GENEL KÜLTÜR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GENEL KÜLTÜR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ocak 2019 Pazartesi

KAYIP ŞEHİRLER DİZİSİ 2 (THE LOST CİTİES)

Gizem, sır, kayıp, lost, secret, esrarengiz şehirler...
Bu kavramlar ilginizi çekiyorsa bu yazı tam size göre...

İsim olarak duymuşluğumuz, aşina olduğumuz bazı şehirler var ki aslında hepsi de kayıp, nerede oldukları bilinmiyor, gizemlerini koruyorlar. Gelin, hep birlikte bakalım...

İnsana kendini üç boyutlu bir filmde hissi veren bu şehirler hangileridir, şifre çözer gibi çözelim...

♥♥♥

Persepolis:

MÖ önce 330 yılında Büyük İskender tarafından yakılıp yıkılmıştır. Fakat o tarihe kadar namını sürdürmüştür. Farsça'da Taht-ı Çemşid diye adlandırılan, İran'ın Persepolis Kenti, 1979 yılında Unesco Dünya Mirası Listesi'ne eklenmiştir. Dönemin en ihtişamlı, en gözde kenti olduğunu duydum. Benim gibi tarihe ilgi duyan herkesin bu tarihi kentle yakından ilgileneceğine eminim. Asırlar boyunca unutulan bir kentin günümüzde yer edinmesi, tarihçilere borçlu olduğumuz bir konudur...




♥♥♥

Kartaca:

Kartaca denilince yüreğim titrer, kendimi hemen Sonsuz Amor 2 - Kitaptaki Sır'ron içinde buluveririm. Neden mi? Kitabın ortalarında iki bölümlük bir Tunus gezisi var da o yüzden. Sidi Bou Said'te konaklayan kahramanlarımızın başından geçen romantik, eğlenceli, sevgiyi ve dostluğu anlatan bu iki bölüm benim için öyle kıymetli, öyle eğlenceli, öyle duygusal ki...
Sahra Çölü'nde Bedevî Kampı'nda yıldızların altında yenilen yemek, deve gezintisi, kendini susuz bir çölde hayal eden Şule'ye su yetiştiren Halûk, çölde kendinden geçerek dans eden Yağmur'u fotoğraflayan Ertunç ve söylediği muhteşem söz: "Yağmur'um, Sahra Sahra olalı böyle güzellik görmedi..." ♥

İşte bu yüzden, sadece Kartaca değil, Tunus'a ait herhangi bir il, ilçe adı geçince aklım gidiverir...
Derim ki, "İyi ki yazmışım bu kitabı..."
Okuru bol olsun inşaAllah...

Evet, Kartaca'ya bir göz atalım, bakalım karşılık gelecek mi? ;)
MÖ 814 yılında Tunus yarımadasında kurulmuştur. Fenike kolonisi olarak geçer. Roma'ya baş kaldırmış olsalar da 146 yılında kuşatılmışlardır. Kartaca yıkılmış, devlet tarihe gömülmüştür...





♥♥♥

Ani Hayalet Şehri: İlk keşfi 1880'lere uzanır. 1001 Kilise Şehri, aynı zamanda da Kırk Kapılı Şehir olarak adlandırılır. İlginç değil mi? MS 1000. yılın ilk yarısında geçirdiği deprem sonucu yıkılmıştır. Arkeolojik sonuçlara göre 23 yapı bulunduğunu duydum. Daha da ilgi çekici kısmı, 50-60 cm toprak altında oluşudur. Yine Unesco Dünya Mirası Listesi'ne eklendiğini biliyorum.





♥♥♥

Troya:

Adını ne çok duyduk, hakında ne kitaplar okuduk, filmler izledik, değil mi?
Çanakkale sınırları içerisinde bulunması, bu yeri bilmemize olanak sağlıyor. Lise ikinci sınıftayken okulumuz bu yere gezi düzenlemişti, fakat cimri babam beni göndermemişti. Yakın arkadaşlarım bu duruma çok üzülmüşlerdi. Sorunu para zannediyorlardı, ama asıl sorun, ailesine varlık içinde yokluk çektiren bir BABA idi! Bu yüzden herkes biyolojik anne-baba olabilir ama gerçek anne - babalık bambaşkadır...
Homeros'un İlyada adlı eserini hatırlıyorum, bir yakınım satın alıp okumuştu. Destanlardan hoşlananlar içinde tavsiye edilebilecek bir kitap...


Troya, 1870'li yıllarda Heinrich Schliemann tarafından keşfedilmiştir. Kim bilir ne kadar geniş bir alana yayılmıştır, ancak ne yazık ki tarihi dokusunu kaybetmiştir. Deniz kenti olduğundan coğrafik açıdan da ziyaretçi kabul etmektedir...

