insanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
insanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Mayıs 2015 Çarşamba


NASİHAT


Hasbıhal… Diyaloglar…


Yaşı küçük ama yüreği kocaman; hayattan darbe almış, dünyadan nefret eden, yüreği kabarık; ancak çok değerli ve kıymetli bir insan… yasemin f. kılıçaslan

yasemin f. kılıçaslan

O: Nereden başlayacağımı bilemiyorum… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Çocukluğuna dair hatırladığın ya da unutamadığın en kötü anın olabilir…

O: Birkaç tane geliyor aklıma… İki arkadaşımın evimize benimle oynamak için geldiği zaman, içlerinde biri susamış, bende ona su almak için içeri girmiştim. Tam olarak hatırlamıyorum ama annem bir şey sinirliydi ve acısını benden çıkararak arkadaşıma götürdüm bir bardak suyu zehir etti. Suyu ağlayarak götürdüğüm zaman arkadaşımın ablası “Bak gördün mü çocuk senin yüzünden azar işitti” demişti… yasemin f. kılıçaslan

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Küçük kızıma biraz gergin olduğum zaman hafif sesimi yükseltiyorum ama isteyerek değil çünkü kalp kırmak bana göre değil; burada anlatmak istediğim, annemin bana “Sakın çocuğunuza bağırmayın, onu asla üzmeyin, ona çok iyi bakın…” demesi… Gülüyorum… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Neden? yasemin f. kılıçaslan

O: Neden? Güzel soru… Çünkü kendisi beni pek çok kez aşağılamış, küçümsemiş, beni diğer kardeşlerimden daha küçük görmüş -ki bunu çoğu kez hissettirdi; yukarıda Allah var!- başkalarının beni aşağılamasına müsaade etmiş bir insandır…

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Örneğin, birkaç kez bana kız kardeşimin –özellikle liseye giderken- pek çok hayranı olduğundan bahsetmişti. Zaten onun güzelliğini över dururdu hep… Liseyi bitirdikten sonra bir gün sohbet ediyoruz. Ben; anne kız güzelce, arkadaşça sohbet ederiz diye düşünerek “Biliyor musun, sınıfımın bulunduğu katın duvarına biri benim adıma ilân-ı aşk etmişti, yine servisi beklediğim yerde de adıma “Seni seviyorum…” yazıları görmüştüm ve duvarlarda, başka yerlerde… Hatta bir gün okula giderken yolumda güller bulmuştum… Annemin karşılığı ne oldu ne dersin? yasemin f. kılıçaslan

BEN: Nedir? yasemin f. kılıçaslan

O: “Sen yanlış anlamışsındır, onlar senin için değildir…” Evet… Doğru; çünkü ben kimsenin beğenmeyeceği, hayranlık duymayacağı bir kız idim… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Öyle olduğunu sanmıyorum, sen çok güzelsin! yasemin f. kılıçaslan

O: Dünyaya göre öyle, aileme göre değil… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Dünya daha kalabalık… J yasemin f. kılıçaslan

O: J yasemin f. kılıçaslan

BEN: Peki, ya ailen konusunda yanılıyorsan? yasemin f. kılıçaslan

O: Aptal değilim; yaşadıklarım, gördüklerim, duyduklarım ve hissettiklerim bana yeterli kanıt oldu…

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Hani derler ya anlatılmaz, yaşanır… Ben ne yaşadığımı biliyorum ama böyle anlatınca, inanılması güç geliyor hâliyle… yasemin f. kılıçaslan

 Bir örnek daha vereyim; yine genç kızlık dönemimde babam bana “Seni şu ailenin kızıyla değiştirelim!” demişti. Güldüm; aile dostumuzun kızını bende çok seviyordum. Sonra dedi ki “Ama onun ailesi seni ister mi bilemem…” yasemin f. kılıçaslan

BEN: Yorumsuz… yasemin f. kılıçaslan

O: Başkaların çocukları her zaman daha değerli oldu onlar için; hiç unutmuyorum kız kardeşim çalıştığı şirketin sahibinin oğlu hakkında konuşuyordu; çocuk benden 1–2 yaş küçüktü. Ama öyle akıllı öyle şahane bir çocukmuş ki sınıfı asla takdirsiz geçmezmiş…

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Lâfı uzatmayacağım… Çocuk bizim liseye başladı; ara sıra karşılaşıp konuşuyoruz böyle. Sınıfta kaldığını duydum, şaşırdım. Onunla aynı sınıfta okuyan bir arkadaşım dedi ki “Ne sanıyordun, bu, ortaokulu bile zor bitirdi, hiç zayıfsız geçmezdi ki…

