          Bana “çok şık olmuşsun…” dese, başka kadınlara da aynı şeyi söylediğini düşünüyorum!
-          Bana güzel baksa, o gözlerde kendimi kalabalık hissediyorum,
-          Bana “seni seviyorum” dese, o kalbin içinde kendimi kalabalık hissediyorum,
-          Güzelliğimden faydalanmasına, başarılarımdan pay çıkarmasına katlanamıyorum…
-          Sırf onu seviyorlar diye ailemden ve çevremdekilerden bile uzak duruyorum ve durmaya devam edeceğim çünkü beni yıllarca anlamazlıktan geldiler. Ben de onları görmezden geliyorum…

* * *

-          Evleneceğiniz insanı çok iyi seçin, asla acele etmeyin...
-          Her erkek der; “inançlı, temiz, kapalı bir kız arıyorum… Hep iyisini isterler ama sahip oldukları iyi kızın kıymetini bilmezler…
-          Onlar için her zaman başka kadınlar, kızlar önceliklidir, ama siz her zaman ona iyi bir eş olmak zorundasınızdır; onu her gün güler yüzle karşılamak ve önüne güzel yemekler pişirip koymak zorundasınız. Yatakta da onu memnun etmek zorundasınız çünkü onun kölesisiniz… Dayanamayıp ayrılmak isteseniz bile izin vermezler. Hele ki bir de benim ki gibi bir aileye sahipseniz… Ama etme bulma dünyası, size sebep olanlar, yarın aynı şeyi kendileri de yaşarlar. Ben bunun örneklerini gördüm, beni kınayanların aynı hataları yaptığını ya da boşanma noktasına geldiğini gördüm… İlâhî adalet!
-          Dikkatli olun; her “inançlıyım” diyene kanmayın. “Sen benim prensesimsin, seni saraylarda yaşatacağım…” diyerek iki odaya hapsedip mutluluğunuzu çalmalarına izin vermeyin. İki odada yaşanır, yaşanır da; içinde şiddet, sadakatsizlik, huzurluk, aldatılış varsa o ev size kabir olur...
Bir kadın her şartta bir adamla yaşayabilir, yaşadığı kadar eşine de mutluluk yaşatır, onu sever, kollar… Ancak kalbi kırılan, aldatılan, hor görülen, kandırılan bir kadından güler yüz beklemesin kimse; zira mutlu değilken nasıl gülsün yüzü, içindeki güzel duygular ölmüşken nasıl mutlu etsin seni, sen hayatı ona zehir ederken o nasıl sana ziyafet çeksin…
Eğer bir kadın gerçekten mutluysa, hayat arkadaşıyla bir kuru ekmeği seve seve paylaşır. Ama kıymeti bilinmeyen, pişirdiği beğenilmeyen, dövülen, hor görülen, aldatılan bir kadın, önüne hazineleri dizsen yine mutlu olamaz… Mutlu olmayan kadın, mutlu edemez…
Bu yazdıklarımı; özümsemeyen, dikkatli okumayan, en önemlisi de kadın ruhundan anlamayan bir erkek elbette ki karşı çıkacaktır. Ama benim buna da bir cevabım var;
-          Eğer bir erkek, hanım hanımcık karısının kıymetini bilmeyip başka kadınlara yöneliyorsa,
-          Kazancını evin dışına harcıyorsa,
-          Gözünün içine baka baka ona yalan söylüyorsa, yalan yere yemin ediyorsa,
-          Onun güzelliğini görmeyip başkalarına kapılıyorsa,
-          Özene bezene pişirdiği yemeği beğenmiyorsa, ona yemek saatlerini zehir ediyorsa,
-          Onu, başkalarının yanında incitiyorsa,
-          İçindeki güzel duyguları yavaş yavaş öldürüyor, kötüleştiriyorsa,
O kadından hayır beklememeli…

