İNSAN OLMAK
Yasemin
F. Kılıçaslan
Her insan doğar, ona biçilen ömrü
yaşar ve ölür ama öyle ama böyle… rabbim, herkese hayırlı, sağlıklı, huzurlu,
şerefli, namuslu bir ömür ve eceli ile iman üzere ölüm nasip etsin! Âmin! Yasemin F. Kılıçaslan
Doğmak –
ölmek… bunlar kaçınılmaz olgulardır ancak nasıl bir yaşam seçeceğimize kendimiz
karar verebiliriz; zira görünüşte herkes insandır ama ya göremediğimiz
kısımları?
Yeni bir insan
tanırız; görünüşte hoş biridir, kültürlüdür, eğitimlidir, hatta dindar ve
insancıldır; onu tanımak, onunla aramızda bir hukuk oluşturmak isteriz ve bu
bağlamda o insanla belli bir zaman geçiririz… zaman, her şeyin ilâcıdır derler
ya işte lâfı getirmek istediğim temel nokta tam da bu: zaman geçtikçe aslında o
beğendiğimiz, güvendiğimiz insanın, olduğundan çok daha farklı olduğunu anlarız.
Nasıl mı? İnsanoğlu hata yapabilme eğilimine sahiptir; ne kadar mükemmel
görünmeye çalışırsa çalışsın mutlaka bir yerde açık verir ama öyle ama böyle… Yasemin F. Kılıçaslan
Örnek vereyim;
ortaöğretim öğrencisi iken aynı sınıfı, sırayı paylaştığım bir arkadaşım, bana
ailesinden bahsetmişti; babasını kaybettiğinden, annesinin dil rehberi
olduğundan, araba kullandığından, evlerinin saray gibi olduğundan, diğer
öğrenciler bir milyon bile getiremezken (o zamanlar milyon vardı) kendisinin on
milyondan aşağı harçlık getirmediğinden… peki, tüm bunlar doğru muydu? Bana
başta da inandırıcı gelmeyen bu sözlere başımı sallayıp geçtikten sonra onunla
birlikte zaman geçirmeye devam ettim. İyi bir arkadaştı, zararsızdı ama… Yasemin F. Kılıçaslan
Bir gün bana,
aynı mahallede oturan bir kız arkadaşının ondan bir elbise istediğini, onun da
elbiseyi ödünç olarak verdiğini söyledi. Arkadaşı, elbiseyi bir düğünde giyip
sonra geri verecekmiş ve öyle de olmuş. Ancak, elbiseye zarar vermiş… bana dedi
ki “Arkadaşım, elbiseme zarar vermiş ama ben sesimi bile çıkarmadım çünkü
arkadaşlarım benim için değerlidir ama mala önem veren bir insan değilim!” Yasemin F. Kılıçaslan
Aradan zaman
geçti; sınıftan bir arkadaşımız bizden kalem istedi, bende fazla kalem yoktu
ancak bahsettiğim kız arkadaşımda vardı ve verdi de… Basit bir kalemdi. Ancak,
geri geldiğinde gördük ki kalemin mürekkebi bitmiş ve arka kısmı da nasıl
olduysa çıkmıştı. Arkadaşlarına değer verdiğini ve mala önem vermediğini
söyleyen arkadaşım buna öyle kızmıştı ki hele o ettiği lâfı hâlâ unutmuyorum:
“Malıma zarar gelmesinden nefret ediyorum!”
