İSLÂMÎ YAZILARIM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İSLÂMÎ YAZILARIM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Kasım 2020 Pazartesi

FATMA ELMAS SULTAN (ÖLÜNÜN ARKASINDAN AĞIT YAKMAK (Günah mıdır?))

Hayırlı günler diyerek yazıma başlıyorum...


Bugün bu yazıyı paylaşmamın yegâne nedeni, ağıt ve feryat figânlarla uyandırılmış olmam. Üst komşum, ihtiyar amca kanserden vefat emiş bulunuyor. Kendisine yüce Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum...

Aylardır bekliyorlardı. Amca vefat etti. Mekânı cennet olsun...

Peki, böyle mi olmalı, arkasından feryad-ı figânı basıp yeri göğü inletmeli mi? Ölünün başında toplanıp bağıra çağıra, inleyerek ağıt mı yakılmalı? İnsanları rahatsız edecek gürültü kirliliğine sebep olunmalı mı? Bu onlar bir hak mıdır?

Yıllar önce bir yakınımı kaybettiğimde, ki kendisine hasret yaşadığım doğrudur, zira onu hayatım boyunca doğru dürüst görme şansım bile olmadı. Birinci dereceden akrabam olmasına rağmen onunla vakit geçiremedim...

Bilirsiniz, sözü uzatmayı sevmem...

Akrabamı kaybettiğim günün akşamı, birden bire mutsuzluk kapladı her yanımı, kendimi berbat hissettim, sinir krizi geçirdim, çok fena ağladım ama yatıştırdılar. Sonra... Bunu bir büyüğümle paylaştım, bana dedi ki; "Yasemin, insanız, taş değil kalp taşıyoruz, üzülüyoruz, bu elimizde değil, ama bağıra çağıra, inleyerek ağıt yakmak hem sana hem çevredekilere hem de ölüye eza verir. Sana lâfım yok, sen yılların birikimi bir kerede boşaltmışsın, kriz geçirmişsin, ağıt yakmamışsın..."

Sonra araştırdım, büyüğüm haklıydı, ağıt yakmak, bağırıp çağırmak gerçekten yanlıştı. Üstelik bir örnek daha vereceğim, bir yakınım anlattı; Eşinin aile tarafından, uzak bir akrabaları vefat etmiş, yakınım da küçük çocuğunu almış gitmiş. Gittikleri yerde, babaannesi yakınımın çocuğunu alıp cenazenin ortasına götürmüş, o sırada cenaze başında kadınlar feryad-ı figân ağıt yakıyorlarmış. Çocuk bundan öyle etkilenmiş ki ne kadar onu bir yerlere götürseler, seslerin biraz yükseldiği yerlerde korkmaya, çığlık atmaya başlıyormuş...

Küçük bir çocuğun bozulan psikolojisi size ne düşündürür acaba?

♥♥♥♥♥

Peygamber efendimiz (S.A.S):

"İki ses dünya ve ahirette lanetlenmiştir. Nimet zamanı çalgı çalmak, musibet zamanı inlemek. " Buhari ve Müslim'de, Ebu Musa el-Eş'ari (r.a.)'den rivayet ettiğine göre; o demiştir ki; Resulullah'ın uzak olduğu şeyden ben de uzağım. Resulullah bağırıp çağırmaktan, musibet zamanı başını yolmaktan ve yaka yırtmaktan nehyetmiştir." İmam Ahmed b. Hanbel'in Enes (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, Enes (r.a.) demiştir ki: "Resulullah (s.a.s.) kadınlarla bey'atleştiği zaman, bağırıp çağırmamaları hakkında onlardan söz aldı." Kadınlar: "Ya Resulullah, cahiliyet döneminde bazıları bizimle beraber ölülerimize ağlaştılar. Şimdi biz de onların ölülerine ağlamayalım mı?", Resulullah (s.a.s.): "İslam'da ölünün arkasından bağırarak ağlaşmak haramdır" buyurdu.

Resulullah'ın: "Ölüye akrabalarının ağlaması onun azabını arttırır." (Buhari, Cenaiz, 32; Meğazi, 8; Müslim, Cenaiz, 16, 17 vd.; Ebu Davud, Cenaiz 54) buyurduğu bilinmektedir. Ancak Hz. Aişe (r.a.)'ya bu hadis hakkında görüşü sorulunca, Hz. Peygamber'in bununla, kafir kimse için akrabaları ağlarken kendisinin de azap edildiğini kasdettiğini söylemiştir. Hadisin manası: "Ölü acı duyar, ehlinin ölü için bağırıp çağırması onu üzer. Çünkü o ağlamalarını işitir. Yaptıkları işler ona arz olunur." demektir. Yoksa "ailesinin ağlamasından dolayı azap ve ceza görür" anlamında değildir.Çünkü hiçbir kimse diğerinin günahını yüklenemez. İbn Cerir'in Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, o şöyle demiştir: "Yaptığınız işler yakınlarınızdan ölenlere arz olunur. Eğer bir hayır görülürse, buna sevinirler; kötülük görürlerse hoşlanmazlar."

♥♥♥♥♥

Bana en doğru gelen, dinimizce de en uygunu sessizce gözyaşı gözyaşı dökmektir. Bununla beraber, bugün Hakk'ın rahmetine kavuşan tüm din kardeşlerime rahmet, yakınlarına sabır dua ediyorum Bunun nezdinde yüce Rabbim tüm hastalara âcil şifalar versin. Amin! Hayırlı Cuma'lar...

♥♥♥♥♥

Etiket bulutu: fatma elmas sultan, elmas sultan, fatma elmas, yazar fatma elmas, yazar fatma elmas sultan, sonsuz amor, nisan girdabı, kitaptaki sır, kitap, kitaplık, kütüphane, library, yazı, blok, blog, blog yazısı, blogcu, blogger #sonsuzamor #nisangirdabı #nisangirdabi #emiryaren #yarenemir #islam #din #ağıt #ağıtyakmak #cenaze #ölü #hastane #anılar #hatıralar #hayırlıcumalar #doğru #yanlış #eza #azap #üzücü #üzülmek #istanbul #mekanıcennetolsun #nuriçindeyatsın #kanser #ilaç #öldü #peygamberefendimiz #rivayet #sas #mevlana #hzali evliya #eren #tarih #hadisişerif #hadisler

21 Temmuz 2018 Cumartesi

RESİM SANATI - RESİM YAPMAK - İSLÂMDA RESİM


Resim yapmak, birbirinden güzel eserlere imza atmak, hele ki bunları sergilemek; kıymetli konuklara göstermek, fikir alışverişinde bulunmak, bundan maddî manevî kazanç elde etmek, ama en önemlisi bu sanatı doğru bir şekilde, doğru amaçlara uygun yapabilmek...