Evliliğim ve eşim, beni dışarıya yöneltti ve bana bir analiz yapma fırsatı verdi;
Kalabalık ortamlarda bulunarak erkekleri analiz ettim ve şu sonuca vardım;
-          Belli bir olgunluğa, maddi ve manevi eğitime erişmiş temiz yüzlü adamlar yanlarındaki kadınlardan, kızlardan başkasıyla ilgilenmiyor. Gayet görgülü, terbiyeli, sevecen ve ilgililer…
-          Serseri kılıklı, ne oturmayı ne kalkmayı bilen, nerede-nasıl davranacağını bilmeyen, dili ve konuşması bozuk, eğitimsiz, kültürsüz, ağzı küfür dolu erkeklerin ise yanlarındaki kadınlardan, kızlardan başka herkesle ilgilendiğini gördüm… Tıpkı benim eşim gibi…
Burada önemli bir nokta var; eğitimli olmak, üniversiteler bitirmek demek değildir. Kendini yetiştirmeyi bilen; her konuda bilgi sahibi olan, İNANÇLI, saygılı, gün görmüş bir adam, kadınının kıymetini bilir ve kendi de o kadından değer görür, sevgi görür, ona da kıymet verilir…
Öte yandan inançlı olmak da sadece namaz kılmak, oruç tutmak, baş kapatmakla olmaz. İnançlı insanın ibadeti de inancı da gizli olmalıdır. O ibadeti sen kullar için değil, Yüce Allah için yapıyorsun. “Duanın, ibadetin gizlisi makbuldür.” sözü de buradan gelir…
“İnançlıyım” diyene değil, inancını doğru yaşayıp belli etmeyene inanın,
“Eğitimliyim” diyene değil; konuşmasını, kalkmasını, oturmasını, sohbet etmesini bilene inanın…
Hz. Mevlana’nın dediği gibi; “Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün…”

Yazarın yorumu:

Buradan kızlara sesleniyorum;
Dünyadaki bütün erkekler aynı değildir. Kadınlar da aynı değildir. Eğer karşınıza gerçekten inançlı, ahlâklı, imanlı, dürüst, çalışkan, sevecen biri çıkarsa lütfen onun kıymetini bilin, lütfen…

Kız – erkek ayrımı yapmadan;
Hayatınıza ortak olarak gerçekten temiz, dürüst, inançlı, hoş görülü, sadakatli birini istiyorsanız, onu bulduğunuzda kıymetini bilin ki sizin de kıymetiniz bilinsin…

* * *

Ben bunları sabırla dinledim, şahitlik ettim, yazdım ve kendi adıma pek çok ders çıkardım, şimdi ders çıkarma sırası başkalarında…
Sevgiler,

Yasemin F. Kılıçaslan



12 Şubat 2015 Perşembe

ANLADIM...



ANLADIM…



YAŞ 35 (YOLUN YARISI)