Daha sonra
evlerine ziyaret gittik; babasını kaybettiği doğru ancak annesini gördüğüm anki
şaşkınlığımı uzun süre üzerimden atamadım çünkü dil rehberi olmak şöyle dursun,
türkçeyi bile zor konuşan, okumamış, oldukça salaş giyinen ve ehliyeti bulunmayan
cahil bir kadındı… sanırım geri söze gerek yok! Yasemin
F. Kılıçaslan
Bazı insanlar
da vardır ki dışarıdan bakıldığında havalı bir duruşa sahiptirler; yanına
kimseyi yaklaştırmayan, burnu havalı, küçük dağları ben yarattım edaları
takınan türden… bir şekilde tanışırız ve çok değil, sadece birkaç dakika içinde
aslında öyle olmadığını anlarız… nasıl mı? Burada, dış görünüşe aldanmamak
gerektiğini, insanların duruş, bakış şekillerinin farklı olabileceği konusu
üzerinde durmak istiyorum… Yasemin F. Kılıçaslan
dışarı
çıktığımızda karşımızdan bin türlü insan gelir, yanımızdan geçer giderler;
yaşları, cinsleri, tenleri, giyimleri, konuşmaları, vs birbirinden farklı
binlerce insan görürüz her gün; kimisi neşelidir, kimisi somurtkan, kimisi
gevezedir kimisi suskun, kimisi güler yüzlüdür kimisi burnundan kıl aldırmayan… Yasemin F. Kılıçaslan
Bundan
yaklaşık on yıl evvel bir yakınımı toprağa verdim. Haberi aldığımda evimden kilometrelerce
uzaktaydım ve yaşadığım evde (akrabamın evi) telefon yoktu; telefon edebilmek
için dışarı çıkmış ve Türk Telekom’a gitmiştim. Ruh gibiydim; gözlerim kimseyi
görmüyordu ve etrafıma boş bakışlar fırlatarak yürüyordum. Yaşadıklarım kolay
değildi ama ölüm Allah’ım emriydi! O güne kadar dışarıya her çıktığımda
insanları analiz eder, sanki hiç dertleri, sıkıntıları yokmuş gibi düşünürdüm! Çünkü
kendimde öyleydim; hayatı fazla ciddiye almayan, üniversite sınavına hazırlanan
bir genç kız… Çocukluk işte… Yasemin F. Kılıçaslan
Türk telekom’a
gidip gelirken beni yolda gören insanlar, hakkımda kim bilir neler neler
düşündü? Yolda yürüyüp giden sıradan bir kız; yüzü gülmeyen, gözleri boş bakan,
belki kaşları çatık belki de donuk bir surat ifadesi… İşte o günden sonra
insanlara farklı gözle bakmaya başladım; dış görünüme aldanmamak gerektiğini,
çok mutlu görünen bir kimsenin içinin kan ağlayabileceğini ya da çok mutsuz
görünen bir kimsenin de aslında içten içe nasıl da mutlu olduğunu… Yasemin F. Kılıçaslan
İnsanlara
peşin hüküm vermek ve bu hükmün doğruluğundan emin olmak öyle sandığımız kadar
kolay değildir. İnsan, kırk yılını paylaştığı hayat arkadaşını bile yeterince
tanıyamazken, aradan yıllar geçtikçe onun yeni özelliklerini, olumlu ve ya
olumsuz yönlerini öğrenirken, diğer kimseleri nasıl “Ben bu insanı çok iyi
tanıyorum!” diyebilir ki?
Bazı insanlar
da vardır ki oldukları gibidirler; örneğin konuşkan insanları, az konuşanlara
göre tanımamız daha kolay olur. Her şeyleri dillerindedir ama suskun insanları
tanımak hayli zordur çünkü ne düşündüklerini bilemeyiz; kapalı bir kutu
gibidirler ve çoğumuz da böyle kimselerden hoşlanmayız. Açık sözlülük, ne
düşündüğünü söylemek herkesin tabii hakkıdır ama kimi söyler, kimi söylemez… Yasemin F. Kılıçaslan
Emin olduğum
bir gerçek var ki o da görünüşte herkesin “iyi, hoş” olduğudur. Ne var ki çoğu
kez yanılırız; güvendiğimiz, arkadaş bildiğimiz, dertlerimizi, sıkıntılarımızı
paylaştığımız, hatta sırlarımızı verdiğimiz insanlar vardır ama gün gelir bizi
öyle bir sırtımızdan bıçaklarlar ki; büründüğümüz ruh hâlinden ötürü ona mı,
yoksa gözü kapalı güvendiğimiz için kendimize mi kızacağımızı bilemeyiz… ben
çok fazla böyle insan tanıdım, dahası insan görünümünde başka varlıklar desem
daha doğru olur; yaşadığım çevre içinde, edindiğim yeni çevrelerde… Yasemin F. Kılıçaslan
Örneğin
komşuluk ilişkileri: dört yıl önce yeni taşındığım siteden, bloktan söz etmek
gerekirse; bin bir heyecanla taşındım, yeni komşularım olacağı için coşkulu ve
de mutluydum. Birkaç daire ile tanıştım, ben onlara gittim, onlar bana geldi.
