yazı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yazı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Şubat 2015 Salı

SANAT DENİLİNCE



SANAT

Yıllar önce, kitap yazmaya karar verdiğim sırada bir arkadaş ortamında bir adamla tanışmış ve ona; öğretmenlerimin beni çok beğendiklerinden, ses oyunculuğumu başarılı bulduklarından, ayrıca yazmayı düşündüğüm öyküyü de (roman) beğendiklerinden bahsetmiştim. Aynı sıralarda bir başka arkadaşımız da müziğe karşı olan duyarlılığından, hatta (burada ismini vermek, kendisini deşifre etmek istemiyorum) ünlü bir ses sanatçısı ile tanıştığından ve birlikte gitar çaldıklarından bile bahsetmişti… Sanata önem veren bir birey olarak ben kendi adıma çok sevinmiş ve o arkadaşa destek vermiştim, tabii o da bana…

Üreten insanı severim. Aradan birkaç zaman geçti ve bu süre zarfında bahsettiğim, arkadaş ortamında tanıdığım o adamı gördüm yine; sürekli etrafımızda olup hiç konuşmuyor ve bizden uzak duruyordu. Mesafeli duruşu, rahatsız edici bakışlarıyla ortamı da geriyordu. Bizde buna bir anlam veremiyorduk; ancak sonrasında anladık ki sebebi kıskançlıkmış. Bir gün karşımıza çıktı ve dedi ki “Sanat kelimesinin anlamını bilmeyen insanlarsanız, bence sözlüğü açıp bir okuyun!” Yasemin F. Kılıçaslan

Şaşırdık tabii ve bende ona dedim ki “Sanat, insanın yeteneklerinin sonucu ortaya çıkan bir eser; bir resim, bir kitap, bir tiyatro, bir şarkı, vb… emek verilen bir olgudur ve belli ki siz bunlardan yoksunsunuz, olanı da hazmedemiyorsunuz…”

Şu sözü hatırlarım hep: “Emeğin değerini, emek vermesini bilenler anlar.”

Böyleleri ile öyle çok karşılaştık ki gerek yakınımızda gerekse uzağımızda; takdir edilmek şöyle dursun; küçümsemeye ve belki de içten içe besledikleri kıskançlığı, çekememezliği kusmaya ça1ıştılar. Ama bir şeyi unuttular; amaçsız, hayalsiz bir gelecek olamaz; bu dünyaya geliş gayemizi unutmamalı, yeteneklerimizi göz ardı etmemeli, duygu ve isteklerimizi, hayallerimizi ve de yeteneklerimizi harcamamalıyız… 

Kesinlikle uzak durduğum insan türü; “İyi ve doğru işler yapmaya çalışan insanları nedenli nedensiz yargılayan, yaptıkları işleri beğenmeyen, küçümsemeye kalkan ve ayakları takılıp düşsün diye önlerine çeşitli engeller koymaya çalışan kimseler; ne büyük hayâsızlık, ne büyük zalimliktir ki bunu yaparken yüzleri bile kızarmıyor!

Böyle insanlarda şunu fark ettim; hayatta bir amacı olmayan, özgüveni gelişmemiş, velhasıl hayata tutunmayan, tutunamayan ya da tutunmak istemeyen kişiler, başkalarının da başarısını görmek istemiyorlar. Tembel bir öğrencinin, başarılı bir sınıf arkadaşının aldığı yüksek notu kıskanması, ona kötü lâkaplar takması gibi… 

Yine birkaç yıl önce kendi aramızda hatıra fotoğrafları çektirdik; o gün derse gelmeyen ve bunun sonucunda fotoğraf çekimine katılamayan ve daha sonra çektiğimiz fotoğrafları gören bir arkadaşımız çıktı, dedi ki (kendine değil de pahallı fotoğraf makinesine güvenen biriydi) “Benim olmadığım nereden belli, fotoğrafların kalitesinden…”

Bende ona dedim ki “Marifet fotoğraf makinesinde değildir, fotoğraf çekmek her şeyden önce bir sanattır…” 

Ve bu sözüme herhangi bir karşılık gelmedi… 

GÖRSEL ESTETİK Ders Kitabı’nın ana sayfasında gördüğüm, okuduğum ve gerçekten de çok etkilendiğim bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Yazı, Ülkü Tamer’e ait olup Ara Güler’in fotoğrafçılık ile ilgili sözlerinden ibarettir ve öyle güzel anlatmış ki…


Ne zaman Ara Güler'in adı geçse, aklıma bir olay gelir önce. 
1980'lerin başıydı. Yayınevi yöneticiliği yaptığım dönem... Günün birinde Ara heyecanla daldı odama.
"Ülkü," dedi, "bir kitap hazırladım. Fotoğraf albümü. Hemen bas. Bir milyon satacağız."
"Sen çıldırdın mı?" dedim. "Gazeteler bile bir milyon satmıyor."
Ara hemen yanıtı yapıştırdı:
"O zaman beş bin garanti."