  1. 10 yaş öncesi: Hatırlayamadığım kadar eskiydi; babam, annemi yolun ortasında döverek yuvarlıyordu, yanlarında insanlar vardı… Unutamadığım bir manzara olarak belleğime kazındı!
  2. 10 yaş öncesi: Evde film izleniyordu; savaş filmiydi ve iki kötü asker arabalarıyla bir hayvanı eziyor ama umursamıyorlardı, durumu gören ve hayvana yardım etmek isteyen kıza ise saldırıyorlardı!
  3. Yaş 11: Babamın ofisinde, çekmecesinde kötü içerikli resimler bulmuştum…
  4. Yaş 12: Aynı otogara getirmesine rağmen sırf başka otobüsle geldim diye (ki 12 yaşında bir çocuğun tek başına otobüsle bir yerden bir yere gelmesi bile takdire şayandır) otobüsten iner inmez babam beni herkesin içinde dövdü!
  5. Yaş 13: Bir akraba ziyaretiydi; evine gittiğimiz kadın ablama “sen bizim tarafımıza benziyorsun ama kardeşin annene çekmiş” dedi. Eve geldiğimizde ablam anneme şöyle dedi: “Beni güzel buldukları için kendilerine benzetmek istediler ama Derya’yı (beni) sana benzettiler, yani (Derya çok çirkin olduğu için) bu durumda sana “hakaret” etmiş oldular. Annem: “Ya, demek öyle!” diyerek bozulduğunu belirtti. Ve bu diyaloglar geçerken, aslında en büyük hakareti bana yaptıklarını göremediler!
  6. Yaş 14: Bir gün bir arkadaşımın evine gittim; annesi de babası da eğitimli, kültürlü ve kızını sorumluluk bilinciyle yetiştiren bir kadındı; benimle iki arkadaş gibi oturup sohbet ettiler ve ilk kez o gün bir “büyük” ile iki arkadaş gibi sohbet etmenin tadına vardım ve evimdeki eksikliği hissettim… 
  7. Yaş 15: Bir gece annemin çığlıklarıyla uyandım ve yatağımdan sıçradım; baba yine onu dövüyordu, o küçük bedenim ama kocaman kalbimle araya girmeye çalıştım ve burnuma yumruk yedim. 
  8. Yaş 16: Yeni okula başladım; daha ilk tanışmamızda kızın biri bana “Sen hangi mezheptensin?” diye sordu; şaştım kaldım! 
  9. Yaş 17: Sürekli okula gelen ve benimle ilgilenen bir erkek vardı, aramızı yapmaya çalışan bir de kız arkadaşım; çocuğun kötü niyetli olduğunu anladım ve görüşmeyi kestim. O, çok güvendiğim kız arkadaşım ise hakkımda asılsız lâflar çıkararak okuldaki imajımı lekeledi ve herkes hakkımda haksız yere konuşmaya başladı ve o konuşanlar, aslında ahlâksızın önde gideniydi… 
  10. Yaş 18: Çevremdeki en fakir öğrenci bile dershaneye giderken, ben ise arkadaşlarımın beğenmeyip de çöpe attığı test içerikli dergilere göz atarak test çözmeye, bana asla yardımcı olmayan, basit bir kitap bile almayan bir babanın elinde üniversiteye hazırlanmaya çalıştım…
  11. Yaş 19: Uzun yıllar görüşmediğimiz akraba ve aile dostlarıyla bir araya gelmeye başladık ve beni gören herkes “Ne kadar güzel olmuşsun, ablanı bile geçmişsin” dediklerinde, ablam ise “Geçmiş ise geçmiş, ne olacak!” diyordu! 
  12. Yaş 20: Üniversiteyi kazanamadım ve babamdan en ağır hakaretleri işittim… Sonra yeniden hazırlandım, iyi bir puan el ettim ama gitmeme kararı alarak bir yıl daha hazırlanmaya karar verdim… 
  13. Yaş 21: Yalnızlığa mahkûm edilen bedenim, ruhum iyice sıkılmaya, daralmaya başlamıştı ve etrafımda konuşacak, dertleşecek bir tane dahi dostum yoktu. Bütün arkadaşlarım benden uzaktaydı ama onlarla görüşmeme imkân ve “müsaade” yoktu!
  14. Chat servisinde biriyle tanıştım; görünüşte güvenilir, aşırı derecede dindar, iyi bir aile çocuğu… Benimle telefonda bir saat başörtüsü kavgası yapacak kadar inanç sahibi biri ve onunla evlenmeye karar verdim… 
  15. Yaş 22: İnançlı biriyle evlenme ve kapanma fikrini benimsemiştim zira ucunda Hakka yönelmek vardı ama… 

Evde serbest, dışarıda kapalı gezdim, onu mutlu edebilmek için elimden gelenin fazlasını yaptım ama insanların göründüğü gibi olmadığını, kendilerini olduğundan daha farklı gösterebileceğini nereden bilebilirdim… 