aradan iki yıl geçti ve ben bu insanlardan uzaklaşmaya başladım. sebep ise eğitim
ve kültür seviyemim artmasıydı. “Nasıl bir eğitim ve kültür bu?” diye
sorarsanız eğer bende göğsümü gere gere derim ki her şeyden önce İSLÂMİ
KÜLTÜR! Bunu maddeler hâlinde sıralamak istiyorum:
- İslâm; dosdoğru olmayı gerektirir: Gözünü haramdan sakınmak…
- İslâm; dürüst olmayı gerektirir: Gıybete, dedikoduya yer vermez…
- İslâm; sözü özü bir olmayı gerektirir: İnsanların arkasından konuşulmaz…
- Boş duranı Allah sevmez: Bir insan zamanını verimli geçirmeye çabalıyorsa ki Allah çalışanı sever, onu rahatsız ederek zamanını öldürme hakkımız yoktur…
- İslâm, övmeyi ve övünmeyi sevmez: Kendini de karşındakini de övmeyeceksin…
- Bir Hadis-i Şerif': Kötülük etmeyin, ayıp araştırmayın! Kim bir müslümanın aybını araştırırsa, Allahü teâlâ da onun aybını ortaya çıkarır ve böyle bir kimse, en gizli bir yerde sığınsa bile, onu rezil eder.
- İslâm; hoş görü dinidir: İnsanız; hasta olduğumuz, sıkıntı geçirdiğimiz ya da başka sebeplerden ötürü yalnız kalmak istediğimiz zamanlar pek tabii olabilir; bunu anlamayan, buna anlayış göstermeyen kimseler ki çevremiz böyle tiplerle dolu, gerçek komşu, gerçek dost değildir… Yasemin F. Kılıçaslan
Benim komşuluk
anlayışım şudur; komşu, komşunun külüne muhtaçtır, amenna ama karşımızdaki kişiyi sürekli görüşmek isteyerek sıkboğaz etmek, onun zamanını beyhude konularla çalmak da doğru değildir. İnsan, çok samimî olmadığı bir kimse ile sırf komşusu olduğu
için her gün görüşmek zorunda değildir. Çünkü herkes, herkesle anlaşamaz… Çok sevdiğim
bir söz vardır: “Aynı dili konuşanlar
değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.”
Beni, insanlardan asıl uzaklaştıran ise “gördüklerim ve duyduklarımdır”; bir komşum bana gelip diğer komşularını anlatıyor, kötülüyor ve benim zamanımı boşa harcıyorsa, yetmiyormuş gibi birde o arkasından konuştuğu komşusunun yüzüne bakıp gülebiliyor, ona selâm verebiliyorsa, ben o insandan uzaklaşırım! Burada, İslâm’a olan inancımın nezdinde aklım ve mantığım devreye girer; bugün bana başkasının dedikodunu yapan, yarın gider ona da benim dedikodumu yapar...
Beni, insanlardan asıl uzaklaştıran ise “gördüklerim ve duyduklarımdır”; bir komşum bana gelip diğer komşularını anlatıyor, kötülüyor ve benim zamanımı boşa harcıyorsa, yetmiyormuş gibi birde o arkasından konuştuğu komşusunun yüzüne bakıp gülebiliyor, ona selâm verebiliyorsa, ben o insandan uzaklaşırım! Burada, İslâm’a olan inancımın nezdinde aklım ve mantığım devreye girer; bugün bana başkasının dedikodunu yapan, yarın gider ona da benim dedikodumu yapar...