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: O an şunu anladım; bu çocuk okul konusunda başarısız olabilir ama “olumsuz yanını dışarı vurmayan, onu deşifre etmeyen, daha da onu iyi ve başarılı gösteren, kısaca onu çok seven ve sahiplenen bir aileye sahipti. Bense… yasemin f. kılıçaslan

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Her insan, her genç kız gibi benimde çok yanlışım oldu ama onların eleştiri anlayışı hep hakaret şeklindeydi. Bir annenin kızına açık seçik küfür, hakaret ettiği görülmüş şey midir? Ben böyle şeyleri filmlerdeki kötü karakterlerde gördüm… Yanlışlarım oldu ama hiçbir zaman aşağılık işlere bulaşmadım, kimsenin hakkında kötü konuşmadım, ne olursa olsun dine yönelmeye çalıştım, çabaladım durdum, kendimi bulmaya çalıştım ama en ufak yanlışımda “Seni bu yanlışa iten sebep neydi?” sorusu yerine, “Sen şöylesin, böylesin…” hakaretlerine maruz kaldım… Adalet bu muydu?

BEN: Eleştiri iki türlüdür: “Olumlu Eleştiri - Olumsuz Eleştiri” yasemin f. kılıçaslan

Ancak çoğu insan eleştirinin ne olduğunu bilmez, zannederler ki bir insanın yanlışını yüzüne vurmak, ya da yaptığı işi kötülemek… Asla! Mesela bir resim yaparsın ama ufak bir hata yapmışsındır. Ne olabilir bu? Yerde karlar varken ağaçlarda çiçekler açmıştır. Yani bir tezatlık söz konusudur… Ama bunu uygun bir dille anlatırsın… Yanlışlara gelince; insanlar birbirlerinin açığını yakalamaya çalışır durur, dünya böyledir. Sanırım senin ki de bundan ibaret… yasemin f. kılıçaslan

O: Kesinlikle öyle; çevrem ne yazık ki böyle insanlarla doluydu ki hâlâ öyle; insanlar dünyanın her yerinde aynı; nereye gidersen git karşısına hep böyle tipler çıkıyor. Bendeki de şans işte…

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Yeteneklerimi sorguladım; neler yapabilirim, ne gibi becerilerim var diye kendime sordum, farklı alanlarda kendimi denemek istedim. Bir gün olsun bana “Kızım, sen neler yapıyorsun, isteklerin, hayallerin nedir, nasıl bir okula gitmek istersin?” gibi sorular soran, beni geleceğe hazırlayan, benimle arkadaşlık eden bir ailem olmadı. Ama zayıf getirdiğim zaman ya da sınavda barajı aşamadığım zaman çok güzel hakaret etmeyi bilen bir babaya sahiptim… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Mesela? yasemin f. kılıçaslan

O: Mesela resim yapayım dedim; annem hemen karşı çıktı; ressamlar para kazanamıyor, ucuz bir iş, vasat bir meslek… Ama şimdi bir yakınım resme başladı ve onları el üstünde tutuyor, işte evlat kayırmaya bir örnek daha… Diyorum ya ne yaşadığımı bir ben biliyorum birde Allah!

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Neye el attıysam başarılı oldum ama kendimi gösteremedim. Her zaman bir şeyleri ertelemek zorunda kaldım, buna mecbur edildim ama en kötüsü ise güvendiğim dağlara kar yağmasıydı…

BEN: Nasıl yani? yasemin f. kılıçaslan

O: Bırak bende kalsın! yasemin f. kılıçaslan

BEN: Saygı duyuyorum! yasemin f. kılıçaslan

O: Ne inancımı beğendirebildim, ne de yaptığım işi beğendirebildim… Yaptığımı işi takdir etmek şöyle dursun, daha da küçümseyerek egolarını tatmin etmeye çalışıyorlardı. Sadece aile içinde değil, aileye dışarıdan katılanlarda aynıydı… –Tövbe Hâşâ- “Ben Allah’a inanmıyorum” diyen ve hiç sevmediğim bir adam kalkmış benim inancımı sorguluyordu. Yine –Tövbe Hâşâ- “Benim Allah’ım rakımdır” diyen insan tanıdım. Kim oluyorlardı da benimle bu şekilde konuşabiliyorlardı. Ne hakla, ne cüretle, kendilerini ne sanıyorlardı! Konuşurlardı tabii, çünkü ben de hep sahipsizdim! yasemin f. kılıçaslan