Kişisel fikrim, ben tam bir tablo hayranıyım, nerede bir tablo görsem, hele ki manzara resmi ise durur seyrederim. Sokak başlarında resim yapan kıymetli ressamlara denk geldiğimde durup düşünürüm; acaba hayatımda bir kez olsun ben de onlardan birine resmimi yaptırsam mı?

Müzik aletlerini konu eden resimlere, tablolara müptelayım, bilhassa gitar, keman, piyano gibi hayranlık duyduğum, hatta tutkuyla bağlandığım bu üç muhteşem enstrümana (yabancı kökenli enstrüman yazmak yerine çalgı aleti yazmak daha doğru olacak...)...

Evet, ne diyordum? Yaşamımda gerçekten çok değer verdiğim, çalmaktan heyecan duyduğum bu üç çalgı aletine dair yağlı boya tablolara rast geldiğimde yerlerde gözlerimdeki parıltı bile artar, çünkü ben sanat âşığı bir kadınım; sanata ve zanaata olan hayranlığım tartışılmaz...

Resim yapmayı hiç düşündüm mü, evet düşündüm. Ama iyi bir ders almam gerektiğini de düşündüm. Peki, buna zamanım var mı, maalesef...
Hayatımda bir kez olsun ben de resim yapmak, bunu duvarıma asmak ve çocuğuma bırakmak isterim, ama ne yazık ki bazen biz hayatı değil, hayat bizi yönlendiriyor...

Rahmetli babam harika resimler yapardı, şu sıralar ablam çok iyi resimler yapıyor, kendini epey ilerletti, yakın bir zamanda ona ait resimleri burada mutlulukla paylaşacağım...

Ayrıca resimlerini paylaşmamı isteyen kıymetli ressamlarımız varsa, bunu bana iletebilirler. Seve seve paylaşırım...

Benim nazarımda; emek verilen her eser değerlidir ve emeğin değerini yalnızca emek vermesini bilenler bilir!

Kitaplarım yayınlanmaya başladığından beri emek ve emeğin karşılığı hususunda çok fazla kafa patlatır oldum. Gerçekten emek vermesini bilenler ile hayatında bir kez parmağını oynatmayan, bir şeyler yapma amacı gütmeyen, zahmete girmeyen, yorulmayan insanları asla bir tutamam. Ne yazık ki kendi içimizde olsun, ailemizde olsun, toplumumuzda olsun, sanata ve sanatçıya verilen değer sıfır...

Adımız duyulsun, şu yalan dünyaya bir iz bırakalım derdindeyiz, ama bizi anlamayan, anlamak istemeyen insanlarla bir aradayız ve bu, bizi asla mutlu etmiyor...

Lâfı çok uzatmadan temel konumuza geri dönmek istiyorum...

Resim sanatı; şövalyesiyle, tuvaliyle, paletiyle, kepiyle, boyalarıyla, yağıyla, bunların kullanıldığı şirin atölyeleriyle insanın ruhuna hitap eden, onu olumsuz duygulardan arındıran harika bir icraattır. Bunu özveriyle yapabilmek, zaman ayırabilmek çok önemlidir...

Biz yazarlar, kitaplarımızı yazarken Word programını kullanırız, bir kelime hatası olduğunda onu düzeltme şansımız vardır, ama tuvale işlenen bir yanlış dokuyu düzeltmek o kadar kolay değildir. Biz, yazdığımız kitapları tekrar gözden geçirebilir, sonrasında istediğimiz kadar kopya çıkartabiliriz ama ressamların aynı resmi yapmaları hem çok uzun sürer hem de zordur...

Ortaokulda resim yeteneği olan bir sınıf arkadaşımız vardı, resim hariç diğer dersleri kötüydü. :) 
Şaka bir yana, resim konusunda ta o yaşlarda mahir parmaklarını kullanarak resim yapan bu arkadaşımızın bir sözünü hiç unutmuyorum; "Bazen oturduğum yerde ilham geliyor, hemen defterime sarılıyorum, resmi yapıp bitiriyorum. Ama aynı resmi bir daha yapmaya çalıştığımda olmuyor, yapamıyorum..."

Kendisi şimdi nerelerde bilmiyorum. Kulakları çınlamış mıdır acaba? :)

♥♥♥

Bu kadar sohbetin ardından, resimle ilgili üzüldüğüm bir konuya değinmek isterim;"Ruh!"

Resim yaparken özellikle insanları ve kısaca canlı varlıkları tümüyle çizmek dinimizde caiz değildir. Duyduğum kadarıyla bunu yapan bir kişiye kıyamette o eseri karşısına getirilerek şu soru sorulacaktır; "Bunu çizdin, peki diriltebilecek misin?" "Tabiî ki hayır..."

"Ve akabinde o kişi cehenneme atılacaktır..." diye duydum...

Ve bunu buldum;

"Her kim bir canlı resmi yaparsa, Allah ona, o resme can verinceye kadar azab eder. Ressam resmine katiyen ruh veremez ve ebediyen azab olunur." (Tecrid-i Sarih Tercümesi, VI/533). "Şu resimleri yapanlar yok mu? İşte onlar, kıyamet gününde, 'Haydi yaptığınız resimlere can veriniz?', diye azab olunacaklardır." (Tecrid-i Sarih Tercümesi, XII/116).

İslam'ın kuvvetlenip güçlenmesiyle tazim ifade etmeyen resimlerin yapılmasına müsaade olunmuştur. Nitekim İslâm bilginlerinin çoğu, manzara resimlerinin, yarım (mesela belden yukarı) insan ve diğer ruh taşıyan hayvanların resimlerinin yapılmasında ve kullanılmasında bir sakınca görmemişlerdir. Yalnız tam insan ve ruh taşıyan hayvan resimleri hakkında âlimlerden bir kısmı, tazim olmaksızın kullanmayı kerahetle caiz görmüş, bir kısmı da görmemiştir.


