kıssadan hisse etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kıssadan hisse etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ocak 2019 Pazartesi

3 KISSADAN HİSSE

KISSADAN HİSSELER

ALLAH HARAMDAN KAÇANI KORUR


Ünlü hükümdar Timur'dan sonra yerine geçen oğullarından Şahruh (XV. y.yıl) bilime ve bilgine değer veren, dindar, halim, selim biriydi. Bilginlerle oturup kalkmaktan zevk alırdı. Şahruh'un çevresindeki bilgin kişilerden biri de Nimetullah Efendi idi. Aynı zamanda evliyadan olan Nimetullah Efendi'nin dilinden düşürmediği bir söz vardı:

"Allah haramdan kaçanı korur" (Yani kişi haramdan kaçarsa Allah ona haram yedirmez, nasip etmez, demek istiyordu.)

Bu sözü sık sık tekrar eder, bununla biraz da hükümdar ve adamlarını uyarmak amacı güderdi. Şahruh da bunun her zaman mümkün olmayacağını, insanın bazen bilmeden de harama el uzatabileceğini ileri sürerdi. Şahruh bir gün sarayında özellikle Nimetullah Efendi'yi ağırlamak üzere bir ziyafet düzenledi. Başta hükümdar ve Nimetullah Efendi olmak üzere davetliler sofraya oturdular. Başyemek kehribar gibi kızarmış bir kuzu çevirmesiydi. Herkes gibi Nimetullah Efendi de iştahla yiyor, yedikçe "Allah haramdan kaçanı korur" sözünü tekrarlayıp duruyordu. Hükümdar ve adamları da bıyık altından gülüyorlardı. Nihayet yemek bitti. Şahruh Nimetullah Efendi'ye sordu:

- Allah haramdan kaçanı her zaman ve her durumda korur mu?

— Evet, korur, haramdan kaçana Allah haram nasip etmez.

— Ama hocam seni korumadı, sen de bizimle birlikte haram yedin.

— Hayır, ben haram yemedim haramı siz yediniz.

— Boşuna iddia etme hocam, sofrada yediğimiz kuzuyu benim adamlarım çalmıştı, hırsızlık malıydı o...

- Olabilir, size haramdı, ama bana helaldi. Hükümdar lahavle çekti:

- Nasıl olur hocam, çalınmış bir kuzu bize haram, sana helal?

Nimetullah Efendi sözünü bağladı:

- Eğer inanmıyorsanız, kuzunun sahibini bulun sorun...

Gerçekten hükümdarın adamları çaldıkları kuzunun sahibini buldular. Yaşlı bir kadındı kuzunun sahibi. Kuzuyu çaldıklarını, pişirip yediklerini itiraf ettiler ve parasını ödemek istediklerini söylediler. Kadın parasını almayı reddetti ve kendilerine beddua etti.

— Ben o kuzuyu parası için değil, bu havalide Nimetullah Efendi diye mübarek bir zat varmış, ona ikram etmek için yetiştiriyordum, diye açıklamada bulundu.


BAL ŞERBETİ


Bir Ramazan'da Medineli bir Müslüman Halife Hz. Ömer'i iftar yemeğine davet etti. Yemek sırasında yalnız Hz. Ömer'e bir kap içinde bir içecek

sunuldu. Hz. Ömer sordu: "Bu nedir?" Ev sahibi cevap verdi: "Bal şerbetidir efendim, sizin için ayırmıştık da..." Hz. Ömer onu içmeyi reddederek şöyle dedi: "Benim yönetimini üstlendiğim halkın çoğu içmek için henüz kuyu suyunu bile bulamazken ben burada bal şerbeti içemem."