BEN: Hayır, asla sahipsiz değilsin. Hepimizin yegâne sahibi Allah’tır. Sen kendi kendine sahip çıkacaksın; karakterine, namusuna, bedenine, ahlâkına, imanına, vs… Eğer başkaları sana haksızlık ediyorsa kendini “sen” savunacaksın; bir başkasının seni savunmasını beklemeyeceksin… Herkes kendinden sorumludur; herkesin ameli kendinedir… Bırak kendileriyle baş başa kalsınlar, hiç kimseye mecbur ya da bağlı değilsin. Aile demek; ömür boyu sana karışmaları, müdahale etmeleri, tek doğrunun kendilerinde toplandığı yanılgısıyla seni her konuda acımasızca eleştirebilecekleri demek değildir! Doğarsın, çocuk olursun, büyürsün, kendi ayakların üstünde durursun, evlenirsin, çocuk doğurursun ve çocuğunu büyütürsün ama nasıl? Kendi hayatından vazgeçerek değil; ona konuşmayı öğretirsin, eğriyi doğruyu öğretirsin, dinini öğretirsin, sağlıklı yaşamayı öğretirsin, ona yardımcı ve destek olursun ama bunları yaparken onun “kendini bulması, karakterinin oturması, ne istediğini bilen bir birey olması” için de bir yerde yalnız bırakırsın ki; kendi kendine bir şeyler yapabilmeli, kendine güvenebilmeli, her düştüğünde seni aramamalı… yasemin f. kılıçaslan

O: Hislerime tercüman oldun… Çünkü ben bu dediklerinin hiç birini yaşayamadım; ne çocukluğumda ne gençliğimde… Evliyim, bir kızım var ama bana hâlâ hükmetmeye çalışan bir annem var.

Hıh… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Ne oldu? yasemin f. kılıçaslan

O: Aklıma bir şey geldi de… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Benimle paylaşır mısın? yasemin f. kılıçaslan

O: Güzel etkinlikler düzenleyen kıymetli bir dostum var, bizi de her zaman çağırır ama eşimin öyle sosyal ortamlarda, sözün kısası o taraklarda bezi yoktur. Bir gün anneme “Ya güzel bir etkinlik var ama gidemedim, keşke eşimi beklemek yerine yalnız gitseydim. O zaman etkinliği kaçırmazdım!” dedim ve dedim diyeceğime bin pişman oldum… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Neden? yasemin f. kılıçaslan

O: Annem dedi ki: Gitme zaten, o adam dul…  yasemin f. kılıçaslan

BEN: Ne! yasemin f. kılıçaslan

O: Kendini dünyaya kapatan; dünyaya, gelişmeye, yeni insanlar tanımaya tümüyle karşı bir anneye sahibim ve Allah şahidimdir onunla bir arada olmak, beni gerçekten sıkıyor çünkü sosyal olmak istiyorum; yeni insanlar tanımak, şöyle kaliteli çevreler edinmek… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Çok haklısın. İnsanın insana ihtiyacı vardır! yasemin f. kılıçaslan

O: Evet, ama ben kendimi bildim bileli hep yalnız oldum; yalnızlığa alıştırıldım. Arkadaş, dost edinemedim, edindiğimde de onlardan uzak kaldım. Issız bir yerde yaşamaya mahkûm ettiler; ne konuşabileceğin kimsem vardı, ne de dertleşebileceğim… Oysa doktor demişti ki “Konuş… Yanında konuşacak kimsen olmasa bile ağaçlarla konuş, asla içinde tutma hiçbir şeyi… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Doğru demiş; konuşmak insanı rahatlatır. “Bin bilsen de bir bilene danış…” demişler. Konuşmak, bir şeyleri paylaşmak; bilgi alışverişinde bulunmak… Konuşursun; acıların azalır, kalbe ferahlık verir ya da mutluluğunu paylaşırsın… Sürekli evde oturmak insanı sıkar, boş duranı Allah sevmediği gibi Melun da bu kimseyle fazlaca uğraşır… Belki annenin durumu da böyledir. Yalnız kaldığı için böyle hissediyordur… Kimseye güvenmemesi, kendi güvensizliğinden kaynaklanıyor olabilir. Bence bunun özüne inmek gerek… yasemin f. kılıçaslan

O: Ben annemle çok konuşmaya çalıştım ama yararsız… Sürekli “Sen ne yaşadın ki benim yaşadıklarımın yanında; ben aldatıldım, dövüldüm, sövüldüm, elimden tutan olmadı…” diyerek kafamı yedi durdu yıllarca… En çok da “Elimden tutan olmadı!” sözüne kızıyorum. Niye hep başkalarından medet ummuş ki; insan kendi kendine var olabilmeyi bilmeli… Küçük bir gençlik hatası yapmışsa, bunu bana ödetmeye hakkı yok ki! yasemin f. kılıçaslan