  1. Yaş 23: Irkçı, insana değer vermeyen bir aileye gelin gittim. Daha önceki yıl üniversiteye gitmeyip bir yıl daha hazırlanma kararı almakla de büyük hata etmiştim çünkü evlendiğim insan, sınava girmeme izin vermedi! Sonuçta bütün emeklerim heba oldu… Öte yandan herkesçe beğenilen, içeride eşimin gözlerine hitap ederken dışarıda ise kapalı gezen bir hanım olmama rağmen eşim sürekli açık seçik kadınları, kızları anlatır, onları över, onları ne kadar beğendiğinden bahsedip dururdu. Bir gün şehir dışına çıktığında, kız kardeşi bana “Onun gittiği yer turistik, orası piliç kaynıyordur” dedi ve bunu söyleyen, sözde inancı nedeniyle çarşaf giyen bir insandı. Bazı kimselerin dindarlık anlayışı böyleydi işte…
  2. Yaş 24: Beynimde küçük bir problem ortaya çıktı ve tedavi gördüm ve ondan sonra başıma örtü takmaz oldum… 
  3. Yaş 25: Ailemi ziyarete gidiyordum; otogarda idik ve bir süre uzak kalacaktık. Otobüsün yanında bir çift gördüm; adam kadına sımsıkı sarılmıştı, birbirlerine öyle kenetlenmişlerdi ki… Benim eşim ise bana yabancıya sarılır gibi sarılırken aynı zamanda ise otobüse binen yarı çıplak anne ile kızına bakıyordu… 
  4. Yaş 26: Yine bir yıl, beni annemin yanında gönderdi ve iki ay boyunca doğru dürüst arayıp sormadı; sanki başından attığına sevinmiş gibiydi… 
  5. Yaş 27: Eşimden ve ailesinden gitgide uzaklaşırken kendimi geliştirmeye karar vererek artık kendi ayaklarım üzerimde durmak isteme suretiyle eğitim kurslarına başladım…
  6. Yaş 28: Bir gece eşimin kaza haberini aldım, hastaneye gittim ve iki aya yakın orada bir başıma refakatçilik ettim çünkü ailesine haber vermemi istememişti. Ona, elimden geldiğince iyi bakmaya çalışırken o ise gözümün önünde hemşirelere asılıyordu...
  7. Yaş 29: Bir arkadaşı beni hastaneden eve, sonra yine evden alıp hastaneye getirdi; sırf yanına oturdum diye eşim bana kızdı ama kendisi iyileşip hastaneden çıktıktan sonra bir iş arkadaşını (bayan) yanına oturtup evine bıraktı ve bunu tesadüfen öğrendim…
  8. Yaş 30: Yeni başladığım bir kursta birbirinden kıymetli arkadaşlar edinmiştim. Bir gün fotoğraf çektirirken (ki arkadaşlarım efendi insanlardı) biriyle sırt sırta verdik ama sırtımız birbirine değmiyordu bile ve bunu öğrenen eşimden yine bir araba dolusu lâf işittim! Ancak; kendisi evimize yatılı ziyarete gelen ve henüz yeni tanıdığımız gevşek karakterli, olgunluk ve sorumluluktan payını almamış bir genç kızla, üstelik de kapalı bir kız, sarmaş dolaş fotoğraflar çektirmekten geri kalmadı… 