Yaratmak Allah'a özgüdür, insan yaratamaz, üretir...

Peki, neden böyledir? Merak ettim ve araştırmalarımı artırdım ve fazlasına ulaştım. Edindiğim sonuçlar şu şekildedir;

Birçok kimse heykel ve resmin haram oluşundan söz edildiği zaman hoşlanmıyor, "Heykel bir sanattır. Neden haram olsun?'' deyip İslâm'ın hükmünü tereddütsüz reddediyor. Müzelerde bulunan heykeller üzerine araştırma yapıldığı zaman cahiliyet devrinde, Roma ve Bizans devletlerinin hüküm sürdükleri zamanlarda insanların birçokları heykel ve resimlere büyük itinâ göstererek tapındıkları, putperestlik girdabına girdikleri görülecektir.

Bana gayet mantıklı gelmiştir...

İnsanı yeryüzüne Hâlife olarak tâyin eden Allah Teâlâ, taştan ve ağaçtan kendi eliyle yaptığı heykel ve resimlere yaptığı ibadetten onu kurtarıp, lâyık olduğu makama çıkarmak için canlı mahlûkların her türlü heykel ve resimlerini yasakladı.

Özellikle şu rivayet, dikkatinizi çekecektir;

Rasûlullah (s.a.v.) bir seferden dönmüştü. (O yokken) ben, yüklüğün önüne, üzerinde resimler bulunan bir bez (perde) çekmiştim. Rasûlullah perdeyi görünce, çekip attı, (öfkeden) yüzü de renklenmişti.
"Ey Âişe!" buyurdular, "Bil ki, kıyamet günü insanların en çok azap görecek olanı Allah'ın yarattıklarını taklit edenlerdir."
Hz. Âişe (r.â) devamla:
"Biz o bezi kestik, bir veya iki minder yaptık." demiştir.(Buhârî, Libâs 91,95.).



Yine bir rivayet:

İbn Hacer bu  konuyu şöyle özetler: Âlimler, bu hadisi delil getirerek şu hükme varmışlardır:
"Gölgesi olmayan tasvirler edinmek câizdir, ancak bunun hürmet ifade etmeyecek şekilde kullanılması gerekir. Yastık, minder yüzü gibi yere atılan, üzerine basılan eşya üzerinde olması gerekir."

Yine dikkat çekici bir rivayet:
Tahâvî konumuzla ilgili olarak şunları söyler:
"Peygamberimiz (asm)'in İslâmiyet'in ilk yıllarında her türlü put, sûret ve resimleri menetmesinin sebebi; putperestlik üzerinden uzun bir süre geçmemiş olmasıdır. Put ve benzeri şeylere bir daha dönülüp ibadet edilmesin diye put ve ona yol açan her sûret ve resim yasaklanmıştı. Sonra İslâmiyet yayılıp, esasları iyice yerleşip anlaşıldıktan sonra putlar ve benzeri şeyler hakkındaki yasak devam etti; ama bez ve kâğıt ya da benzeri şeyler üzerine yapılan resimlere dokunulmadı, bir bakıma serbest bırakıldı. Çünkü artık bu gibi resimlere saygı gösterenler olmazdı."
♥♥♥

Sonuç olarak; portre, belden yukarısı olmak kaidesiyle insanları, hayvanları çizmek, manzara resimleri yapmakta inşaallah bir mahsur yoktur. Ben bile yapmadığım hâlde resme bu kadar düşkünken yapanların neler hissedeceğini düşünemiyorum…

Kitaplarımı okuyanlar iyi bilirler; resme ne kadar düşkün olduğumu… J
Nisan Girdabı’ndan Şirin’i hatırlar mısınız? Amerika’daki okulunu bitirip Türkiye’ye döndüğünde, Yakamoz Adası’nda hayatının aşkıyla tanışıyordu; zıpır, şakacı, deli dolu, sarı kıvırcık saçları ve çimen gözleriyle çıtı pıtı, çok tatlı bir kızdı. Romanın başından beri görülen tüm yağlı boya tablolar, başta da güzeller güzeli merhume Şeyma Kırhan’ın yegâne tablosu, onun imzasını taşıyordu…
Bu arada romanın başkahramanı olan Yâren Gülyağmur’’a özel bir portre hazırlayıp hediye ediyordu. Tabiî bunu yapmasını ondan isteyen kişi, bizim aristokrat yakışıklı Emir Kırhan’dı…
Nisan Girdabı’nın sonunda ikinci girdaba kapılan Emir’in serüveni aslında yeni başlıyordu; Sonsuz Amor 2 – Kitaptaki Sır’da Emir’i, içinde kaybolduğu kitaptan kurtaracak olan yine biziz, öyle değil mi?
nisan girdabı ile ilgili görsel sonucu
İkinci kitabı okuyanlar yine bilirler, orada Ertunç karakterinin oturduğu evin alt katında büyük bir resim atölyesi vardır; daha görmeden, tanımadan hayalini kurduğu kadının resmini tuvale işler. Tuvale işlediği yüzün sahibesiyle karşılaştığı anı okumak, onunla beraber bu heyecanı tatmak isteyenler için Sonsuz Amor 2 & Kitaptaki Sır sizleri bekliyor. Detaylı bilgi blokta var…
kitaptaki sır ile ilgili görsel sonucu
Son sözüm, kendini resme adamış, birbirinden güzel eserler ortaya çıkaran tüm ressamlarımıza sonsuz başarılar dilerim…

Benim düşüncelerim ve paylaşımım bundan ibaret. Okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Güzel kalbinizden yansıyan güzel gözlerinize sağlık, yüreğinize huzur ve mutluluk, hanenize huzur gelsin inşaallah. Sevgi ve saygımla…
Yasemin F. Kılıçaslan