TERBİYE YARATILIŞA BAĞLADIR

Eski İran hükümdarlarından biri vezirine oğlunun hocasından yakınıyordu: - ben istiyorum ki oğlum ilim öğrensin, benim yerime iyi bir hükümdar olsun, o ise devamlı müzikle, sesle, sazla meşgul demek ki hocası buna iyi bir yön veremiyor. Vezir aynı görüşte değildi: - hükümdarım hocanın elinde mucize yok Çocuğun kabiliyeti neye ise hocası ancak onda ilerlemesine, olgunlaşmasına yardım edebilir İnsanın tabiatı değiştirilemez, terbiye yaratılışa tabidir. Hükümdar aksi görüşteydi terbiye ile yaratılışa yön verebileceğini iddia ediyordu. Bunu kanıtlamak için bir akşam sarayında bir eğlence düzenledi.  Bu eğlence sırasında eğitilmiş kedilerin bir gösterisi de yer aldı bu kediler, sırtlarında, bir tabak içinde yanan mumları taşıyorlar ve onları düşünmüyorlardı. Hükümdar vezire bu kedileri göstererek: - görüyorsunuz, terbiyenin nelere gücü yetiyor, dedi vezir karşılık vermedi olumlu, olumsuz bir şey söylemedi. Yeni bir eğlence gecesini bekledi bir başka gecede düzenlenen eğlenceye gelirken yanında gizlice bir kaç tane fare getirdi kediler gösteriye başladığı zaman bu fareleri kedilerin ortasına doğru salıverdi. Fareleri gören kediler sırtlarındaki tabağı, mumu unutup farelerin peşine takıldılar. Mumlar, tabaklar hepsi bir yana yuvarlandı. Yanan mumlardan yerdeki halılar tutuştu. Ortalık bir anda ana-baba gününe döndü tam bu esnada vezir padişaha yanaşıp iddiasını kanıtlamanın gururuyla şöyle dedi: “Gördünüz mü padişahım terbiye yaratılışa tabiîdir.”


TEBESSÜM

Minik bir tebessüm nelere mal olabilir, hiç düşündünüz mü? Okuyun... ♥

TEBESSÜM

 Tebessüm

Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. 
Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu.

Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı.

Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı.

Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu.Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.

Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki; iki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki bir saçak altında titreşen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi.

Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu.Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu.


Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı.Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı.

Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar.

Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir TEBESSÜM'ün sonucuydu...


12 Şubat 2015 Perşembe

ANLADIM...



ANLADIM…



YAŞ 35 (YOLUN YARISI)