  9. Yaş 31: Uzun yılların ardından hamile kaldım! Hayatımın en berbat dokuz ayıydı; aşerdiğim için neredeyse azar işittiğim, kavgalarla dolu, ilgisiz ve kimi zaman aç kaldığım bir hamilelik… Ağrılarımın tuttuğu bir gece acile gittik, eve döndüğümüzde apartmanın giriş kapısında beklerken karşımızdan açık seçik bir kız geldi ve ben ağrı içinde kıvranırken eşim “elinde anahtarla” kapıyı açmadan o kızı seyretti bir süre. Sonra kız kapıyı içeriden açtı ve eşim beni bırakıp ona “bir güzel” teşekkür etti… Hamileliğimin altıncı ayında da bir kavgamız sırasında eline geçirdiği 37 ekran TV büyüklüğündeki serinleticiyi başıma vurmaya kalktı…
  10. Yaş 32: Doğum yaptım, bir kızım oldu ve ailesinden kimse doğumuma gelmedi. Yedi ay geçtikten sonra gelmek istediler ama eşim istemedi; artık onlarla görüşmek istemediğini söyledi, bende aralarına girmek istemedim… 
  11. Yaş 33: “Senden önce kimseyi sevmedim, benim için ilksin, kötü şeyler yaşadık ama düzeltmeme izin ver” gibi sözlerle beni yıllarca kandıran, her defasında güvenimi sarsan ve en sonunda da “Ben senden önce birine âşıktım ama onu ağabeyime isteyeceklerdi, bu yüzden sevdamı kalbime gömdüm” itirafını yapan ve yıllarca gözümün içine bakarak belki de o kalbine gömdüğü sevdasını düşünen bir insanla evli kaldığım için kendimden bir kez daha nefret ettim… Ayrılmak istedim, yapamadım, ayrılmak için hep doğru zamanı kolladım!
  12. Yaş 34: Eşim büyük bir kaza geçirdi; ailesine haber verip vermeme konusunda tereddütte kaldım ama durumu acildi, kan gerekliydi ve yoğun bakımdaydı. Ailesine haber verdim, geldiler. Kimisi selâm verirken kimisi ise yüzüme bile bakmadan geçip gitti. Yoğun bakıma girmemi istemediler. Bir ordu hâlinde kapı önünde beklerken aralarında yalnızdım ve bunu fark eden bir hanım yanıma geldi ve şöyle dedi: “Yardım ve destek ister misiniz?” “Nasıl yani?” dedim, “Durumunuz fark edilir düzeyde!” dedi. Dönüp etrafıma baktım ve evet, insan ayıran bu koca sülâlenin içinde gerçekten de yalnız olduğumu fark ettim. Bana alınan tavır ise ortadaydı; bana, kendimi oğulları ile aralarına giren bir kara kedi gibi hissettiriyorlardı oysaki durum sandıkları gibi değildi… Ve artık ne yoğun bakımda yatan o adama, ne ailesine ne de hak etmediğim bu hayata katlanamayacağımı düşündüm… Giyimleri, hâl ve hareketleriyle kendilerini belli eden bu ailenin içinde bana yardım elini uzatan bu yabancı kadına ise tek kelime ile hayran kaldım… 