Yine gördüğüm
ve hoşuma gitmeyen bir şey daha; abartılacak düzeyde içli dışlı olmak ve
birbiriyle yüz göz olup kavgaya tutuşmak… Komşuluk bu mudur Allah aşkına; gider
bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sorarsın ya da o gelir senden bir şeyler
ister, elinde varsa paylaşırsın; “acılar paylaşıldıkça azalırken sevgiler de
çoğalır” diye boşuna dememişler… Yine kendimden örnek vereyim; çalışmayı,
okumayı, üretmeyi ve paylaşmayı çok seven bir insanım. Yukarıda Allah var ve bende
YALAN YOK! Ayrıca sağlıklı yaşam sürmekte olup spora zaman ayıran biriyim de…
Sözün kısası, göz açıp kapayıncaya kadar hızla geçip giden şu fani dünyada doğru
ve faydalı işler yapmaya çalışıyorum; çalışmak, okumak, üniversiteye gitmek, üretmek ve ailemle verimli vakit geçirmek... Bunun nezdinde, kaliteli insanlar tanımaktan da her zaman hoşnut olmuşumdur. Bu yüzdendir ki bu tarz
ziyaretlerden, boşa zaman geçirmeme neden olan dedikodu ortamlarından,
başkalarının hayatlarından konuşmaktan hoşlanmıyorum. Bana, gelip izlediği
diziyi ya da herhangi bir komşusunu anlatan kişi ile benim ne ortak yönüm
olabilir ya da ben bu insanla ne konuşabilirim! Öte yandan sürekli kendini
anlatan, yine kendini ve yakınlarını öven insanlardan da zerrece hazzetmem… Yukarıdaki maddeleri yazma nedenim de işte tamda budur; ikiyüzlülükten ve kendini öve öve bitiremeyen, patavatsız insanlardan ırağım...Yasemin F. Kılıçaslan
"İnsan Gibi"
insanlarla bir araya gelmekten, kültürel sohbetlere katılmaktan hoşlanır; zamanımı,
ibadetimi, eğitimimi boşa harcatmayan, daha da bana verim ve pozitif enerji
kazandıran kimseler tanımak ve arkadaşlık etmekten yanayım ve bunun için
çırpınıyorum… "Dost ise düşünme, ver ömrünü gitsin; dost değilse hiç bekletme yol ver gitsin." demiş Mevlana Hazretleri...
İnsanlık
konusuna devam ederken… Yıllar önce yine bir arkadaşım vasıtasıyla tanıdığım bir
adamın oldukça kültürlü, düzgün kişilikli bir beyefendi olduğunu düşünmüştüm
ancak yanıldığımı, aradan birkaç zaman geçtikten sonra anlayabildim ve o
beyefendi görünümün arkasında nasıl da kişiliksiz, kadın avcısı, sapık ruhlu
biri olduğunu görüp hayretler içinde kaldım. Hakkında duyduğum tek bir şeyi
yazacağım; iş yerine çay getiren gencecik bir kıza “Sağ ol ağabeyim!” deyip de
arkasından “Seni ilk gördüğüm yerde parçalarım!” diye gizlice lâf atacak kadar
beyefendi görünümlü bir ahmak! Kendimi ve yakınlarımı, böyle kimselerden uzak
tutmaya çalışıyor, böyle Şeytanî mahlûklardan Rabbime sığınıyorum!
Konuyu şu
sevdiğim söz ile kapatıyorum: Yasemin F. Kılıçaslan
Üç tür insan
vardır: Yasemin F. Kılıçaslan
1.
Büyük insanlar: Düşünceler ile uğraşır. Yasemin F. Kılıçaslan
2.
Orta insanlar: Olaylar ile uğraşır. Yasemin F. Kılıçaslan
3.
Küçük insanlar: İnsanlar ile uğraşır. Yasemin F. Kılıçaslan
Bilhassa
arkamdan konuşan, bazen patavatsızlığı tutup da yüzüme karşı ne dediğini
bilmeyen, kıskanç kimselerde karşılaştığımda hep üçüncü madde gelir aklıma…
Yasemin
F. Kılıçaslan
İşte böyle…
Görünüşte hepimiz insanız ama içimizi, kalbimizi, ruhumuzu bizden iyi bilen Yüce
Allah’ın günahkâr kullarıyız! Anlayana… Sevgiler… Yasemin
F. Kılıçaslan
Yasemin F. Kılıçaslan
Yasemin F. Kılıçaslan Yasemin F. Kılıçaslan