  1. 10 yaş öncesi: Hatırlayamadığım kadar eskiydi; babam, annemi yolun ortasında döverek yuvarlıyordu, yanlarında insanlar vardı… Unutamadığım bir manzara olarak belleğime kazındı!
  2. 10 yaş öncesi: Evde film izleniyordu; savaş filmiydi ve iki kötü asker arabalarıyla bir hayvanı eziyor ama umursamıyorlardı, durumu gören ve hayvana yardım etmek isteyen kıza ise saldırıyorlardı!
  3. Yaş 11: Babamın ofisinde, çekmecesinde kötü içerikli resimler bulmuştum…
  4. Yaş 12: Aynı otogara getirmesine rağmen sırf başka otobüsle geldim diye (ki 12 yaşında bir çocuğun tek başına otobüsle bir yerden bir yere gelmesi bile takdire şayandır) otobüsten iner inmez babam beni herkesin içinde dövdü!
  5. Yaş 13: Bir akraba ziyaretiydi; evine gittiğimiz kadın ablama “sen bizim tarafımıza benziyorsun ama kardeşin annene çekmiş” dedi. Eve geldiğimizde ablam anneme şöyle dedi: “Beni güzel buldukları için kendilerine benzetmek istediler ama Derya’yı (beni) sana benzettiler, yani (Derya çok çirkin olduğu için) bu durumda sana “hakaret” etmiş oldular. Annem: “Ya, demek öyle!” diyerek bozulduğunu belirtti. Ve bu diyaloglar geçerken, aslında en büyük hakareti bana yaptıklarını göremediler!
  6. Yaş 14: Bir gün bir arkadaşımın evine gittim; annesi de babası da eğitimli, kültürlü ve kızını sorumluluk bilinciyle yetiştiren bir kadındı; benimle iki arkadaş gibi oturup sohbet ettiler ve ilk kez o gün bir “büyük” ile iki arkadaş gibi sohbet etmenin tadına vardım ve evimdeki eksikliği hissettim… 
  7. Yaş 15: Bir gece annemin çığlıklarıyla uyandım ve yatağımdan sıçradım; baba yine onu dövüyordu, o küçük bedenim ama kocaman kalbimle araya girmeye çalıştım ve burnuma yumruk yedim. 
  8. Yaş 16: Yeni okula başladım; daha ilk tanışmamızda kızın biri bana “Sen hangi mezheptensin?” diye sordu; şaştım kaldım! 
  9. Yaş 17: Sürekli okula gelen ve benimle ilgilenen bir erkek vardı, aramızı yapmaya çalışan bir de kız arkadaşım; çocuğun kötü niyetli olduğunu anladım ve görüşmeyi kestim. O, çok güvendiğim kız arkadaşım ise hakkımda asılsız lâflar çıkararak okuldaki imajımı lekeledi ve herkes hakkımda haksız yere konuşmaya başladı ve o konuşanlar, aslında ahlâksızın önde gideniydi… 
  10. Yaş 18: Çevremdeki en fakir öğrenci bile dershaneye giderken, ben ise arkadaşlarımın beğenmeyip de çöpe attığı test içerikli dergilere göz atarak test çözmeye, bana asla yardımcı olmayan, basit bir kitap bile almayan bir babanın elinde üniversiteye hazırlanmaya çalıştım…
  11. Yaş 19: Uzun yıllar görüşmediğimiz akraba ve aile dostlarıyla bir araya gelmeye başladık ve beni gören herkes “Ne kadar güzel olmuşsun, ablanı bile geçmişsin” dediklerinde, ablam ise “Geçmiş ise geçmiş, ne olacak!” diyordu! 
  12. Yaş 20: Üniversiteyi kazanamadım ve babamdan en ağır hakaretleri işittim… Sonra yeniden hazırlandım, iyi bir puan el ettim ama gitmeme kararı alarak bir yıl daha hazırlanmaya karar verdim… 
  13. Yaş 21: Yalnızlığa mahkûm edilen bedenim, ruhum iyice sıkılmaya, daralmaya başlamıştı ve etrafımda konuşacak, dertleşecek bir tane dahi dostum yoktu. Bütün arkadaşlarım benden uzaktaydı ama onlarla görüşmeme imkân ve “müsaade” yoktu!
  14. Chat servisinde biriyle tanıştım; görünüşte güvenilir, aşırı derecede dindar, iyi bir aile çocuğu… Benimle telefonda bir saat başörtüsü kavgası yapacak kadar inanç sahibi biri ve onunla evlenmeye karar verdim… 
  15. Yaş 22: İnançlı biriyle evlenme ve kapanma fikrini benimsemiştim zira ucunda Hakka yönelmek vardı ama… 

Evde serbest, dışarıda kapalı gezdim, onu mutlu edebilmek için elimden gelenin fazlasını yaptım ama insanların göründüğü gibi olmadığını, kendilerini olduğundan daha farklı gösterebileceğini nereden bilebilirdim… 