Kitabı bin beş yüz bastık. Yayıncılık yıllarımda bana en büyük kıvanç veren kitaplardan biri oldu.
Bir gün yine heyecanla geldi. Bu kere burnundan soluyordu.
"Hayrola?" dedim.
"Ne adamlar var... Bana soruyorlar. ‘Sen ne marka makineyle fotoğraf çekersin?’ diye. Fotoğraf makineyle mi çekilir! Şimdi en iyi, en gelişmiş daktilo bende olsa en büyük yazar ben mi olurum! Roman daktiloyla mı yazılır!"
Bir an soluklandı.
Gözleriyle kalbini göstererek, "Arkadaş," dedi, "fotoğraf burayla, burayla çekilir. Ben Singer dikiş makinesiyle bile fotoğraf çekerim... Şunlara bak. Alıyorlar Leica'yı, Canon'u, Nikon'u ellerine, yola düşüyorlar. Bir köylü mü gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Koyun sürüsü mü gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Çadır mı gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Ben bir çobanın fotoğrafını çekeceksem, onunla oturmalıyım, birlikte yemek yemeliyim, gece çadırında kalmalıyım... Onu tanımalıyım. Fotoğrafını ancak ondan sonra çekebilirim."
Ara, durup dururken dünyanın en iyi fotoğrafçılarından biri olmamış...

Sabah Gazetesi’nden alınan bir makale; ders kitabımızda paylaşılmış, bende buradaki yazımda paylaşmak istedim…

Sevgiler…



Yasemin F. Kılıçaslan




8 Şubat 2015 Pazar

İNSAN OLMAK


İNSAN OLMAK

Yasemin F. Kılıçaslan

            Her insan doğar, ona biçilen ömrü yaşar ve ölür ama öyle ama böyle… rabbim, herkese hayırlı, sağlıklı, huzurlu, şerefli, namuslu bir ömür ve eceli ile iman üzere ölüm nasip etsin! Âmin! Yasemin F. Kılıçaslan

Doğmak – ölmek… bunlar kaçınılmaz olgulardır ancak nasıl bir yaşam seçeceğimize kendimiz karar verebiliriz; zira görünüşte herkes insandır ama ya göremediğimiz kısımları?

Yeni bir insan tanırız; görünüşte hoş biridir, kültürlüdür, eğitimlidir, hatta dindar ve insancıldır; onu tanımak, onunla aramızda bir hukuk oluşturmak isteriz ve bu bağlamda o insanla belli bir zaman geçiririz… zaman, her şeyin ilâcıdır derler ya işte lâfı getirmek istediğim temel nokta tam da bu: zaman geçtikçe aslında o beğendiğimiz, güvendiğimiz insanın, olduğundan çok daha farklı olduğunu anlarız. Nasıl mı? İnsanoğlu hata yapabilme eğilimine sahiptir; ne kadar mükemmel görünmeye çalışırsa çalışsın mutlaka bir yerde açık verir ama öyle ama böyle… Yasemin F. Kılıçaslan

Örnek vereyim; ortaöğretim öğrencisi iken aynı sınıfı, sırayı paylaştığım bir arkadaşım, bana ailesinden bahsetmişti; babasını kaybettiğinden, annesinin dil rehberi olduğundan, araba kullandığından, evlerinin saray gibi olduğundan, diğer öğrenciler bir milyon bile getiremezken (o zamanlar milyon vardı) kendisinin on milyondan aşağı harçlık getirmediğinden… peki, tüm bunlar doğru muydu? Bana başta da inandırıcı gelmeyen bu sözlere başımı sallayıp geçtikten sonra onunla birlikte zaman geçirmeye devam ettim. İyi bir arkadaştı, zararsızdı ama… Yasemin F. Kılıçaslan