Eşimi servise aldılar; geceleri ben, gündüzleri ise ailesinden fertler kalıyordu ve bir gün ona Geçmiş olsun diye telefon eden arkadaşına “Yanımda ağabeyim kalıyor!” dediğini duydum ve ayrılık fikrim, netlik kazandı. Sesimi arkadaşına duyurmaya çalışarak “Selâm söyle!” diye bağırdım, bunu duyan arkadaşının şaşıran sesini işittim. Tabii eşim de bu duruma bozuldu…

  1. Yaş 35: Ne evliliğe, ne aşka, ne insanlara karşı güveni olmayan bir insana dönüşmeye başlamış, insanlardan uzak kalmaya çalışan ketum bir birey hâline gelmeye başlamıştım ki işte kaderimin kırıldığı yer; tiyatroya başladım… Özellikle drama oyunlarındaki başarım, yıllarca çektiğim acıyı, yürek sancısını ortaya koyuyordu ve yeteneğim, acılarımdan geliyordu…

* Yolun yarısındayım… Boşandım; iyi bir işim, kendimi hayatına adadığım bir kızım ve iyi dostlarım var ama bir eşim, ailem yok ki zaten hiç olmadılar…

Anladım ki:

  1. Madde: Daha anne karnında bile babası tarafından tekmelenen bahtsız bir çocuk olduğumu… Yasemin F. Kılıçaslan
  2. Madde: Bir çocuğun yanında her şeyin izlenemeyeceğini…
  3. Madde: Baba yönünden çok ama çok şansız bir çocuk olduğumu…
  4. Madde: Kendine özgüveni olan bir çocuk olmama rağmen bana herkesin içinde acımadan vuran babamın beni zerre kadar sevmediğini… 
  5. Madde: Ailemin gözünde, duyguları olmayan, önemsiz bir fert olduğumu…
  6. Başka ailelere imrendiğimi ama öyle bir aileye sahip olamama rağmen yinede arkadaşımı kıskanmadığımı… Yasemin F. Kılıçaslan
  7. Madde: Annesini korumaya çalışırken burnuna yediği yumruktan ötürü burun şekli bozulan ve hayatı boyunca bunu çekmek zorunda olan bir insan evladı olduğumu…
  8. Madde: Bazı insanların evlatlarını daha çekirdekten ırkçı yetiştirdiğini…
  9. Madde: Herkesi kendim gibi görüp güvendiğimi, güvendiğim dağlara kar yağdığını ve arkadaş bildiğim insanların aslında kuyumu kazdığını ve erkeklerin güvenilmez olduğunu…
  10. Madde: Rakıya tapan babamın bana basit bir kitap almayacak kadar sevgisiz, insanlıktan uzak, şeref yoksunu bir insan olduğunu… 
  11. Madde: Aile içinde bile kıskançlık olabileceğini ve gerçekten güzel bir insan olduğumu…
  12. Madde: Eğitimime önem vermeyen, bana hiçbir konuda yardımcı olmayan, sanki evladı değilmişim gibi davranan bir babanın elindeki çaresizliğimi… 
  13. Madde: Yalnızlığımı, hayatta hiçbir şeye hakkım olmadığını… 
  14. Madde: Doğruluğa yönelmek istediğimi ve bir kaçış yolu aradığımı ama bunu yanlış yerde aradığımı… 
  15. Madde: İnsanların; İslâm’ı, Dini, Ahlâk’ı, Güzel ve İyi olan her şeyi kullanarak genç ve bunalımlı bir genç kızın boşluğundan yararlanabilecek kadar aslında İnançsız, İslâm’ı bilmeyen, karaktersiz kimseler olabileceğini, dünyanın böyle tiplerle dolu olduğunu…
  16. Madde: İnsanların; beni ezme çabalarını, kafalarına taktıkları başörtüsüne layık olmadıklarını, bir erkeğin eşinin başını kapatıp da başka kadınlara, kızlara kötü gözle, niyetle bakabileceğini; sadakatten uzak, ahlâksız bir erkeğe güvenip onunla evlendiğim için kendimden nefret ettiğimi… 
  17.  Madde: Beynimde çıkan sorundan ötürü tedavi gördüğüm sırada eşimden ayrı kaldığım süre zarfında düşünecek fırsatım olduğunu ve bunun sonucunda “Bir KUL için değil, yalnız ALLAH için” kapanılması gerektiğini ve gelin gittiğin adam ve ailesinden ötürü başörtüsünden soğuduğumu, iyileştikten sonra kendimi tam anlamıyla İslâm’a layık bir KADIN hâline dönüştürüp yeniden kapanabileceğimi… 