  1. Yaş 23: Irkçı, insana değer vermeyen bir aileye gelin gittim. Daha önceki yıl üniversiteye gitmeyip bir yıl daha hazırlanma kararı almakla de büyük hata etmiştim çünkü evlendiğim insan, sınava girmeme izin vermedi! Sonuçta bütün emeklerim heba oldu… Öte yandan herkesçe beğenilen, içeride eşimin gözlerine hitap ederken dışarıda ise kapalı gezen bir hanım olmama rağmen eşim sürekli açık seçik kadınları, kızları anlatır, onları över, onları ne kadar beğendiğinden bahsedip dururdu. Bir gün şehir dışına çıktığında, kız kardeşi bana “Onun gittiği yer turistik, orası piliç kaynıyordur” dedi ve bunu söyleyen, sözde inancı nedeniyle çarşaf giyen bir insandı. Bazı kimselerin dindarlık anlayışı böyleydi işte…
  2. Yaş 24: Beynimde küçük bir problem ortaya çıktı ve tedavi gördüm ve ondan sonra başıma örtü takmaz oldum… 
  3. Yaş 25: Ailemi ziyarete gidiyordum; otogarda idik ve bir süre uzak kalacaktık. Otobüsün yanında bir çift gördüm; adam kadına sımsıkı sarılmıştı, birbirlerine öyle kenetlenmişlerdi ki… Benim eşim ise bana yabancıya sarılır gibi sarılırken aynı zamanda ise otobüse binen yarı çıplak anne ile kızına bakıyordu… 
  4. Yaş 26: Yine bir yıl, beni annemin yanında gönderdi ve iki ay boyunca doğru dürüst arayıp sormadı; sanki başından attığına sevinmiş gibiydi… 
  5. Yaş 27: Eşimden ve ailesinden gitgide uzaklaşırken kendimi geliştirmeye karar vererek artık kendi ayaklarım üzerimde durmak isteme suretiyle eğitim kurslarına başladım…
  6. Yaş 28: Bir gece eşimin kaza haberini aldım, hastaneye gittim ve iki aya yakın orada bir başıma refakatçilik ettim çünkü ailesine haber vermemi istememişti. Ona, elimden geldiğince iyi bakmaya çalışırken o ise gözümün önünde hemşirelere asılıyordu...
  7. Yaş 29: Bir arkadaşı beni hastaneden eve, sonra yine evden alıp hastaneye getirdi; sırf yanına oturdum diye eşim bana kızdı ama kendisi iyileşip hastaneden çıktıktan sonra bir iş arkadaşını (bayan) yanına oturtup evine bıraktı ve bunu tesadüfen öğrendim…
  8. Yaş 30: Yeni başladığım bir kursta birbirinden kıymetli arkadaşlar edinmiştim. Bir gün fotoğraf çektirirken (ki arkadaşlarım efendi insanlardı) biriyle sırt sırta verdik ama sırtımız birbirine değmiyordu bile ve bunu öğrenen eşimden yine bir araba dolusu lâf işittim! Ancak; kendisi evimize yatılı ziyarete gelen ve henüz yeni tanıdığımız gevşek karakterli, olgunluk ve sorumluluktan payını almamış bir genç kızla, üstelik de kapalı bir kız, sarmaş dolaş fotoğraflar çektirmekten geri kalmadı… 
  9. Yaş 31: Uzun yılların ardından hamile kaldım! Hayatımın en berbat dokuz ayıydı; aşerdiğim için neredeyse azar işittiğim, kavgalarla dolu, ilgisiz ve kimi zaman aç kaldığım bir hamilelik… Ağrılarımın tuttuğu bir gece acile gittik, eve döndüğümüzde apartmanın giriş kapısında beklerken karşımızdan açık seçik bir kız geldi ve ben ağrı içinde kıvranırken eşim “elinde anahtarla” kapıyı açmadan o kızı seyretti bir süre. Sonra kız kapıyı içeriden açtı ve eşim beni bırakıp ona “bir güzel” teşekkür etti… Hamileliğimin altıncı ayında da bir kavgamız sırasında eline geçirdiği 37 ekran TV büyüklüğündeki serinleticiyi başıma vurmaya kalktı…
  10. Yaş 32: Doğum yaptım, bir kızım oldu ve ailesinden kimse doğumuma gelmedi. Yedi ay geçtikten sonra gelmek istediler ama eşim istemedi; artık onlarla görüşmek istemediğini söyledi, bende aralarına girmek istemedim… 
  11. Yaş 33: “Senden önce kimseyi sevmedim, benim için ilksin, kötü şeyler yaşadık ama düzeltmeme izin ver” gibi sözlerle beni yıllarca kandıran, her defasında güvenimi sarsan ve en sonunda da “Ben senden önce birine âşıktım ama onu ağabeyime isteyeceklerdi, bu yüzden sevdamı kalbime gömdüm” itirafını yapan ve yıllarca gözümün içine bakarak belki de o kalbine gömdüğü sevdasını düşünen bir insanla evli kaldığım için kendimden bir kez daha nefret ettim… Ayrılmak istedim, yapamadım, ayrılmak için hep doğru zamanı kolladım!
  12. Yaş 34: Eşim büyük bir kaza geçirdi; ailesine haber verip vermeme konusunda tereddütte kaldım ama durumu acildi, kan gerekliydi ve yoğun bakımdaydı. Ailesine haber verdim, geldiler. Kimisi selâm verirken kimisi ise yüzüme bile bakmadan geçip gitti. Yoğun bakıma girmemi istemediler. Bir ordu hâlinde kapı önünde beklerken aralarında yalnızdım ve bunu fark eden bir hanım yanıma geldi ve şöyle dedi: “Yardım ve destek ister misiniz?” “Nasıl yani?” dedim, “Durumunuz fark edilir düzeyde!” dedi. Dönüp etrafıma baktım ve evet, insan ayıran bu koca sülâlenin içinde gerçekten de yalnız olduğumu fark ettim. Bana alınan tavır ise ortadaydı; bana, kendimi oğulları ile aralarına giren bir kara kedi gibi hissettiriyorlardı oysaki durum sandıkları gibi değildi… Ve artık ne yoğun bakımda yatan o adama, ne ailesine ne de hak etmediğim bu hayata katlanamayacağımı düşündüm… Giyimleri, hâl ve hareketleriyle kendilerini belli eden bu ailenin içinde bana yardım elini uzatan bu yabancı kadına ise tek kelime ile hayran kaldım… 