Bir gün bana, aynı mahallede oturan bir kız arkadaşının ondan bir elbise istediğini, onun da elbiseyi ödünç olarak verdiğini söyledi. Arkadaşı, elbiseyi bir düğünde giyip sonra geri verecekmiş ve öyle de olmuş. Ancak, elbiseye zarar vermiş… bana dedi ki “Arkadaşım, elbiseme zarar vermiş ama ben sesimi bile çıkarmadım çünkü arkadaşlarım benim için değerlidir ama mala önem veren bir insan değilim!” Yasemin F. Kılıçaslan

Aradan zaman geçti; sınıftan bir arkadaşımız bizden kalem istedi, bende fazla kalem yoktu ancak bahsettiğim kız arkadaşımda vardı ve verdi de… Basit bir kalemdi. Ancak, geri geldiğinde gördük ki kalemin mürekkebi bitmiş ve arka kısmı da nasıl olduysa çıkmıştı. Arkadaşlarına değer verdiğini ve mala önem vermediğini söyleyen arkadaşım buna öyle kızmıştı ki hele o ettiği lâfı hâlâ unutmuyorum: “Malıma zarar gelmesinden nefret ediyorum!”

Daha sonra evlerine ziyaret gittik; babasını kaybettiği doğru ancak annesini gördüğüm anki şaşkınlığımı uzun süre üzerimden atamadım çünkü dil rehberi olmak şöyle dursun, türkçeyi bile zor konuşan, okumamış, oldukça salaş giyinen ve ehliyeti bulunmayan cahil bir kadındı… sanırım geri söze gerek yok! Yasemin F. Kılıçaslan

Bazı insanlar da vardır ki dışarıdan bakıldığında havalı bir duruşa sahiptirler; yanına kimseyi yaklaştırmayan, burnu havalı, küçük dağları ben yarattım edaları takınan türden… bir şekilde tanışırız ve çok değil, sadece birkaç dakika içinde aslında öyle olmadığını anlarız… nasıl mı? Burada, dış görünüşe aldanmamak gerektiğini, insanların duruş, bakış şekillerinin farklı olabileceği konusu üzerinde durmak istiyorum… Yasemin F. Kılıçaslan

dışarı çıktığımızda karşımızdan bin türlü insan gelir, yanımızdan geçer giderler; yaşları, cinsleri, tenleri, giyimleri, konuşmaları, vs birbirinden farklı binlerce insan görürüz her gün; kimisi neşelidir, kimisi somurtkan, kimisi gevezedir kimisi suskun, kimisi güler yüzlüdür kimisi burnundan kıl aldırmayan… Yasemin F. Kılıçaslan

Bundan yaklaşık on yıl evvel bir yakınımı toprağa verdim. Haberi aldığımda evimden kilometrelerce uzaktaydım ve yaşadığım evde (akrabamın evi) telefon yoktu; telefon edebilmek için dışarı çıkmış ve Türk Telekom’a gitmiştim. Ruh gibiydim; gözlerim kimseyi görmüyordu ve etrafıma boş bakışlar fırlatarak yürüyordum. Yaşadıklarım kolay değildi ama ölüm Allah’ım emriydi! O güne kadar dışarıya her çıktığımda insanları analiz eder, sanki hiç dertleri, sıkıntıları yokmuş gibi düşünürdüm! Çünkü kendimde öyleydim; hayatı fazla ciddiye almayan, üniversite sınavına hazırlanan bir genç kız… Çocukluk işte… Yasemin F. Kılıçaslan

Türk telekom’a gidip gelirken beni yolda gören insanlar, hakkımda kim bilir neler neler düşündü? Yolda yürüyüp giden sıradan bir kız; yüzü gülmeyen, gözleri boş bakan, belki kaşları çatık belki de donuk bir surat ifadesi… İşte o günden sonra insanlara farklı gözle bakmaya başladım; dış görünüme aldanmamak gerektiğini, çok mutlu görünen bir kimsenin içinin kan ağlayabileceğini ya da çok mutsuz görünen bir kimsenin de aslında içten içe nasıl da mutlu olduğunu… Yasemin F. Kılıçaslan

İnsanlara peşin hüküm vermek ve bu hükmün doğruluğundan emin olmak öyle sandığımız kadar kolay değildir. İnsan, kırk yılını paylaştığı hayat arkadaşını bile yeterince tanıyamazken, aradan yıllar geçtikçe onun yeni özelliklerini, olumlu ve ya olumsuz yönlerini öğrenirken, diğer kimseleri nasıl “Ben bu insanı çok iyi tanıyorum!” diyebilir ki?