♥♥♥

Machu Picchu:

Baştan belirteyim, çocukluğumdan beri İnka'ya, İnkalılara çok ilgi beslerim. Beni o taraflara çeken bir şeyler var, ama ne?
Küçükken, hatırlıyorum da Gizemli Altın Şehirler diye bir çizgi film vardı, her bölümün sonunda mutlaka Türkçe seslendirmeli bir bölüm yer almaktaydı, o bölümde belgesel tadında bir anlatım bulunmaktaydı. Çizgi filmin son bölümünü izlemek nasip olmadı...
Tarihe olan sevgim ve ilgim o zamanlardan belliymiş, ne var ki talihsizliğim yanlış bir ailenin mensubu olmak ve yanlış bir çevrede büyümekti...






Machu Picchu, 1400'lü yıllarda İnkakılar tarafından keşfedilmiştir. Çiçek hastalığı nedeniyle terk edildiği rivayetleri söz konusudur. İki karşıt görüş vardır; acaba bu şehir büyük bir tapınaktan mı ibarettir yoksa koca bir hapishaneden mi? Çünkü kimilerine göre tapınak kimilerine göre hapishane olduğu söyleniyor. Ben de bilmiyorum, ama hissettiğim kadarıyla bir tapınak. Hislerle hareket etmek her zaman doğru olmuyor ama ben hislerime her zaman güvenirim. Peki ya siz, bu konu hakkında bir bilginiz olduğunu söyleyebilir misiniz?

♥♥♥

Sukhothai:

Sukhothai Krallığı, Siyam şehir devleti olan Ayutthaya Krallığı tarafından 1378'de  işgal edilmiştir. Ünlü Sukhothai tarihi Parkı, koruma altında olup, Unesco Dünya Mirası listesindeki yerini almıştır. Tayland'ın en mühim turistik yeri olduğunu duydum...





♥♥♥

Babil:

Geçmişten beri Babil'i ne kadar duysam, aklıma aşk terimi gelir; âşık bir adamın aşkı uğruna ortaya çıkardığı o meşhur asma bahçeleri...
Sorarım kendime, o dönemlerde yaşayan ve aşkları uğruna tarihe geçen adamların gerçek aşk ise günümüzde hissettiği her duyguyu aşk zanneden ama aslında yanılan adamların yaşadığı nedir?
Belki de bu yüzden kitap yazıyorum; kitaplarımda gerçek aşkı anlatmaya çalışıyorum; fedakârlığı, gerçek sevgiyi, sevgiliye yaklaşma biçimleri, aşkı gösterme biçimleri, karşılıklı sadakati ve daha nicelerini...




Evet, adını pek çok defa duyduğumuz Hammurabi döneminde yıldızı parlayan bir kenttir Babil, Kültürel, hukuki, hatta teknik açıdan oldukça ilerlemeler kaydetmiştir. Ünlü Babil Kulesi ve az önce de değindiğim Babil Asma Bahçeleri, ününü korumaktadır...


♥♥♥

Atlantis:

Atlantis'i duymayan yoktur herhâlde. Ben Atlantis'i ilk olarak ilk okuldayken evimizin kütüphanesinde süs gibi duran ansiklopedilerde görmüştüm. Rahmetli babam o zamanlar çok gazete kuponu biriktiri ve evi kitaplarla, ansiklopedilerde doldururdu, ama az evvel söylediğim gibi kızını kültürel bir okul gezisine göndermeyecek kadar da cimriydi. Hani derler ya "dışı eli içi beni yakar!"
Dıştan bakıldığında eğitimli, birikimli biri ama bir de bana sor!
Benim durumumda olanlar ne demek istediğimi daha iyi anlar, en azından anlamaya çalışırlar. Hayatta yine gam, keder, haksızlık yüzü görmeyenler ise "Aman, bu da bütün yazıları dramatikleştiriyor" deyip geçerler...
İşte okumak ile okumamak arasında fark budur, okumayı bilenler emeğin değerini de bilirler, hayatı tüm gerçekliğiyle yaşayan, araştıran kimseler, böyle yazılardan asla sıkılmazlar çünkü her insan bir aynadır aslında, yeter ki bakmasını bil, ayrıntıları gör ve orada kendini bul...