Etiket bulutu:
#resim #resimsanatı #sanat #sanatçı #art #painting #insançizmek #insanıbütünçizmek #islamdaresim #resimyapmak #zanaat #tablo #yasemin #yaseminf #yaseminkılıçaslan #yaseminfkilicaslan #fkılıçaslan #fkilicaslan #sonsuzamor #sonsuzamor1 #sonsuzamor2 #sonsuzamor3 #emiryaren #yarenemir #ertunçyağmur #yağmurertunç #edizyıldız #yıldızediz #melezkaplan #altınyaldızlıkaplan #kaplan #tiger #beyazkaplan #hindistan #india #indian #tajmahal #ekabir #ekâbir #lokmanhekim #geçmiştengelenölüâşık #aşk #âşık #aşık #yakamoz #yakamozplajı #tatilköyü #antalya #yakamoztatilköyü #ertuğyaprak #yaprakertuğ #yarenay #emirhan #balım #enes #harika #güzel #eniyi #best #book #books #instagram #facebook #grup #group #love #like #beğeni #takip #melezkaplan #elmassultan #elmasköy #kristasköy #eternalamor #kitap #yazar #writer #poet #şair #şiir #romantic #romantik #duygusal #polisiye #polisiyekitap #polisiyeroman #izmir

20 Temmuz 2018 Cuma

ÖLÜNÜN ARKASINDAN AĞIT YAKMAK (Günah mıdır?)




Hayırlı Cuma'lar diyerek yazıma başlıyorum...

Bugün bu yazıyı paylaşmamın yegâne nedeni, ağıt ve feryat figânlarla uyandırılmış olmam. Üst komşum, ihtiyar amca kanserden vefat emiş bulunuyor. Kendisine yüce Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum...

Aylardır bekliyorlardı. Amca vefat etti. Mekânı cennet olsun...

Peki, böyle mi olmalı, arkasından feryad-ı figânı basıp yeri göğü inletmeli mi? Ölünün başında toplanıp bağıra çağıra, inleyerek ağıt mı yakılmalı? İnsanları rahatsız edecek gürültü kirliliğine sebep olunmalı mı? Bu onlar bir hak mıdır?

Yıllar önce bir yakınımı kaybettiğimde, ki kendisine hasret yaşadığım doğrudur, zira onu hayatım boyunca doğru dürüst görme şansım bile olmadı. Birinci dereceden akrabam olmasına rağmen onunla vakit geçiremedim...

Bilirsiniz, sözü uzatmayı sevmem...

Akrabamı kaybettiğim günün akşamı, birden bire mutsuzluk kapladı her yanımı, kendimi berbat hissettim, sinir krizi geçirdim, çok fena ağladım ama yatıştırdılar. Sonra... Bunu bir büyüğümle paylaştım, bana dedi ki; "Yasemin, insanız, taş değil kalp taşıyoruz, üzülüyoruz, bu elimizde değil, ama bağıra çağıra, inleyerek ağıt yakmak hem sana hem çevredekilere hem de ölüye eza verir. Sana lâfım yok, sen yılların birikimi bir kerede boşaltmışsın, kriz geçirmişsin, ağıt yakmamışsın..."

Sonra araştırdım, büyüğüm haklıydı, ağıt yakmak, bağırıp çağırmak gerçekten yanlıştı. Üstelik bir örnek daha vereceğim, bir yakınım anlattı; Eşinin aile tarafından, uzak bir akrabaları vefat etmiş, yakınım da küçük çocuğunu almış gitmiş. Gittikleri yerde, babaannesi yakınımın çocuğunu alıp cenazenin ortasına götürmüş, o sırada cenaze başında kadınlar feryad-ı figân ağıt yakıyorlarmış. Çocuk bundan öyle etkilenmiş ki ne kadar onu bir yerlere götürseler, seslerin biraz yükseldiği yerlerde korkmaya, çığlık atmaya başlıyormuş...

Küçük bir çocuğun bozulan psikolojisi size ne düşündürür acaba?

♥♥♥♥♥

Peygamber efendimiz (S.A.S):

"İki ses dünya ve ahirette lanetlenmiştir. Nimet zamanı çalgı çalmak, musibet zamanı inlemek. " Buhari ve Müslim'de, Ebu Musa el-Eş'ari (r.a.)'den rivayet ettiğine göre; o demiştir ki; Resulullah'ın uzak olduğu şeyden ben de uzağım. Resulullah bağırıp çağırmaktan, musibet zamanı başını yolmaktan ve yaka yırtmaktan nehyetmiştir." İmam Ahmed b. Hanbel'in Enes (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, Enes (r.a.) demiştir ki: "Resulullah (s.a.s.) kadınlarla bey'atleştiği zaman, bağırıp çağırmamaları hakkında onlardan söz aldı." Kadınlar: "Ya Resulullah, cahiliyet döneminde bazıları bizimle beraber ölülerimize ağlaştılar. Şimdi biz de onların ölülerine ağlamayalım mı?", Resulullah (s.a.s.): "İslam'da ölünün arkasından bağırarak ağlaşmak haramdır" buyurdu.

Resulullah'ın: "Ölüye akrabalarının ağlaması onun azabını arttırır." (Buhari, Cenaiz, 32; Meğazi, 8; Müslim, Cenaiz, 16, 17 vd.; Ebu Davud, Cenaiz 54) buyurduğu bilinmektedir. Ancak Hz. Aişe (r.a.)'ya bu hadis hakkında görüşü sorulunca, Hz. Peygamber'in bununla, kafir kimse için akrabaları ağlarken kendisinin de azap edildiğini kasdettiğini söylemiştir. Hadisin manası: "Ölü acı duyar, ehlinin ölü için bağırıp çağırması onu üzer. Çünkü o ağlamalarını işitir. Yaptıkları işler ona arz olunur." demektir. Yoksa "ailesinin ağlamasından dolayı azap ve ceza görür" anlamında değildir.Çünkü hiçbir kimse diğerinin günahını yüklenemez. İbn Cerir'in Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, o şöyle demiştir: "Yaptığınız işler yakınlarınızdan ölenlere arz olunur. Eğer bir hayır görülürse, buna sevinirler; kötülük görürlerse hoşlanmazlar."

♥♥♥♥♥

Bana en doğru gelen, dinimizce de en uygunu sessizce gözyaşı gözyaşı dökmektir. Bununla beraber, bugün Hakk'ın rahmetine kavuşan tüm din kardeşlerime rahmet, yakınlarına sabır dua ediyorum Bunun nezdinde yüce Rabbim tüm hastalara âcil şifalar versin. Amin! Hayırlı Cuma'lar...