Eşimi servise aldılar; geceleri ben, gündüzleri ise ailesinden fertler kalıyordu ve bir gün ona Geçmiş olsun diye telefon eden arkadaşına “Yanımda ağabeyim kalıyor!” dediğini duydum ve ayrılık fikrim, netlik kazandı. Sesimi arkadaşına duyurmaya çalışarak “Selâm söyle!” diye bağırdım, bunu duyan arkadaşının şaşıran sesini işittim. Tabii eşim de bu duruma bozuldu…

  1. Yaş 35: Ne evliliğe, ne aşka, ne insanlara karşı güveni olmayan bir insana dönüşmeye başlamış, insanlardan uzak kalmaya çalışan ketum bir birey hâline gelmeye başlamıştım ki işte kaderimin kırıldığı yer; tiyatroya başladım… Özellikle drama oyunlarındaki başarım, yıllarca çektiğim acıyı, yürek sancısını ortaya koyuyordu ve yeteneğim, acılarımdan geliyordu…

* Yolun yarısındayım… Boşandım; iyi bir işim, kendimi hayatına adadığım bir kızım ve iyi dostlarım var ama bir eşim, ailem yok ki zaten hiç olmadılar…

Anladım ki:

  1. Madde: Daha anne karnında bile babası tarafından tekmelenen bahtsız bir çocuk olduğumu… Yasemin F. Kılıçaslan
  2. Madde: Bir çocuğun yanında her şeyin izlenemeyeceğini…
  3. Madde: Baba yönünden çok ama çok şansız bir çocuk olduğumu…
  4. Madde: Kendine özgüveni olan bir çocuk olmama rağmen bana herkesin içinde acımadan vuran babamın beni zerre kadar sevmediğini… 
  5. Madde: Ailemin gözünde, duyguları olmayan, önemsiz bir fert olduğumu…
  6. Başka ailelere imrendiğimi ama öyle bir aileye sahip olamama rağmen yinede arkadaşımı kıskanmadığımı… Yasemin F. Kılıçaslan
  7. Madde: Annesini korumaya çalışırken burnuna yediği yumruktan ötürü burun şekli bozulan ve hayatı boyunca bunu çekmek zorunda olan bir insan evladı olduğumu…
  8. Madde: Bazı insanların evlatlarını daha çekirdekten ırkçı yetiştirdiğini…
  9. Madde: Herkesi kendim gibi görüp güvendiğimi, güvendiğim dağlara kar yağdığını ve arkadaş bildiğim insanların aslında kuyumu kazdığını ve erkeklerin güvenilmez olduğunu…
  10. Madde: Rakıya tapan babamın bana basit bir kitap almayacak kadar sevgisiz, insanlıktan uzak, şeref yoksunu bir insan olduğunu… 
  11. Madde: Aile içinde bile kıskançlık olabileceğini ve gerçekten güzel bir insan olduğumu…
  12. Madde: Eğitimime önem vermeyen, bana hiçbir konuda yardımcı olmayan, sanki evladı değilmişim gibi davranan bir babanın elindeki çaresizliğimi… 
  13. Madde: Yalnızlığımı, hayatta hiçbir şeye hakkım olmadığını… 
  14. Madde: Doğruluğa yönelmek istediğimi ve bir kaçış yolu aradığımı ama bunu yanlış yerde aradığımı… 
  15. Madde: İnsanların; İslâm’ı, Dini, Ahlâk’ı, Güzel ve İyi olan her şeyi kullanarak genç ve bunalımlı bir genç kızın boşluğundan yararlanabilecek kadar aslında İnançsız, İslâm’ı bilmeyen, karaktersiz kimseler olabileceğini, dünyanın böyle tiplerle dolu olduğunu…
  16. Madde: İnsanların; beni ezme çabalarını, kafalarına taktıkları başörtüsüne layık olmadıklarını, bir erkeğin eşinin başını kapatıp da başka kadınlara, kızlara kötü gözle, niyetle bakabileceğini; sadakatten uzak, ahlâksız bir erkeğe güvenip onunla evlendiğim için kendimden nefret ettiğimi… 