Okyanus başlı başına bir ilgi mıknatısıdır. İnsanı kendine öyle bir çeker ki; pek çok kitaba dâhil olan gizemli konuları, yaşanılanları, kimine göre gerçek kimine göre efsaneleşen ama keşfetmeye değen bir tarihe sahiptir...
Bir efsaneye göre Yunan mitolojisinde Neptün adı verilen deniz hükümdarı, Atlantis'e ev sahipliği yapmıştır. Karısı Cleito'yla beraber bu hükümdarlığı yönetmiştir. Beş tane ikizleri olduğunu ve hepsinin de erkek olduğunu duydum. Atlas adındaki oğulları, bu krallığın tam ortasında yer alan adanın kralı olmuştur. Diğer dokuz kardeşi ise dokuz farklı adaya hükmetmişlerdir. Gidişatın nasıl olduğu apaçık bellidir; koca deniz krallığı, bu on çocuktan türemiştir. Ne kadar şaşalı olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu şaşaa, halkı yozlaştırmıştır. Disiplinlerini kaybetmelerine ve sonunda Atinalılara yenilmelerine yol açmıştır. Ve o korkunç son... Bir gece okyanus bu şaşaalı adaları tamamen yutmuştur...





Böyle durumları, felâketleri okuduğum zaman aklıma ilk şu gelir; insanoğlunun tarih boyunca azgınlıklarını anlatan efsaneler, kitaplar, vs ve hepsinin de sonunun yıkım olması. Tarihten alınacak o kadar çok ibretli yaşam var ki tabiî evvela Peygamberler Tarihi'dir. En ibretli olaylar peygamberler zamanında yaşanmıştı; "Nuh Tufanı, Hz. Musa ve Firavun, Yunus Peygamber..."
Çocukluğumdan beri heyecanla ve sabırla bekledim durdum, özellikle biz, peygamberler tarihiyle ilgili serili bir sinema filmi hazırlayamaz mıyız?
Geçen zaman içerisinde umudum yerle bir oldu çünkü gerçeği yansıtan güzel filmler yapabilecek bilgi, kültür, sanat kalitesine uygun yapımcılar yok, izleyici kitlesi zaten berbat durumda; sanat denilince akıllarına çıplaklık gelen bir milletten ne beklenir ki!..
Böyle filmler yapılsa kaç kişi izler ki? ;/

♥♥♥

Okuduğunuz için teşekkürler, tıklayan elleriniz, okuyan gözleriniz dert görmesin. Sevgiler...
Yasemin F. Kılıçaslan (Melez Kaplan)


11 Aralık 2018 Salı

KİNTSUGİ NEDİR?


  Kintsugi veya kintsukuroi, bir Japon toz altın, gümüş veya platin ile toz haline getirilmiş veya karıştırılmış reçine ile kırık çömlekleri onarma sanatıdır. Bir felsefe olarak, bir nesnenin tarihinin bir parçası olarak kırılmasını ve onarımı ele alır...

       Kintsuginin ortaya çıkışı 15. Yüzyıl Japonya’sına dayanır. Rivayete göre Japon imparatoru sarayının değerli porselen eşyaları kırıldığında bunları kaybetmeye kıyamadığı için tamir için Çin’e gönderir. Çin’de bu eşyalarım adi metal sayılan demir tellerle tamir edildiğini görünce bu eşyalarının altınla tamir edilmesini emrederek kintsugi sanatının temellerini atar. Etimolojik olarak baktığımızda bu kelimeye; "Kin" Japoncada altın anlamına gelirken "tsugi" birleştirmek anlamını taşır. Bu hâliyle kelimenin altın ile birleştirme anlamına geldiği görülür...
       Bu bağlamda düşünecek olursak eskisinden daha güzel olabileceği sonucuna varabiliriz... :)
       Japonlar bunu 600 yıl önce keşfetmişler. Bence iyi bir keşif.  Bu yolla kırılan bir vazoyu ve yahut değerli bir seramiği elden geçirerek ona çok daha estetikli bir görünüm kazandırmak mümkün. Ama siz siz olun, bunun için eşyalarınızı kırmayın... ;)
       Antika meraklısı biri olarak söyleyebilirim ki bu tarz eski görünümler daima ilgimi çekmiştir. Çünkü bilirim ki eski olan her zaman daha değerlidir; işlem gören, emek verilerek yapılan bir eser kendi nazarında çok kıymetlidir. Kullanılan malzemelerinden yapılma amacına kadar türlü emeklerden geçerler. Başlarına herhangi bir kaza geldiğinde elbetteki üzülürüz ama her problemin bir çözümü, her derdin bir devası vardır...