♥♥♥♥♥

Etiket bulutu: yasemin f. kılıçaslan, sonsuz amor, nisan girdabı, kitaptaki sır, kitap, kitaplık, kütüphane, library, yazı, blok, blog, blog yazısı, blogcu, blogger, yazar, writer, f. kılıçaslan, yaseminfkılıçaslan, yaseminkilicaslan #yaseminfkılıçaslan #yaseminfkilicaslan #sonsuzamor #nisangirdabı #nisangirdabi #emiryaren #yarenemir #islam #din #ağıt #ağıtyakmak #cenaze #ölü #hastane #anılar #hatıralar #hayırlıcumalar #doğru #yanlış #eza #azap #üzücü #üzülmek #istanbul #mekanıcennetolsun #nuriçindeyatsın #kanser #ilaç #öldü #peygamberefendimiz #rivayet #sas #mevlana #hzali evliya #eren #tarih #hadisişerif #hadisler

29 Nisan 2016 Cuma

BANA, MEYHANE ARKADAŞI MUAMELESİ YAPAN BİR KOCAM VARDI!


NASİHAT (2)

Mutlaka Okuyun. Uydurma bir hikâye değil, tamamen gerçektir. Ben dinledim, yazdım ve rica üzerine isim belirtmeden paylaşıyorum. Allah o kadına sabır, dirayet, güç, kuvvet versin…


BANA, MEYHANE ARKADAŞI MUAMELESİ YAPAN BİR KOCAM VARDI!