BEN: Evet, çok doğru!  Ancak şurada unutulmaması gereken bir madde var; her insan senin gibi düşünmez… Seni ele alalım; başından türlü olumsuzluklar geçmiş ama sen ne inancını yitirmişsin ne de insanlığını… Tamam, yanlışların olmuş ama bu yanlışlardan yola çıkarak doğruyu bulmayı da başarmışsın. Bunu herkes başaramaz. Annene gelince; anladığım kadarıyla kendi kendine var olabileceğine inanmamış ya da bir şeyleri başarabileceğine; belki inancı yüzünden böyle hareket etmişti, belki de koca dayağını, dışarıdaki mücadeleye tercih etmişti…

O: Şurası kesin ki benim çocukluğumu ve gençliğimi yediler… Bir söz duymuştum; aile hayatın iyi gitmemişse, evlilik hayatında iyi gitmiyor… Yanlışlarımdan biri de evlenmek için seçtiğim erkekti; inançlı biri olduğunu sanıp, güvenip, her şeyi göze alarak evlendiğim insan; sadece kadının başını kapatmayla Cennet’e gideceğini düşünen, karısına evde bikini giydirirken, dışarıda pantolon bile giymemesi için kalbini kıran; karısının güzelliğinden yararlanırken bununla yetinmeyip başka kadınlara, kızlara sulanan, hatta akrabalarına bile… Kadın, dayanamayıp ayrılma kararı aldığında “Neyse, bende bir akrabama evlenme teklifi götürmeyi düşünüyorum!” diyen, yeniden bir araya geldiklerinde de yine bildiğini okuyan, değişmeyen bir erkekti… Ama bana bunları yaşatırken başkalarının kalbini kazanmayı iyi biliyordu… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Ne gibi? yasemin f. kılıçaslan

O: Bana “aslan gibi” kocan var, maşallah, bir sene motosikletle, ertesi sene arabayla seyahat eden biri… Maşallahı var, şusu var, busu var diye diye canımı yediler… Tabii muhteşem kocam motosikletleri, arabaları ya da evleri tek başına aldı, karısı ona hiç ama hiç destek olmadı… Bir kere o motosikleti alabilmek için ben; “yazın bile üşüdüğüm, kışın iltihaplandığım” kutu gibi bir eve razı oldum bu 1, daha iyi evde oturabilirdim ama başka kadınlar gibi davranıp “Ben en iyisine layığım” demedim, en iyisine layık olduğumu bildiğim hâlde bu da 2; 3. kışın o evde karnımın her yanını iltihap kapladı ve bir sabah “o muhteşem eşimi” işe uğurlarken “Beni böyle nasıl bırakabiliyorsun!” dediğimde, bana “Can sıkıyorsun!” deyip arkasına bile bakmadan giden bir erkekle evliydim. tabii kocamın ASLAN'lığı bununla da bitmiyor; örneğin geçtiğimiz günlerde (kırk yılın başında) kütüphane almak için alışverişe çıktık. Ben mobilyalara bakıyorum, o ise mini etekli, çirkin suratlı, sevgiliyle öpüşüp duran rezile bakıyor... Bu zaten her zaman böyleydi; bir yere oturmaya gideriz; benimle ilgilenmek, sohbet etmek şöyle dursun, tutar öpüşen sevgililere bakar, kendisinden yirmi yaş küçük ergenleri gözleriyle takip ederek taciz eder... Ne evlilik ama... "Gel, oturup sohbet edelim!" derim, "Ya bugün kimseyle konuşmadın galiba, canın konuşacak birilerini mi arıyor!" der... Bu mudur yani evlilik; sus pus oturacaksın, hiç bir şey yapmayacaksın; ne emek, ne fedakârlık, ne sevgi, ne sohbet, ne sadakat... Alın size Müslüman, alın size “aslan gibi koca…” ama benim gözümde değil; bana göre öyleleri ancak leş yiyiciler olabilir… Affedersin! yasemin f. kılıçaslan

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Evime sadık kaldım; süsünde püsünde, gezmesinde bir kadın olmadım. Bir gün arabada şoför koltuğunun yanına oturdum diye lâf işitirken kendisi bayan arkadaşlarını öne oturtuyordu…

BEN: Anlıyorum! yasemin f. kılıçaslan

O: Bir gün tatile çıktığımız zaman kızımı yıkayıp temiz giysiler giydirmiştim. Babasına göstermek için balkona çıkarttım ve seslendim; “bulunduğun yerden balkonu görebiliyor musun?” dedim, oradan bacanağı hemen lâfa atıldı; “Rahat bırak şu adamı, bari tatilde rahat bırak, ne o ikide bir sesleniyorsun, her seslendiğinde cevap mı verecek sana!” yasemin f. kılıçaslan