  17.  Madde: Beynimde çıkan sorundan ötürü tedavi gördüğüm sırada eşimden ayrı kaldığım süre zarfında düşünecek fırsatım olduğunu ve bunun sonucunda “Bir KUL için değil, yalnız ALLAH için” kapanılması gerektiğini ve gelin gittiğin adam ve ailesinden ötürü başörtüsünden soğuduğumu, iyileştikten sonra kendimi tam anlamıyla İslâm’a layık bir KADIN hâline dönüştürüp yeniden kapanabileceğimi… 
  18.  Madde: Ta liseli yıllarımda iken hayal ettiğim gibi “beni seven, beni sayan, gözü benden başkasını görmeyen, sadakatli ve dürüst” bir erkeğe sahip olamadığımı…
  19. Madde: Eşim olacak adamın beni ZERRE kadar umursamadığını ve yokluğumda keyfine baktığını…
  20. Madde: Kimseye bağımlı olamayacağımı, kendi ayaklarım üstünde durmak istediğimi, gösterdiğim itaatkârlığa karşılık ne bir sevgi ne bir şefkat ne de bir takdir gördüğümü; aksine yıprandığımı, hırpalandığımı, içimdeki yaşam sevincinin öldüğünü ve bunun nezdinde sahip olduğum eğitim, kültür ve yeteneklerimi kullanarak iyi işler yapabileceğimi…
  21. Madde: Bir insanın 7’sinde ne ise 70’inde de o olduğunu ve hiçbir zaman sağlıklı ve mutlu bir evliliğimin olamayacağını, eşimin “insanlığımı” hak etmediğini ve kadınlara, kızlara zaafı olduğunu bir kez daha…  Madde: Benden yapmamı istemediği her şeyi aslında kendisinin yaptığını…
  22. Madde: Bencil duygulara sahip olan eşimin, çektirdiğim masum fotoğrafa dil uzatırken kendisinin yeni tanıdığı bir kızla sarmaş dolaş fotoğraflar çektirecek kadar insanlıktan, dinden, doğru yoldan saptığını… 
  23. Madde: Bana değer vermeyen eşimin karnımdaki çocuğa da saygısı, sevgisi olmadığını ve hayatımızın geri kalanının da böyle geçeceğini ve ondan nefret ettiğimi…
  24. Madde: Ailesinin gözünde hiçbir zaman zerre kadar kıymetimin olmadığını bir kez daha…
  25. Madde: Daha ilk tanıdığımda “dindarlığına, doğruluğuna, dürüstlüğüne” inandığım o insanla evlenip tüm bunları çekecek kadar imtihan dünyasında olduğumu, erkeklere kesinlikle güvenmemem gerektiğini… 
  26. Madde: Eşimin, ailesiyle görüşmek istememesinin arkasında yatan ikiyüzlülüğü, ailesini gördüğü an beni bir kalemde silebildiğini, bunu fazlasıyla hissettirdiğini, yalnızlığımın – mutsuzluğumun yabancı kimseler tarafından fark edilebilir düzeyde olduğunu ve İNSANLIĞIN HÂLÂ ÖLMEDİĞİNİ… 
  27. Madde: Asla pes etmediğimi, insanın istediği taktirde her türlü zorluğa göğüs gerebileceğini ve başarabileceğini; kendine güvenen, kendine inanan ve inancını asla yitirmeyen bir insan olduğumu… Başkaları için yaşamayı bırakıp yalnız kendim ve evladım için var olmak istediğimi… ANLADIM! 
Ve en çok da; bazı kimselerin ne çocuk olabildiklerini, ne genç olabildiklerini, hayatlarının bir çırpıda heba olabileceğini, ailenin ne denli önemli bir olgu olduğunu ve sarsılan güvenin bir daha yerine gelmediğini anladım...