1.      21 yaşındaydım… Onunla internette tanıştık, ilk dakikadan başlayarak telefon aracılığıyla flört etmeye başladık. Ayrı şehirlerdeydik…
2.      İnançlı, temiz bir çevreden olduğunu söyledi. “Yapmam, istemem…” dediğim hâlde kapanmamı, çevresindeki herkesin inançlı, imanlı ve kapalı olduğunu söyledi…
3.      Ona inandım, kapanmak ve dine yönelmek bana cazip geldi; çünkü ortaokullu yıllarımdan beri “inançlı, dürüst, beraber namaz kılabileceğim, güvenebileceğim” bir eş için dua edip durdum…
4.      Beni görmeye geldi, görüştük, ancak onu hiç sevmediğimi fark ettim. Sadece güven duyduğum ve dürüstlüğüne inandığım için birlikteliğimi devam ettirdim…
5.      Aradan üç ay geçti. Sevgililer gününde çiçek ve çikolata alıp çıkageldi, fakat babam onu eve kabul etmeyerek beni, annemi ve hatta onu dövdü…
6.      Kendi şehrine gitti yeniden. Babam ise evde ben yokmuşum gibi davranmaya başladı. Gecem gündüzüm korku içinde, huzursuz geçiyordu. Saçlarımda ilk defa beyaz bir tel çıkmıştı…
7.      Kendimi doğru düzgün derslerime veremiyordum…
8.      Konuştuk ve kaçmaya karar verdik. Geldi ve beni kaçırdı…
9.      Evlerine vardığımda annesinin burun kıvırdığını gördüm, küçük görümcemin de… Ağabeyleri ve büyük yengesi dışında yüzüme gülen olmadı…
10.  Dini nikâh kıydık. Görümcem, başıma örtmem için güzel bir örtü verdi…
11.  Evde kayınvalidem, kayınpederim ve görümcemle kalmaya başladık. Sonra onlar kendi evlerine geçtiler…
12.  Yatalak kayın pederim, o hâliyle bana kayınvalidemden daha cana yakın davranıyordu, beni sahiplenmişti. O hâliyle evime gelir, benimle sıkça sohbet eder, güzel nasihatlerde bulunurdu. (Mekânı Cennet olsun. Âmin!)… Kayınvalidem ise beni sevmediğini, beğenmediğini, istemediğini her fırsatta belli ederdi. Bir gün bana durduk yere “Sen benim oğlumu elimden aldın!” dedi. Ben ise ona “Hayır, aksine sen bir kız evlat kazandın!” dedim. Ama nafile… Ne desem, ne yapsam boştu…
13.  Her işime karışır, hayatıma hükmetmeye çalışırlardı. İzin vermeyince benden uzak durmaya başladılar. Ben de onlardan…
14.  Türkçe bilmelerine rağmen yanımda Kürtçe konuşurlardı. Hiç anlamazdım. Bir keresinde önüme çay koydular, öğrendiğim için Kürtçe teşekkür ettim, görümcemin gözleri kocaman oldu, “sen Kürtçe anlıyor musun?” diye sordu, öylesine “Evet!” çıktı ağzımdan, yüzleri sapsarı oldu hepsinin de. Demek ki yanımda, hakkımda konuşuyorlardı…
15.  Eşimin, ilk tanıştığımızda bana “Bizler inançlı, dürüst, zengin insanlarız…” dediğini hatırlıyordum sürekli ama
-          Zengin değillerdi. (Asla problem değil…)
-          İnançlı görünüp, başkalarının arkasından konuşmaktan, kalp kırmaktan, hatta hakaret etmekten çekinmezlerdi.
-     Bir keresinde büyük eltim “Kürtlerden, Türklerle evlenen çok, biz Kürtler siz Türkleri s…yoruz…” diye terbiyesizce lâf etti. Karşılık veremedim… Düşündüm: "Bunu söyleyen asla Kürt olamaz, benim din kardeşim olamaz..."
            Zaten ulu orta her yerde herkesin içinde cinsel şakalar yapardı. Eğlence anlayışı buydu. Bu yüzden uzak durmaya özen gösteriyordum. Doğup büyüdüğüm çevrede de (Hangi bölgeden, şehirden olursa olsun) cinsel şakalar yapan, ağza alınmayacak lâflar eden insanlardan daima uzak durdum…
16.  Babam kalp krizi geçirdi. Üzüldüm, ağladım ama bir ufak teselli görmedim. Tam aksine kaynanam karşıma geçip gözlerini kaçırdı… Bunu unutmuyorum…
17.  Bana sürekli başka kızlardan bahsederdi. Güya oğluna kapalı bir kız almak istemiş. Ama falan yerde öyle güzel bir kız varmış ki başlık parasında anlaşamamış, şayet anlaşsaymış açık seçik demeden o kızı alacakmış… Bunun gibi bir süre şey…
18.  Eve gelen misafirler olsun, akrabalar olsun beni çok sever ve beğendiklerini dile getirirlerdi. Kaynanamın hemen yüzü eğilirdi…
19.  Sinir ya da ağlama krizi geçirdiğim zamanlar eşim bana düşmanı gibi davranırdı. Bir keresinde ağladığım bir sırada beni yataktan kaldırıp “Ağlama bak çakarım suratına…” dedi. Unutmuyorum…
20.  Eve her gelişinde başka kadınlardan, kızlardan bahsederdi. Temiz bir aileden kız alıp başını kapatacak kadar inançlı görünen; ama her şeyiyle tertemiz, güzel karısını bırakıp başkalarına bakacak, onlara sulanacak kadar da adî, namus ve yoksunu bir erkekti… Şu tezatlığa bakar mısınız? Her “inançlıyım” diyene inanılmayacak…
21.  Bana, başka kadınlarla ilgili fantezilerden bile bahsederdi. Asla unutmuyorum…
22.  Akrabalarına bile doğru gözle bakmadığını belli eden sözler sarf etti. Bu durum devam ettikçe benim de akrabalarıma asla düzgün gözle bakmayacağını anladım, nitekim beni haklı çıkardı. Ama öyle kurnazdı ki onların yanında efendi, görgülü, inançlı rolleri oynar, yalnız kaldığımızda ise gerçek yüzünü göstererek “Senin falan akraban ne güzelmiş!” derdi… Akrabadan geçtim, bir aile dostumuzun kızıyla tanıştığında, arkasından manalı manalı “İyi kız, iyi…” deyişini asla unutmam… Yine uzak bir akrabamı, eski kız arkadaşına benzeterek ona iç geçirerek baktığını unutmam… Hastalandığım bir sırada bir akrabamla uzun uzun Chat yaptığını da unutmam…
23.  Küçük-büyük demeden herkese bakar, yetmiyormuş gibi gelir bana anlatırdı. Tabii ben kim
im ki; duygularım mı var benim, şahsiyetim mi var, kalbim mi var, güzelliğim mi var? Hepsinin fazlası vardı da kıymet bilen inançlı, dürüst, içinde Allah korkusu olan bir beyefendi yoktu…
24.  “Bir kız kaç yaşında olursa olsun, sandalyede otururken ayakları yere değiyorsa evlilik çağına gelmiş demektir “ diyen bir sübyancı mı desem, “falan yerde bir sekreter varmış, anlata anlata bitiremiyorlar, gidip görmek istedim, kısmet olmadı…”  ya da “iş çevremizde bir sekreter var, onu ne kadar görsem s…sim geliyordu…” diyen bir sapık mı desem… Adını siz koyun!
25.  Benim küçük – büyük yeğenlerime bile düzgün gözle bakacak biri olmadığını düşündüm, ancak bunu aileme anlatamadım çünkü beni dinlemeyeceklerini biliyordum. Nedenlerini sıralayacağım…