İşte karşınızda ailem ve aileme giren ve asla hayatımda yer almasını istemediğim; insana saygı duymayan, patavatsız kişiler… Tabii o zaman “muhteşem kocam” da sesini çıkarmadı; çünkü bana hakaret edilmesinden oldum olası hoşlanan biriydi… Acaba diyorum insanların bu kadar düşmanlıklarını ya da saygısızlıklarını hak edecek ne yaptım ve aklıma bir şey gelmiyor... Ancak bildiğim büyük bir gerçek var; ben bu erkeği sevemiyorum ve artık öyle bir hâldeyim ki onu sevenlerden, övenlerden de uzak duruyorum. Çünkü onu seven, beni sevmiyor demektir ve benim, beni sevmeyenle işim olmaz… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Sevmek çok geniş bir kavramdır; “Yaratılanı sev, Yaradan’dan ötürü…”

O: Ama içimde iyiye dair bir şey kalmadı ki; hayaller, iyi duygular, sevgi… Hepsi öldü…

BEN: Böyle düşünmekte çok haklısın. Ama yeniden diriltebilirsin… yasemin f. kılıçaslan

O: Diriltecek birisine ihtiyacım var… Artık yoruldum… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Bak, bu yaşına kadar pes etmediysen, yine pes etme. Hayat daha bitmedi. Saçındaki kırları görme ya da onları Allah’ın nuru olarak gör. Allah’a sığın; o, sana yeter. Hepimize yeter! Yönün daima kıbleye olsun. Sana değer vermiyorlar mı, bırak kendi değerleriyle kalsınlar. Belli zamanlarda bir araya geliyorsanız, geçmiş olumsuzlukları hiç yaşanmamış kabul et; onları görme, duyma hatta gerekiyorsa muhatap olma ya da hiç olmadı, al karşına konuş… yasemin f. kılıçaslan

O: İçimden gelmiyor… Beni anlamayanla konuşamam, tükettiğim nefese yazık!

BEN: Seni anlayan birileri elbet vardır. Eğer yok ise de üzülme; koy alnını secdeye, et duanı… Gerisini Rabbimize bırak… O, her şeyin iyisini, doğrusunu bilendir… yasemin f. kılıçaslan

O: Öyle ama bazen kıldığım namazdan bile bir şey anlayamıyorum! yasemin f. kılıçaslan

BEN: Olabilir… Şunu sakın unutma; namaz, Allah’la konuşmak demektir. Onunla konuştuğunu düşünerek ve de sûrelerin, duaların anlamlarını öğrenerek kılmaya çalış. İşte o zaman tamamlanırsın… Kıyamda, rükûda ve secdede ne söylediğini bilirsin… Doktorlardan, ilâçlardan ya da başkalarından medet ummak yerine Allah’a sığın… Önüne takılan engelleri bir bir ayıkla ve sosyal ol. Asla yalnızlığa kapılma; spor yap, yürüyüş yap, sözüne ettiğin etkinliklere katıl; kimsenin sana mani olmasına izin verme. Belki bu yaşına kadar bulamadın ama bu, bundan sonra da yalnız kalacağın, üzüleceğin, kırılacağın, aşağılanacağın ya da bir dost bulamayacağın anlamına gelmiyor… Daha önce de söylediğim gibi hayat daha bitmedi; eğer bitti dersek, pes etmişiz demektir…

O: Gerçekten sağ ol… yasemin f. kılıçaslan

8 Şubat 2015 Pazar

İNSAN OLMAK


İNSAN OLMAK

Yasemin F. Kılıçaslan

            Her insan doğar, ona biçilen ömrü yaşar ve ölür ama öyle ama böyle… rabbim, herkese hayırlı, sağlıklı, huzurlu, şerefli, namuslu bir ömür ve eceli ile iman üzere ölüm nasip etsin! Âmin! Yasemin F. Kılıçaslan

Doğmak – ölmek… bunlar kaçınılmaz olgulardır ancak nasıl bir yaşam seçeceğimize kendimiz karar verebiliriz; zira görünüşte herkes insandır ama ya göremediğimiz kısımları?

Yeni bir insan tanırız; görünüşte hoş biridir, kültürlüdür, eğitimlidir, hatta dindar ve insancıldır; onu tanımak, onunla aramızda bir hukuk oluşturmak isteriz ve bu bağlamda o insanla belli bir zaman geçiririz… zaman, her şeyin ilâcıdır derler ya işte lâfı getirmek istediğim temel nokta tam da bu: zaman geçtikçe aslında o beğendiğimiz, güvendiğimiz insanın, olduğundan çok daha farklı olduğunu anlarız. Nasıl mı? İnsanoğlu hata yapabilme eğilimine sahiptir; ne kadar mükemmel görünmeye çalışırsa çalışsın mutlaka bir yerde açık verir ama öyle ama böyle… Yasemin F. Kılıçaslan