Bazı insanlar da vardır ki oldukları gibidirler; örneğin konuşkan insanları, az konuşanlara göre tanımamız daha kolay olur. Her şeyleri dillerindedir ama suskun insanları tanımak hayli zordur çünkü ne düşündüklerini bilemeyiz; kapalı bir kutu gibidirler ve çoğumuz da böyle kimselerden hoşlanmayız. Açık sözlülük, ne düşündüğünü söylemek herkesin tabii hakkıdır ama kimi söyler, kimi söylemez… Yasemin F. Kılıçaslan

Emin olduğum bir gerçek var ki o da görünüşte herkesin “iyi, hoş” olduğudur. Ne var ki çoğu kez yanılırız; güvendiğimiz, arkadaş bildiğimiz, dertlerimizi, sıkıntılarımızı paylaştığımız, hatta sırlarımızı verdiğimiz insanlar vardır ama gün gelir bizi öyle bir sırtımızdan bıçaklarlar ki; büründüğümüz ruh hâlinden ötürü ona mı, yoksa gözü kapalı güvendiğimiz için kendimize mi kızacağımızı bilemeyiz… ben çok fazla böyle insan tanıdım, dahası insan görünümünde başka varlıklar desem daha doğru olur; yaşadığım çevre içinde, edindiğim yeni çevrelerde… Yasemin F. Kılıçaslan

Örneğin komşuluk ilişkileri: dört yıl önce yeni taşındığım siteden, bloktan söz etmek gerekirse; bin bir heyecanla taşındım, yeni komşularım olacağı için coşkulu ve de mutluydum. Birkaç daire ile tanıştım, ben onlara gittim, onlar bana geldi. aradan iki yıl geçti ve ben bu insanlardan uzaklaşmaya başladım. sebep ise eğitim ve kültür seviyemim artmasıydı. “Nasıl bir eğitim ve kültür bu?” diye sorarsanız eğer bende göğsümü gere gere derim ki her şeyden önce İSLÂMİ KÜLTÜR! Bunu maddeler hâlinde sıralamak istiyorum:

  1. İslâm; dosdoğru olmayı gerektirir: Gözünü haramdan sakınmak…
  2. İslâm; dürüst olmayı gerektirir: Gıybete, dedikoduya yer vermez…
  3. İslâm; sözü özü bir olmayı gerektirir: İnsanların arkasından konuşulmaz…
  4. Boş duranı Allah sevmez: Bir insan zamanını verimli geçirmeye çabalıyorsa ki Allah çalışanı sever, onu rahatsız ederek zamanını öldürme hakkımız yoktur…
  5. İslâm, övmeyi ve övünmeyi sevmez: Kendini de karşındakini de övmeyeceksin…
  6. Bir Hadis-i Şerif': Kötülük etmeyin, ayıp araştırmayın! Kim bir müslümanın aybını araştırırsa, Allahü teâlâ da onun aybını ortaya çıkarır ve böyle bir kimse, en gizli bir yerde sığınsa bile, onu rezil eder.
  7. İslâm; hoş görü dinidir: İnsanız; hasta olduğumuz, sıkıntı geçirdiğimiz ya da başka sebeplerden ötürü yalnız kalmak istediğimiz zamanlar pek tabii olabilir; bunu anlamayan, buna anlayış göstermeyen kimseler ki çevremiz böyle tiplerle dolu, gerçek komşu, gerçek dost değildir… Yasemin F. Kılıçaslan

Benim komşuluk anlayışım şudur; komşu, komşunun külüne muhtaçtır, amenna ama karşımızdaki kişiyi sürekli görüşmek isteyerek sıkboğaz etmek, onun zamanını beyhude konularla çalmak da doğru değildir. İnsan, çok samimî olmadığı bir kimse ile sırf komşusu olduğu için her gün görüşmek zorunda değildir. Çünkü herkes, herkesle anlaşamaz… Çok sevdiğim bir söz vardır: “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.”
Beni, insanlardan asıl uzaklaştıran ise “gördüklerim ve duyduklarımdır”; bir komşum bana gelip diğer komşularını anlatıyor, kötülüyor ve benim zamanımı boşa harcıyorsa, yetmiyormuş gibi birde o arkasından konuştuğu komşusunun yüzüne bakıp gülebiliyor, ona selâm verebiliyorsa, ben o insandan uzaklaşırım! Burada, İslâm’a olan inancımın nezdinde aklım ve mantığım devreye girer; bugün bana başkasının dedikodunu yapan, yarın gider ona da benim dedikodumu yapar...