26.  Artık ona katlanamıyordum. Aradan bir yıl geçti ve ayrıldık. Bana, bir akrabasına evlenme teklifi götüreceğini söyledi. Babamı kaybetmiştim, annemle yaşamaya başladım… Ama ne yaşama; aşağılanma, hor görülme, sevgisizlik, saygısızlık insan boyu… Zaten o ailede ne zaman insan yerine konuldum, ne zaman bir başarım takdir edildi ya da ne zaman beğenildim, iyi şeylere layık görüldüm ki… “Kocana geri dönmek zorundasın, onu sen seçtin (sanki isteyerek seçtim), katlanmak zorundasın, seni artık kimse almaz, alırsa da başından evlilik geçmiş, çocuklu bir adam alır…” gibi bir sürü lâf ettiler… Kendileri beğenmiyor diye başkaları da beğenmez sandılar, kendileri adam yerine koymuyor diye başkaları da adam yerine koymaz sandılar, kendileri sevmiyor diye başkaları da sevmez sandılar. Tabii, ben yüzüne bakılacak, beğenilecek, sevilecek, başından kötü bir evlilik geçmiş olsa bile düzgün bir adamla yeniden evlilik yapacak kadar, bunları hak edecek bir kadın değilim… O günlerde onlardan (ailemden) öyle bir soğudum ki aradan tam on yıl geçti, ama o soğukluk hâlâ değişmedi… Oysa öyle yanılmışlardı ki; bunu karşıma çıkan ve benimle ilgilenen kültürlü, eğitimli, sosyal ve inançlı adamlardan anladım. Bana eşimin vermediği sevgiyi, desteği, ilgiyi vermek istediler ama tekliflerini kabul etmeyerek eski eşime geri döndüm, çünkü pişman gözüküyordu. Nereden bilebilirdim, huylunun huyundan vazgeçmeyeceğini…
27.  Evliliğin ikinci yarısında; otobüste seyahat ederken kafayı iki farklı kadına taktı; vay efendim biri üstünü değiştirmiş, “Bu ne zaman üstünü değiştirdi…” dedi, ikinci kadın ise arkamızda oturuyormuş ve çok surat asıyormuş… İşte böyle bir kocaydı; karısından başka her kadınla, kızla ilgilenen biri…
28.  Pazarda alışverişe gideriz, ne giysilerle ya da yiyecekler ilgilenirdi; ama özellikle açık seçik, dar giyimli kadınları, kızları tepeden tırnağa süzmekten geri kalmazdı… Market alışverişinde de aynı; giyecek, yiyecek reyonlarına değil de kadınların-kızların vücut reyonlarına dalardı; onları dekoltelerine, vs…
29.  Bir keresinde yürüye yürüye eve dönüyoruz, (geçtiğimiz sokağı, köşeyi bile hatırlıyorum) bana öyle edepsiz bir lâf etti ki: “Benimle (cinsel manada) birlikte olduğunda mutlu sesler çıkarmıyorsun, benden tat alamıyorsan başkasını hayal etsene. O zaman daha çok ses çıkarırsın, ben de mutlu olurum…”
Bana, neye uğradığımı şaşırtan bir sözdü ve bunu da asla unutmayacağım…
30.  Küçük kızlarla yaşadığı ilişkilerden bahsetmekten, başka kadınları-kızları arzuladığını anlatmaktan çekinmeyen biriyle evliydim… Bir keresinde, hiç unutmam, televizyon dizisi seyrediyorduk; dizide birbirini seven iki genç vardı ancak çocuğun babası pisliğin tekiydi ve oğlunun sevdiği kızı kendine eş olarak aldı. Ondan nefret ettim ve “İnşallah kıza bir şey yapmaz…” dedim. Aldığım karşılık ise şuydu: “Niye yapmayacakmış, turşusunu mu kuracak!”
O an dizide rol yapan yaşlı adamdan çok eşimden nefret ettim, ondan bir kez daha tiksindim ve bu hâlâ değişmedi…
31.  Bu arada kayınvalidem ölüm döşeğine düştü. Kendisiyle görüşmüyorduk ama eşim ziyaretine gidiyordu. Bir keresinde eşimin telefonunda benim fotoğrafımı görmüş, tanıyamamış, “Bu kim?” diye sormuş, eşim ona “Tanımadın mı, gelinin…” deyince, “Çok, çok güzel…” demiş… Ölümün son anlarında benden gerçek anlamda olmasa bile, hâl ve hareketleriyle özür dilediğini söylemek isterim… Mekânı Cennet olsun… Ama yaşatılanlar unutulmuyor ama benim içim rahat, en azından kalp kırmadım, kul hakkı almadım…
32.  Geçen süreçte gebe kalmadım. Bu, boşanmak için bir kurtuluş fırsatı mıydı bilemem ama değerlendiremedim ve yedi yıl sonra gebe kaldım… Ne kadar dışarı çıksak burnumdan geliyordu; kendisinden yirmi yaş küçük kızlara bakıyor, öpüşenleri izliyor, kadınları-kızları gözleriyle yiyor, takip ediyordu. Yine hiç unutmam, fenalaştığım bir sırada beni alıp hastaneye götürdü, eve döndüğümüzde, gözlerini, apartman kapısını bize açan açık seçik genç kızdan hiç ayırmadı. “Karım gebedir, hastadır, ağrıdan kıvranıyordur, onu hemen eve götüreyim, sonuçta karnında benim çocuğumu taşıyor…” diye düşünmedi… Tabii, ben kimim ki!
33.  Gebeliğin etkisi, yaşanılanlar, acılar, kederler, derken artık dayanamadım ve eve her gelişinde ona nefret kusmaya başladım; ona her fırsatta bağırıyor, “Sen o.s.p.u düşkünü bir p.z.v.n.k.s.n!” diyordum. Yılların birikimini kusuyordum. “Defol git buradan, hayatımdan uzak dur, sen bana layık değilsin…” diye kızıyordum. Ama en büyük darbeyi henüz almamıştım; ne mi? Bana itiraf etti; itirafı sonucu öğrendim ki on yıllık kocam yirmi yıldır başka birini seviyordu…
34.  Geçirdiğim süreci şöyle bir gözden geçirdim ve çok önemli bir şeyi fark ettim; bana (sesim güzel olduğu için) sürekli söylettiği ayrılık şarkıları ve en önemlisi de sözlerin içinde âşık olduğu ve unutmadığı kızın isminin geçiyor oluşu… Bu kadar tesadüf bir arada olamazdı… Meğer bana şarkı söyleterek, gözlerimin içine bakarak, utanmadan, şerefsizce eski sevgilisini düşünmüş, onu hayal etmiş, onu arzulamış… Kim bilir, bana “başkasını hayal et…” diyen edepsiz, bana dokunurken kimi ya da kimleri hayal etti?
35.  Tabii yetmiyormuş bir de şu edepsizliği var; bir keresinde bebeğe atlet ve yazlık takımlar almıştı, atletlerden birinde yine sevgilisinin ismi geçiyordu. “Utanmıyor musun?” diye bağırdığımda, “Fark etmemişim…” dedi. Duy da inanma… Sonra ne yaptı dersiniz, aldığı bütün atletleri, yazlık takımı parçalamaya kalktı. Çünkü ne kendisine, ne de eskimeyen aşkına lâf söyletmiyordu. Katlanamıyordu buna. Hatta bu uğurda bebeğinin yanında bağırıp çağırıp evi terk etmeye bile kalktı. Küçücük bebeğin ağlaması bile umurunda değildi. Çünkü beni sevmediği benden yaptığı bebeğini de sevmiyordu…
36.  Yine hiç unutmuyorum; bebek büyüdükçe eski fotoğraflarına bakarım ara sıra. Yine bir keresinde eski fotoğraflara bakarken yanıma geldi ve benim iki dakikalık mutluluğumu zehirlemeyi başardı. Nasıl mı? Fotoğraflardan birinde bebek battaniyeye sarılıydı, battaniyede değişik harfler var. Nasıl olmuşsa fotoğrafın çekildiği sırada battaniyenin üstünde “onun unutamadığı sevgilisinin isminin baş harfi var”. O fotoğrafı görür görmez “Bu battaniye nerede, onu alıp koklamak istiyorum…” demeye başladı. Anladım tabii neden öyle dediğini… “Varlığın bana rahatsızlık veriyor,” dedim ve ekledim: “Fotoğraflara daha sonra bakarım, ben gidip yatıyorum…”
Hoşuna gitmedi tabii, “Sana rahatsızlık veren o varlığa s.ç.y.m” dedi. “Ne hâlin varsa gör…” dedim, çıktım…
37.  İşte böyle…