Sevgiler,
Yasemin F. Kılıçaslan



31 Ekim 2018 Çarşamba

ARA GÜLER'İN OBJEKTİFİNDEN YILLANMIŞ ÜNLÜLER

''Yahu ben, Picasso’larla falan çalışıyorum. Sen de kim oluyorsun? Sen Hitchkock isen ben de Ara Güler’im.''
"Alfred Hitchcock ile yaptığımız çalışmayı unutamam. Onun çekimi biraz sıkıntılı olmuştu. Ayaklarını ön plana alarak bir fotoğraf çekmek istedim. Hitchcock da rejisör falan olduğu için, fotoğraf işlerini de iyi biliyor. Karşımda kurnazca hareketler yapıyor. Sabah 11.00’de başladığımız çalışma hiç unutmuyorum akşam 5’te bitti. Bana kızdı başlarda, sevmedi ama sonra alıştık birbirimize. Şakalaşmaya başladık. Baktı ki, ben ondan daha matrak biriyim, rahat rahat çalıştık sonra. Ben de içimden: 'Yahu ben, Picasso’larla falan çalışıyorum. Sen de kim oluyorsun? Sen Hitchkock isen ben de Ara Güler’im.' diyorum."

Yirminci yüzyılın en popüler tarihçilerinden biri olan Arnold Toynbee...

Nobel ödüllü yazar Bertrand Russell...

1960 yılında ünlü fotoğrafçı Bill Brandt, Londra'daki evinde dizlerinin üzerinde...

Dönemin İngiliz devlet adamı: Winston Churchill...

Ünlü oyuncu Dustin Hoffman’ı New York’taki bürosunda üzerine gazete kağıdı serdiği masasında peynir, zeytin, ekmek yerken yakaladı...

Federico Fellini

Amerika'nın en yaşlı fotoğrafçısı: Imogen Cunningham.

İndira Ghandi

1969 yılı Paris... Ünlü Fransız şair Jacques Prevert...

"Fotoğraf sadece bir araç değil, algılama biçiminin bir parçasıdır." diyen ünlü yazar John Berger'in Ara Güler tarafından çekilen fotoğrafı.

2 fotoğraf efsanesi yan yana... Ara Güler'in Kudelka'nın yıllar önce çektiği fotoğrafı ve en son halleri

1950'li yılların ve belki tüm zamanların en çok tanınan ve başından geçen sansasyonel olaylarla ses getiren sopranosu: Maria Callas

Hayatı boyunca 17 kez Cannes Film Festivali'ne giden Ara Güler, 1958 yılında 11.'si düzenlenen festivalde de yönetmen Orson Welles

Ara Güler'in en efsane çalışmalarından biri: Salvador Dali!
Dali’nin Paris’te oteline gittim, 101 numarada kalıyormuş. Kapısını açtım, bana bakıyor; “Niye benim fotoğrafımı çekmek istiyorsun?” dedi. “Çok meşhursun da onun için.” dedim. “Benim dakikam 25 bin dolardır.” dedi. “Güzel ama ben bir dakikada fotoğraf çekemem ki!” dedim. Beni tuttuğu gibi dışarı attı. O akşam bir Yahudi arkadaşımla yemeğe gittim. “Dali beni dışarı attı.” dedim, “O benim vaftiz babam.” dedi. “Ama sen Yahudi’sin o Hıristiyan nasıl olur?” dedim. “Sen karışma.” dedi, gitti konuştu. Ertesi sabah saat 11’de gittik. Dali bana bakıyor ben ona. “Senin fotoğrafını çekmeliyim. Adamakıllı bir fotoğrafın yok.” dedim. “Kimse yokken gel.” dedi. Ertesi gün saat onda gittim, üç gazeteci daha geldi. “Hani benden başka kimse olmayacaktı.” dedim. “Dur ben onları hemen salarım.” dedi. Elinde de gümüş saplı bir baston var. “Bilin bakalım, ziftin formülü nedir?” dedi. Kimse bilemedi. Formülü kafadan attı. “Benim adım Salvador Dali, bu bastonu ziftin içine sokar çıkarırım. Beş kuruşluk baston olur 50 bin dolar. Sen bunu yaparsan deli derler. Şimdi dediğimden ne anladınsa git onu yaz.” dedi. Üçünü birden toplayıp dışarı attı. O fotoğrafları o gün çektim.

Ara Güler için sergi açan dünyaca ünlü fotoğrafçı: Sebastião Salgado...

Sophia Loren
''Sophia Loren’i bilir misin? Onun asansöre bindiğini görünce asansöre binmiştim ben de…Yukarı çıktık beraber. Otel odasının ortasında da yatak var. Kadın yorgundu. Ayakkabılarını çıkardı, yatağın üzerinde oturdu. “Burada böyle dururken resmini çekebilir miyim?” dedim. Çek diyince birkaç tane çekip Türkiye’ye gönderdim. Burada da afiş yapmışlar: “Muhabirimiz Ara Güler, Sophia Loren’in yatak odasında” diye. Lâf mı bu şimdi?''