Örnek vereyim; ortaöğretim öğrencisi iken aynı sınıfı, sırayı paylaştığım bir arkadaşım, bana ailesinden bahsetmişti; babasını kaybettiğinden, annesinin dil rehberi olduğundan, araba kullandığından, evlerinin saray gibi olduğundan, diğer öğrenciler bir milyon bile getiremezken (o zamanlar milyon vardı) kendisinin on milyondan aşağı harçlık getirmediğinden… peki, tüm bunlar doğru muydu? Bana başta da inandırıcı gelmeyen bu sözlere başımı sallayıp geçtikten sonra onunla birlikte zaman geçirmeye devam ettim. İyi bir arkadaştı, zararsızdı ama… Yasemin F. Kılıçaslan

Bir gün bana, aynı mahallede oturan bir kız arkadaşının ondan bir elbise istediğini, onun da elbiseyi ödünç olarak verdiğini söyledi. Arkadaşı, elbiseyi bir düğünde giyip sonra geri verecekmiş ve öyle de olmuş. Ancak, elbiseye zarar vermiş… bana dedi ki “Arkadaşım, elbiseme zarar vermiş ama ben sesimi bile çıkarmadım çünkü arkadaşlarım benim için değerlidir ama mala önem veren bir insan değilim!” Yasemin F. Kılıçaslan

Aradan zaman geçti; sınıftan bir arkadaşımız bizden kalem istedi, bende fazla kalem yoktu ancak bahsettiğim kız arkadaşımda vardı ve verdi de… Basit bir kalemdi. Ancak, geri geldiğinde gördük ki kalemin mürekkebi bitmiş ve arka kısmı da nasıl olduysa çıkmıştı. Arkadaşlarına değer verdiğini ve mala önem vermediğini söyleyen arkadaşım buna öyle kızmıştı ki hele o ettiği lâfı hâlâ unutmuyorum: “Malıma zarar gelmesinden nefret ediyorum!”

Daha sonra evlerine ziyaret gittik; babasını kaybettiği doğru ancak annesini gördüğüm anki şaşkınlığımı uzun süre üzerimden atamadım çünkü dil rehberi olmak şöyle dursun, türkçeyi bile zor konuşan, okumamış, oldukça salaş giyinen ve ehliyeti bulunmayan cahil bir kadındı… sanırım geri söze gerek yok! Yasemin F. Kılıçaslan

Bazı insanlar da vardır ki dışarıdan bakıldığında havalı bir duruşa sahiptirler; yanına kimseyi yaklaştırmayan, burnu havalı, küçük dağları ben yarattım edaları takınan türden… bir şekilde tanışırız ve çok değil, sadece birkaç dakika içinde aslında öyle olmadığını anlarız… nasıl mı? Burada, dış görünüşe aldanmamak gerektiğini, insanların duruş, bakış şekillerinin farklı olabileceği konusu üzerinde durmak istiyorum… Yasemin F. Kılıçaslan

dışarı çıktığımızda karşımızdan bin türlü insan gelir, yanımızdan geçer giderler; yaşları, cinsleri, tenleri, giyimleri, konuşmaları, vs birbirinden farklı binlerce insan görürüz her gün; kimisi neşelidir, kimisi somurtkan, kimisi gevezedir kimisi suskun, kimisi güler yüzlüdür kimisi burnundan kıl aldırmayan… Yasemin F. Kılıçaslan

Bundan yaklaşık on yıl evvel bir yakınımı toprağa verdim. Haberi aldığımda evimden kilometrelerce uzaktaydım ve yaşadığım evde (akrabamın evi) telefon yoktu; telefon edebilmek için dışarı çıkmış ve Türk Telekom’a gitmiştim. Ruh gibiydim; gözlerim kimseyi görmüyordu ve etrafıma boş bakışlar fırlatarak yürüyordum. Yaşadıklarım kolay değildi ama ölüm Allah’ım emriydi! O güne kadar dışarıya her çıktığımda insanları analiz eder, sanki hiç dertleri, sıkıntıları yokmuş gibi düşünürdüm! Çünkü kendimde öyleydim; hayatı fazla ciddiye almayan, üniversite sınavına hazırlanan bir genç kız… Çocukluk işte… Yasemin F. Kılıçaslan

Türk telekom’a gidip gelirken beni yolda gören insanlar, hakkımda kim bilir neler neler düşündü? Yolda yürüyüp giden sıradan bir kız; yüzü gülmeyen, gözleri boş bakan, belki kaşları çatık belki de donuk bir surat ifadesi… İşte o günden sonra insanlara farklı gözle bakmaya başladım; dış görünüme aldanmamak gerektiğini, çok mutlu görünen bir kimsenin içinin kan ağlayabileceğini ya da çok mutsuz görünen bir kimsenin de aslında içten içe nasıl da mutlu olduğunu… Yasemin F. Kılıçaslan

İnsanlara peşin hüküm vermek ve bu hükmün doğruluğundan emin olmak öyle sandığımız kadar kolay değildir. İnsan, kırk yılını paylaştığı hayat arkadaşını bile yeterince tanıyamazken, aradan yıllar geçtikçe onun yeni özelliklerini, olumlu ve ya olumsuz yönlerini öğrenirken, diğer kimseleri nasıl “Ben bu insanı çok iyi tanıyorum!” diyebilir ki?