Yine gördüğüm ve hoşuma gitmeyen bir şey daha; abartılacak düzeyde içli dışlı olmak ve birbiriyle yüz göz olup kavgaya tutuşmak… Komşuluk bu mudur Allah aşkına; gider bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sorarsın ya da o gelir senden bir şeyler ister, elinde varsa paylaşırsın; “acılar paylaşıldıkça azalırken sevgiler de çoğalır” diye boşuna dememişler… Yine kendimden örnek vereyim; çalışmayı, okumayı, üretmeyi ve paylaşmayı çok seven bir insanım. Yukarıda Allah var ve bende YALAN YOK! Ayrıca sağlıklı yaşam sürmekte olup spora zaman ayıran biriyim de… Sözün kısası, göz açıp kapayıncaya kadar hızla geçip giden şu fani dünyada doğru ve faydalı işler yapmaya çalışıyorum; çalışmak, okumak, üniversiteye gitmek, üretmek ve ailemle verimli vakit geçirmek... Bunun nezdinde, kaliteli insanlar tanımaktan da her zaman hoşnut olmuşumdur. Bu yüzdendir ki bu tarz ziyaretlerden, boşa zaman geçirmeme neden olan dedikodu ortamlarından, başkalarının hayatlarından konuşmaktan hoşlanmıyorum. Bana, gelip izlediği diziyi ya da herhangi bir komşusunu anlatan kişi ile benim ne ortak yönüm olabilir ya da ben bu insanla ne konuşabilirim! Öte yandan sürekli kendini anlatan, yine kendini ve yakınlarını öven insanlardan da zerrece hazzetmem… Yukarıdaki maddeleri yazma nedenim de işte tamda budur; ikiyüzlülükten ve kendini öve öve bitiremeyen, patavatsız insanlardan ırağım...Yasemin F. Kılıçaslan

"İnsan Gibi" insanlarla bir araya gelmekten, kültürel sohbetlere katılmaktan hoşlanır; zamanımı, ibadetimi, eğitimimi boşa harcatmayan, daha da bana verim ve pozitif enerji kazandıran kimseler tanımak ve arkadaşlık etmekten yanayım ve bunun için çırpınıyorum… "Dost ise düşünme, ver ömrünü gitsin; dost değilse hiç bekletme yol ver gitsin." demiş Mevlana Hazretleri...

İnsanlık konusuna devam ederken… Yıllar önce yine bir arkadaşım vasıtasıyla tanıdığım bir adamın oldukça kültürlü, düzgün kişilikli bir beyefendi olduğunu düşünmüştüm ancak yanıldığımı, aradan birkaç zaman geçtikten sonra anlayabildim ve o beyefendi görünümün arkasında nasıl da kişiliksiz, kadın avcısı, sapık ruhlu biri olduğunu görüp hayretler içinde kaldım. Hakkında duyduğum tek bir şeyi yazacağım; iş yerine çay getiren gencecik bir kıza “Sağ ol ağabeyim!” deyip de arkasından “Seni ilk gördüğüm yerde parçalarım!” diye gizlice lâf atacak kadar beyefendi görünümlü bir ahmak! Kendimi ve yakınlarımı, böyle kimselerden uzak tutmaya çalışıyor, böyle Şeytanî mahlûklardan Rabbime sığınıyorum!
 
Konuyu şu sevdiğim söz ile kapatıyorum: Yasemin F. Kılıçaslan

Üç tür insan vardır: Yasemin F. Kılıçaslan

1.      Büyük insanlar: Düşünceler ile uğraşır. Yasemin F. Kılıçaslan

2.      Orta insanlar: Olaylar ile uğraşır. Yasemin F. Kılıçaslan

3.      Küçük insanlar: İnsanlar ile uğraşır. Yasemin F. Kılıçaslan

Bilhassa arkamdan konuşan, bazen patavatsızlığı tutup da yüzüme karşı ne dediğini bilmeyen, kıskanç kimselerde karşılaştığımda hep üçüncü madde gelir aklıma…

Yasemin F. Kılıçaslan

İşte böyle… Görünüşte hepimiz insanız ama içimizi, kalbimizi, ruhumuzu bizden iyi bilen Yüce Allah’ın günahkâr kullarıyız! Anlayana… Sevgiler… Yasemin F. Kılıçaslan

Yasemin F. Kılıçaslan

Yasemin F. Kılıçaslan Yasemin F. Kılıçaslan