  18.  Madde: Ta liseli yıllarımda iken hayal ettiğim gibi “beni seven, beni sayan, gözü benden başkasını görmeyen, sadakatli ve dürüst” bir erkeğe sahip olamadığımı…
  19. Madde: Eşim olacak adamın beni ZERRE kadar umursamadığını ve yokluğumda keyfine baktığını…
  20. Madde: Kimseye bağımlı olamayacağımı, kendi ayaklarım üstünde durmak istediğimi, gösterdiğim itaatkârlığa karşılık ne bir sevgi ne bir şefkat ne de bir takdir gördüğümü; aksine yıprandığımı, hırpalandığımı, içimdeki yaşam sevincinin öldüğünü ve bunun nezdinde sahip olduğum eğitim, kültür ve yeteneklerimi kullanarak iyi işler yapabileceğimi…
  21. Madde: Bir insanın 7’sinde ne ise 70’inde de o olduğunu ve hiçbir zaman sağlıklı ve mutlu bir evliliğimin olamayacağını, eşimin “insanlığımı” hak etmediğini ve kadınlara, kızlara zaafı olduğunu bir kez daha…  Madde: Benden yapmamı istemediği her şeyi aslında kendisinin yaptığını…
  22. Madde: Bencil duygulara sahip olan eşimin, çektirdiğim masum fotoğrafa dil uzatırken kendisinin yeni tanıdığı bir kızla sarmaş dolaş fotoğraflar çektirecek kadar insanlıktan, dinden, doğru yoldan saptığını… 
  23. Madde: Bana değer vermeyen eşimin karnımdaki çocuğa da saygısı, sevgisi olmadığını ve hayatımızın geri kalanının da böyle geçeceğini ve ondan nefret ettiğimi…
  24. Madde: Ailesinin gözünde hiçbir zaman zerre kadar kıymetimin olmadığını bir kez daha…
  25. Madde: Daha ilk tanıdığımda “dindarlığına, doğruluğuna, dürüstlüğüne” inandığım o insanla evlenip tüm bunları çekecek kadar imtihan dünyasında olduğumu, erkeklere kesinlikle güvenmemem gerektiğini… 
  26. Madde: Eşimin, ailesiyle görüşmek istememesinin arkasında yatan ikiyüzlülüğü, ailesini gördüğü an beni bir kalemde silebildiğini, bunu fazlasıyla hissettirdiğini, yalnızlığımın – mutsuzluğumun yabancı kimseler tarafından fark edilebilir düzeyde olduğunu ve İNSANLIĞIN HÂLÂ ÖLMEDİĞİNİ… 
  27. Madde: Asla pes etmediğimi, insanın istediği taktirde her türlü zorluğa göğüs gerebileceğini ve başarabileceğini; kendine güvenen, kendine inanan ve inancını asla yitirmeyen bir insan olduğumu… Başkaları için yaşamayı bırakıp yalnız kendim ve evladım için var olmak istediğimi… ANLADIM! 
Ve en çok da; bazı kimselerin ne çocuk olabildiklerini, ne genç olabildiklerini, hayatlarının bir çırpıda heba olabileceğini, ailenin ne denli önemli bir olgu olduğunu ve sarsılan güvenin bir daha yerine gelmediğini anladım...

Araştırmalarım sonunda edindiğim bilgilerle sadece birkaç madde hâlinde sıraladığım bu metinde, alınacak çok ders olduğunu, yaşanılan çoğu olumsuzluğu yazmadığımı, buna yer ve zaman olmadığını belirtmek isterim… Şu içinde bulunduğumuz gezegende dertsiz, sıkıntısız insan yoktur. Türlü türlü zorluklar ve mücadelelerde yoğrulmuş ömrümüzün içinde kendimize güvenmeyi, kendimizi sevmeyi ve tanıştığımız insanlara karşı dikkatli olmamız gerektiğini, kimseye hak ettiğinden fazla değer vermemeyi; haksızlığa karşı göğüs gerebilecek gücü bize veren ve daima yanımızda olan Rabbimizin bizleri unutmamasını ve yalnız Allah’a inanmamız gerektiğini bilmeliyiz… Din kardeşlerime; gönlünden geçenleri en hayırlı şekilde gerçekleştirebileceği “güzel, hayırlı, huzurlu, mutlu” bir ömür dilerim! 



Yasemin F. Kılıçaslan