Yazdıklarım, buz dağının sadece görünen kısmı, yaşadıklarım çok daha derin…
Artık evliliğe, aşka, sadakate, erkeklere zerre güvenim kalmadı. Günün birinde karşıma mükemmel bir adam çıksa bile artık kimseye güvenim, itimadım yok… Öte yandan eşim artık evliya bile olsa, onu hayatımda istemiyorum…
-          Bana dokunsa, kendimi dövülüyor gibi hissediyorum!
-          Bana “çok şık olmuşsun…” dese, başka kadınlara da aynı şeyi söylediğini düşünüyorum!
-          Bana güzel baksa, o gözlerde kendimi kalabalık hissediyorum,
-          Bana “seni seviyorum” dese, o kalbin içinde kendimi kalabalık hissediyorum,
-          Güzelliğimden faydalanmasına, başarılarımdan pay çıkarmasına katlanamıyorum…
-          Sırf onu seviyorlar diye ailemden ve çevremdekilerden bile uzak duruyorum ve durmaya devam edeceğim çünkü beni yıllarca anlamazlıktan geldiler. Ben de onları görmezden geliyorum…

* * *

-          Evleneceğiniz insanı çok iyi seçin, asla acele etmeyin...
-          Her erkek der; “inançlı, temiz, kapalı bir kız arıyorum… Hep iyisini isterler ama sahip oldukları iyi kızın kıymetini bilmezler…
-          Onlar için her zaman başka kadınlar, kızlar önceliklidir, ama siz her zaman ona iyi bir eş olmak zorundasınızdır; onu her gün güler yüzle karşılamak ve önüne güzel yemekler pişirip koymak zorundasınız. Yatakta da onu memnun etmek zorundasınız çünkü onun kölesisiniz… Dayanamayıp ayrılmak isteseniz bile izin vermezler. Hele ki bir de benim ki gibi bir aileye sahipseniz… Ama etme bulma dünyası, size sebep olanlar, yarın aynı şeyi kendileri de yaşarlar. Ben bunun örneklerini gördüm, beni kınayanların aynı hataları yaptığını ya da boşanma noktasına geldiğini gördüm… İlâhî adalet!
-          Dikkatli olun; her “inançlıyım” diyene kanmayın. “Sen benim prensesimsin, seni saraylarda yaşatacağım…” diyerek iki odaya hapsedip mutluluğunuzu çalmalarına izin vermeyin. İki odada yaşanır, yaşanır da; içinde şiddet, sadakatsizlik, huzurluk, aldatılış varsa o ev size kabir olur...
Bir kadın her şartta bir adamla yaşayabilir, yaşadığı kadar eşine de mutluluk yaşatır, onu sever, kollar… Ancak kalbi kırılan, aldatılan, hor görülen, kandırılan bir kadından güler yüz beklemesin kimse; zira mutlu değilken nasıl gülsün yüzü, içindeki güzel duygular ölmüşken nasıl mutlu etsin seni, sen hayatı ona zehir ederken o nasıl sana ziyafet çeksin…
Eğer bir kadın gerçekten mutluysa, hayat arkadaşıyla bir kuru ekmeği seve seve paylaşır. Ama kıymeti bilinmeyen, pişirdiği beğenilmeyen, dövülen, hor görülen, aldatılan bir kadın, önüne hazineleri dizsen yine mutlu olamaz… Mutlu olmayan kadın, mutlu edemez…
Bu yazdıklarımı; özümsemeyen, dikkatli okumayan, en önemlisi de kadın ruhundan anlamayan bir erkek elbette ki karşı çıkacaktır. Ama benim buna da bir cevabım var;
-          Eğer bir erkek, hanım hanımcık karısının kıymetini bilmeyip başka kadınlara yöneliyorsa,
-          Kazancını evin dışına harcıyorsa,
-          Gözünün içine baka baka ona yalan söylüyorsa, yalan yere yemin ediyorsa,
-          Onun güzelliğini görmeyip başkalarına kapılıyorsa,
-          Özene bezene pişirdiği yemeği beğenmiyorsa, ona yemek saatlerini zehir ediyorsa,
-          Onu, başkalarının yanında incitiyorsa,
-          İçindeki güzel duyguları yavaş yavaş öldürüyor, kötüleştiriyorsa,
O kadından hayır beklememeli…

Evliliğim ve eşim, beni dışarıya yöneltti ve bana bir analiz yapma fırsatı verdi;
Kalabalık ortamlarda bulunarak erkekleri analiz ettim ve şu sonuca vardım;
-          Belli bir olgunluğa, maddi ve manevi eğitime erişmiş temiz yüzlü adamlar yanlarındaki kadınlardan, kızlardan başkasıyla ilgilenmiyor. Gayet görgülü, terbiyeli, sevecen ve ilgililer…
-          Serseri kılıklı, ne oturmayı ne kalkmayı bilen, nerede-nasıl davranacağını bilmeyen, dili ve konuşması bozuk, eğitimsiz, kültürsüz, ağzı küfür dolu erkeklerin ise yanlarındaki kadınlardan, kızlardan başka herkesle ilgilendiğini gördüm… Tıpkı benim eşim gibi…
Burada önemli bir nokta var; eğitimli olmak, üniversiteler bitirmek demek değildir. Kendini yetiştirmeyi bilen; her konuda bilgi sahibi olan, İNANÇLI, saygılı, gün görmüş bir adam, kadınının kıymetini bilir ve kendi de o kadından değer görür, sevgi görür, ona da kıymet verilir…
Öte yandan inançlı olmak da sadece namaz kılmak, oruç tutmak, baş kapatmakla olmaz. İnançlı insanın ibadeti de inancı da gizli olmalıdır. O ibadeti sen kullar için değil, Yüce Allah için yapıyorsun. “Duanın, ibadetin gizlisi makbuldür.” sözü de buradan gelir…
“İnançlıyım” diyene değil, inancını doğru yaşayıp belli etmeyene inanın,
“Eğitimliyim” diyene değil; konuşmasını, kalkmasını, oturmasını, sohbet etmesini bilene inanın…
Hz. Mevlana’nın dediği gibi; “Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün…”

Yazarın yorumu:

Buradan kızlara sesleniyorum;
Dünyadaki bütün erkekler aynı değildir. Kadınlar da aynı değildir. Eğer karşınıza gerçekten inançlı, ahlâklı, imanlı, dürüst, çalışkan, sevecen biri çıkarsa lütfen onun kıymetini bilin, lütfen…

Kız – erkek ayrımı yapmadan;
Hayatınıza ortak olarak gerçekten temiz, dürüst, inançlı, hoş görülü, sadakatli birini istiyorsanız, onu bulduğunuzda kıymetini bilin ki sizin de kıymetiniz bilinsin…

* * *

Ben bunları sabırla dinledim, şahitlik ettim, yazdım ve kendi adıma pek çok ders çıkardım, şimdi ders çıkarma sırası başkalarında…
Sevgiler,

Yasemin F. Kılıçaslan