Araştırmalarım sonunda edindiğim bilgilerle sadece birkaç madde hâlinde sıraladığım bu metinde, alınacak çok ders olduğunu, yaşanılan çoğu olumsuzluğu yazmadığımı, buna yer ve zaman olmadığını belirtmek isterim… Şu içinde bulunduğumuz gezegende dertsiz, sıkıntısız insan yoktur. Türlü türlü zorluklar ve mücadelelerde yoğrulmuş ömrümüzün içinde kendimize güvenmeyi, kendimizi sevmeyi ve tanıştığımız insanlara karşı dikkatli olmamız gerektiğini, kimseye hak ettiğinden fazla değer vermemeyi; haksızlığa karşı göğüs gerebilecek gücü bize veren ve daima yanımızda olan Rabbimizin bizleri unutmamasını ve yalnız Allah’a inanmamız gerektiğini bilmeliyiz… Din kardeşlerime; gönlünden geçenleri en hayırlı şekilde gerçekleştirebileceği “güzel, hayırlı, huzurlu, mutlu” bir ömür dilerim! 



Yasemin F. Kılıçaslan




5 Mayıs 2014 Pazartesi

FELÇLİ KIZDAN HAYAT DERSİ (DENEME 1)


FELÇLİ KIZDAN HAYAT DERSİ

YASEMİN F. KILIÇASLAN

Tam on yıl oldu ama dün gibi hatırlıyorum… İş gezisi için Ankara’ya gitmiştim! İki gün kalıp kendi memleketim olan İstanbul’a geri dönecektim! 8.30 suları oradaydım. Arkadaşım, beni havalimanından alıp evine götürdü. Aylardır görüşmediğimiz için birbirimizi özlemiştik! Birlikte güzel bir kahvaltı ettik, eski günlerden konuştuk, ardından dinlenmek için bana hazırladığı odaya çekilip iki saat kadar uyudum! O günü dinlenmeye ve gezmeye ayıracak ve ertesi gün de toplantıya katılıp akşam uçağı ile İstanbul’a geri dönecektim… YASEMİN F KILIÇASLAN