Bazı insanlar da vardır ki oldukları gibidirler; örneğin konuşkan insanları, az konuşanlara göre tanımamız daha kolay olur. Her şeyleri dillerindedir ama suskun insanları tanımak hayli zordur çünkü ne düşündüklerini bilemeyiz; kapalı bir kutu gibidirler ve çoğumuz da böyle kimselerden hoşlanmayız. Açık sözlülük, ne düşündüğünü söylemek herkesin tabii hakkıdır ama kimi söyler, kimi söylemez… Yasemin F. Kılıçaslan

Emin olduğum bir gerçek var ki o da görünüşte herkesin “iyi, hoş” olduğudur. Ne var ki çoğu kez yanılırız; güvendiğimiz, arkadaş bildiğimiz, dertlerimizi, sıkıntılarımızı paylaştığımız, hatta sırlarımızı verdiğimiz insanlar vardır ama gün gelir bizi öyle bir sırtımızdan bıçaklarlar ki; büründüğümüz ruh hâlinden ötürü ona mı, yoksa gözü kapalı güvendiğimiz için kendimize mi kızacağımızı bilemeyiz… ben çok fazla böyle insan tanıdım, dahası insan görünümünde başka varlıklar desem daha doğru olur; yaşadığım çevre içinde, edindiğim yeni çevrelerde… Yasemin F. Kılıçaslan

Örneğin komşuluk ilişkileri: dört yıl önce yeni taşındığım siteden, bloktan söz etmek gerekirse; bin bir heyecanla taşındım, yeni komşularım olacağı için coşkulu ve de mutluydum. Birkaç daire ile tanıştım, ben onlara gittim, onlar bana geldi. aradan iki yıl geçti ve ben bu insanlardan uzaklaşmaya başladım. sebep ise eğitim ve kültür seviyemim artmasıydı. “Nasıl bir eğitim ve kültür bu?” diye sorarsanız eğer bende göğsümü gere gere derim ki her şeyden önce İSLÂMİ KÜLTÜR! Bunu maddeler hâlinde sıralamak istiyorum:

  1. İslâm; dosdoğru olmayı gerektirir: Gözünü haramdan sakınmak…
  2. İslâm; dürüst olmayı gerektirir: Gıybete, dedikoduya yer vermez…
  3. İslâm; sözü özü bir olmayı gerektirir: İnsanların arkasından konuşulmaz…
  4. Boş duranı Allah sevmez: Bir insan zamanını verimli geçirmeye çabalıyorsa ki Allah çalışanı sever, onu rahatsız ederek zamanını öldürme hakkımız yoktur…
  5. İslâm, övmeyi ve övünmeyi sevmez: Kendini de karşındakini de övmeyeceksin…
  6. Bir Hadis-i Şerif': Kötülük etmeyin, ayıp araştırmayın! Kim bir müslümanın aybını araştırırsa, Allahü teâlâ da onun aybını ortaya çıkarır ve böyle bir kimse, en gizli bir yerde sığınsa bile, onu rezil eder.
  7. İslâm; hoş görü dinidir: İnsanız; hasta olduğumuz, sıkıntı geçirdiğimiz ya da başka sebeplerden ötürü yalnız kalmak istediğimiz zamanlar pek tabii olabilir; bunu anlamayan, buna anlayış göstermeyen kimseler ki çevremiz böyle tiplerle dolu, gerçek komşu, gerçek dost değildir… Yasemin F. Kılıçaslan

Benim komşuluk anlayışım şudur; komşu, komşunun külüne muhtaçtır, amenna ama karşımızdaki kişiyi sürekli görüşmek isteyerek sıkboğaz etmek, onun zamanını beyhude konularla çalmak da doğru değildir. İnsan, çok samimî olmadığı bir kimse ile sırf komşusu olduğu için her gün görüşmek zorunda değildir. Çünkü herkes, herkesle anlaşamaz… Çok sevdiğim bir söz vardır: “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.”
Beni, insanlardan asıl uzaklaştıran ise “gördüklerim ve duyduklarımdır”; bir komşum bana gelip diğer komşularını anlatıyor, kötülüyor ve benim zamanımı boşa harcıyorsa, yetmiyormuş gibi birde o arkasından konuştuğu komşusunun yüzüne bakıp gülebiliyor, ona selâm verebiliyorsa, ben o insandan uzaklaşırım! Burada, İslâm’a olan inancımın nezdinde aklım ve mantığım devreye girer; bugün bana başkasının dedikodunu yapan, yarın gider ona da benim dedikodumu yapar...

Yine gördüğüm ve hoşuma gitmeyen bir şey daha; abartılacak düzeyde içli dışlı olmak ve birbiriyle yüz göz olup kavgaya tutuşmak… Komşuluk bu mudur Allah aşkına; gider bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sorarsın ya da o gelir senden bir şeyler ister, elinde varsa paylaşırsın; “acılar paylaşıldıkça azalırken sevgiler de çoğalır” diye boşuna dememişler… Yine kendimden örnek vereyim; çalışmayı, okumayı, üretmeyi ve paylaşmayı çok seven bir insanım. Yukarıda Allah var ve bende YALAN YOK! Ayrıca sağlıklı yaşam sürmekte olup spora zaman ayıran biriyim de… Sözün kısası, göz açıp kapayıncaya kadar hızla geçip giden şu fani dünyada doğru ve faydalı işler yapmaya çalışıyorum; çalışmak, okumak, üniversiteye gitmek, üretmek ve ailemle verimli vakit geçirmek... Bunun nezdinde, kaliteli insanlar tanımaktan da her zaman hoşnut olmuşumdur. Bu yüzdendir ki bu tarz ziyaretlerden, boşa zaman geçirmeme neden olan dedikodu ortamlarından, başkalarının hayatlarından konuşmaktan hoşlanmıyorum. Bana, gelip izlediği diziyi ya da herhangi bir komşusunu anlatan kişi ile benim ne ortak yönüm olabilir ya da ben bu insanla ne konuşabilirim! Öte yandan sürekli kendini anlatan, yine kendini ve yakınlarını öven insanlardan da zerrece hazzetmem… Yukarıdaki maddeleri yazma nedenim de işte tamda budur; ikiyüzlülükten ve kendini öve öve bitiremeyen, patavatsız insanlardan ırağım...Yasemin F. Kılıçaslan

"İnsan Gibi" insanlarla bir araya gelmekten, kültürel sohbetlere katılmaktan hoşlanır; zamanımı, ibadetimi, eğitimimi boşa harcatmayan, daha da bana verim ve pozitif enerji kazandıran kimseler tanımak ve arkadaşlık etmekten yanayım ve bunun için çırpınıyorum… "Dost ise düşünme, ver ömrünü gitsin; dost değilse hiç bekletme yol ver gitsin." demiş Mevlana Hazretleri...

İnsanlık konusuna devam ederken… Yıllar önce yine bir arkadaşım vasıtasıyla tanıdığım bir adamın oldukça kültürlü, düzgün kişilikli bir beyefendi olduğunu düşünmüştüm ancak yanıldığımı, aradan birkaç zaman geçtikten sonra anlayabildim ve o beyefendi görünümün arkasında nasıl da kişiliksiz, kadın avcısı, sapık ruhlu biri olduğunu görüp hayretler içinde kaldım. Hakkında duyduğum tek bir şeyi yazacağım; iş yerine çay getiren gencecik bir kıza “Sağ ol ağabeyim!” deyip de arkasından “Seni ilk gördüğüm yerde parçalarım!” diye gizlice lâf atacak kadar beyefendi görünümlü bir ahmak! Kendimi ve yakınlarımı, böyle kimselerden uzak tutmaya çalışıyor, böyle Şeytanî mahlûklardan Rabbime sığınıyorum!
 
Konuyu şu sevdiğim söz ile kapatıyorum: Yasemin F. Kılıçaslan

Üç tür insan vardır: Yasemin F. Kılıçaslan

1.      Büyük insanlar: Düşünceler ile uğraşır. Yasemin F. Kılıçaslan

2.      Orta insanlar: Olaylar ile uğraşır. Yasemin F. Kılıçaslan

3.      Küçük insanlar: İnsanlar ile uğraşır. Yasemin F. Kılıçaslan

Bilhassa arkamdan konuşan, bazen patavatsızlığı tutup da yüzüme karşı ne dediğini bilmeyen, kıskanç kimselerde karşılaştığımda hep üçüncü madde gelir aklıma…

Yasemin F. Kılıçaslan

İşte böyle… Görünüşte hepimiz insanız ama içimizi, kalbimizi, ruhumuzu bizden iyi bilen Yüce Allah’ın günahkâr kullarıyız! Anlayana… Sevgiler… Yasemin F. Kılıçaslan

Yasemin F. Kılıçaslan

Yasemin F. Kılıçaslan Yasemin F. Kılıçaslan