            Kalktığımda ılık bir duş aldım. Ardından birlikte dışarı çıkıp Kızılay’da öğle yemeği yedik. Keyif çayımızı yudumlarken Sonbahar’ın Ankara’ya ne kadar da yakıştığını düşünüyordum… Biraz çevreyi dolaştıktan sonra oradan Ulus’a geçtik. Gençlik Parkı’nı dolaştık; kumpir yiyip Lûnapark’a bir göz attık! Bağrışan insanlara tebessüm ederken az ileride gencecik bir kız çarptı gözlerime. Tekerlekli sandalyesi, elinde fotoğraf makinesi, kahverengi gözlerine yansıyan özlemle o da parkın içinde göz gezdiriyordu... Bir süre sonra arkadaşımla gidip banklardan birine oturduk. Birkaç metre ileride başka bir bankta oturan orta yaşlı bir çiftin tartıştıklarını gördüm. Hayli tatsız bir kavganın içindeydiler. Kadın kaç kez kalkıp gitmek istemiş ancak adam izin vermemişti. Kavganın konusu ise kıskançlık, huzursuzluk, sürekli verilen ancak tutulmayan sözlerdi. Kadın; adamın sürekli birtakım sözler verip tutmamasından ve kıskançlığından şikâyet ederken adam ise huzurlu bir ev yaşamına sahip olmadığı için verdiği sözleri tutamadığını, araları beş gün iyi geçse, altıncı gün yine kavga ettiklerini bahane edip duruyordu…
            Durup durup yine aynı yere geliyor, aralarındaki sorunu bir türlü çözemiyorlardı. Onları dinlerken içim daralmaya başlamıştı. Tam arkadaşıma dönüp “Gidelim mi?” diye soracakken yine o tekerlekli sandalyesiyle gelen kızı gördüm. Gelip havuzuFseyretmeye başladı. Yalnız oluşu, yürüyüp koşan çocuklara olan bakışı dikkatimden kaçmamıştı. Arada bir başını çevirip kavga eden orta yaşlı çifte de bakıyor, sonrasında başını yana sallayarak önüne dönüyordu. Bense gözlerimi ondan alamıyordum; ona bakarken duygusallığım tutuyor, ister istemezKhâline üzülüyordum! YASEMİN F KILIÇASLAN
            Çok geçmemişti ki yine dönüp o çifte baktı; derken tekerlekli sandalyesini onlara doğru sürmeye başladı. Karşılarına dikelip “Kocaman insanlarsınız, neyi paylaşamıyorsunuz da burada böyle birbirinize bağırıp duruyorsunuz!” der demez çift birden derin bir suskunluğa büründü. Kız ise burnundan soluyordu adeta. Arkadaşıma dönüp “Eyvah, inşallah kıza terslenmezler!” dedim. Nitekim öyle bir durumda hiç tereddütsüz duruma el koyardım. Bulunduğum yerden izlemeye devam ettim. Kadın kaşlarını çatmış öylece boşluğa bakıyor, adam ise tekerlekli sandalyeye bakıp başını yana sallıyordu. Kız el kol hareketleriyle “Uğrunda kavgaya tutuştuğunuz konular çözülemeyecek şeyler mi ki burada herkesin içinde birbirinizi yiyorsunuz! Birbirinizi incitmekten zevk mi alıyorsunuz?” diye devam etti. Adam bir şey diyecek oldu lakin kız izin vermeyerek elleriyle ayaklarını işaret etti; “Buna bakınca ne görüyorsunuz, sadece ayakları tutmayan bir kız mı? Ne düşünüyorsunuz hakkımda, şuna bak zavallı kız mı diyorsunuz yoksa?”
            KadınY“Öyle bir şey düşünmedik!” diye karşılık verir vermez, başını yana sallayarak “Rüyalarınızda yürüyüp koşsaydınız ancak sabahları gözlerinizi açtığınızda yine başucunuzdaki tekerlekli sandalyeyi görseydiniz, doktorların ‘bir daha yürüyemeyeceksin!’ demesine rağmen umudunuzu kaybetmemeye çalışsaydınız, dışarı çıktığınızda yürüyen insanlara içlenerek baksaydınız, yine aynı konular üzerinde kavga eder miydiniz?” diye sordu. Başını yana sallayarak “Hayır, çünkü derdiniz daha büyük olurdu!” YASEMİN F KILIÇ Yaşından büyük lâflar etmesi beniYöyle derinden etkilemişti ki ona bakmaktan kendimi alamıyordum. Şu kısacık hayatta, yaşadıkları onu fazlasıyla olgun biri yapmıştı… Kalkıp yanına gitmeye niyetlendim ancak arkadaşım beni durdurdu. O an tek söylediği “Bekle…” olmuştu. Sükûnla bekledim genç kızın son sözünü; kısa ve öz “Anlamazsınız ki...” deyişini, arkasını dönüp giderken gözlerimi ondan alamayışımı...
           O an yüreğime mühürlenen gerçek; yetişkin iki insanın, aslında en büyük zenginliğe sahipken bunun değerini bilmeyip basit meselelerle kendilerini heba etmesi ve hayata tutunamaması karşısında, o gencecik kızın umudunu asla yitirmeden yaşama tutunma çabasıydı…
Ve arkasını dönüp giderken geride ikiden fazla yetişkin insan bırakmıştı; derin düşüncelere gömülen ve hayatın aslında ne denli değerli olduğunu anlayan... YASEMİN F KILIÇASLAN
             O günü asla unutmadım ve unutmayacağım. Şimdi otuz yedi yaşındayım ve on yıl önce tanıdığım o küçük ama kocaman yürekli kız, şimdi iki çocuk annesi, dünyanın en hayat dolu insanı ve benim bu hayattaki can yoldaşımdır… YASEMİN F KILIÇASLAN

                        YASEMİN F. KILIÇASLAN                                                            

BU ESER YASEMİN F. KILIÇASLAN’A AİTTİRYasemin F. Kılıçaslan