28 Ocak 2019 Pazartesi

LİMANDAKİ TEK YOLCU




Bir dilin bütün sözcüklerini kullansam seni tarif edemeyeceğimi biliyorum. Ulaşılmaz oldun hep, dokunmak, hissetmek ve dolu dolu yaşamak isterken seni, kocaman bir yalnızlıktı payımıza düşen. Payıma düşen her seyi erteledim ama erteleyemediğim bir şey vardı, sana benziyordu. Su olsan, dokunduğumda bozulurdun. Bozulmayan bir "şey"din... Gidilecek bir yer olsan sonu olurdu, sonu olmayan bir "şey"din. 

Uykuda görülecek bir rüya olsan uyanırdım, beni rüyamdan uyandırmayacak bir "şey"din... Seni gözlerinden, üç ırmağın birleştiği yerden öpeyim desem, aklına ırmaklar gelir. Düşün ki, bir dağdan aşağı iniyoruz ve dünyada iki kişilik türkü kalmış onu söylüyoruz. Öyle bir "şey"sin sen... Seni düşündükçe yoruluyorum desem, dünyanın en büyük yalanı olur. Yalanım yok. Bugünden yarına ne kalır bilmem ama sen kalırsın tıpkı yatağı değişmeyen ırmak gibi. 

Bana hep kendimi hatırlatan bir "şey"sin sen. Uzaksın, yakınsın, özlenensin ama bugün değil yarın gibi bir "şey"sin sen. Gecenin en karanlık yerinde, küçücük bir ışık bile olsan yine de istiyorum seni. Bugün her ölümle biraz ölürken, seni düşündükçe hayata dönüyorum yeniden. Gelincikler gibi bir mevsim değil, dört iklim, köşe bucak... 

Kim ne derse desin dönmeye niyetim yok. Bir kentin ortasında tek başına kalsam da çığlık çığlığa bagırarak söylerim seni sevdigimi. Bir tek benim sevgimle yaşasa da bu sevda seviyorum seni. Sensiz dallarımı yitirmiş bir ağaç gibi yapayalnız olurum, kalabalığın ortasında bile. Fırtınalı bir denizin en sakin limanı gibi bir "şey"sin sen.

O limandaki tek yolcu da ben... 


Kadın Sağlığının Dostu: Maydanoz!


Salatalarımıza, yemeklerimize, çorbalarımıza eklediğimiz maydanoz tam anlamıyla vitamin ve mineral deposu.
Özellikle çiğ olarak tüketildiğinde içeriğindeki faydalı maddelerden maksimum performans alabiliriz. Taze maydanozda; kalsiyum, potasyum, kükürt ve A vitamini bulunur.
Kalsiyum; kemik yapısının gelişmesi ve sağlamlığının korunması için gereklidir. Kadınların risk altında olduğu kemik erimesi hastalığına karşı maydanoz yiyerek korunabilirsiniz.
A vitamini göz sağlığını korumada en etkili vitaminlerden biridir. A vitamini yetersizliğinin önce gece körlüğüne ardından ciddi görme bozukluklarına neden olduğunu göz önünde bulundurursak önemini daha iyi kavrayabiliriz.
Kadınlarda sıklıkla görülen troid hastalığı yani troid bezlerinin düzensiz çalışmasına karşı maydanozdan destek alabilirsiniz. Kilo veremiyor ya da kilo alamıyorsanız troid bezlerinizin düzensiz çalışmasından kaynaklanabilir. Size önerimiz, bu konuda uzman doktora danışıp, gerekli hormon testlerini yaptırmanızdır.
Adet döneminde ağrılar bizi hayattan uzaklaştırır. Kendinize bir iyilik yapıp maydanoz yemeyi alışkanlık haline getirirseniz adet sancılarınızın azaldığını göreceksiniz. Özel günlerinizde maydanoz yemek kanın temizlenmesine de yardımcı olur.


Vücudumuz için olmazsa olmaz vitaminlerden biri de C vitaminidir. Hücrelerin yenilenmesini, cilt sağlığının korunmasını sağlayan C vitamini maydanozda bol miktarda bulunmaktadır. Günde bir tutam maydanoz yemek, günlük C vitamini ihtiyacınızı karşılar. Suda eriyen vitaminler vücutta depolanmayıp, hemen kullanıldığı için sürekli vitamin takviyesi yapmanız gerekir. Bu nedenle maydanoz gibi C vitamini içeren sebze ve meyveleri sofranızdan eksik etmeyin.
Maydanoz; idrar yolları, böbrek ve karaciğerde biriken toksinlerin vücuttan atılmasına yardımcı olur. Özellikle hafif şiddette sistit sorunu yaşıyorsanız çiğ maydanoz yemek ya da 1 bardak kaynar suya birkaç maydanoz ekleyip suyunu içmek muhteşem bir çözüm olacaktır.
Sağlıklı beslenmek ve kendinizi hastalıklara karşı korumak aslında çok kolay değil mi? Bir tutam maydanoz hem ekonomik hem de mucizevi özelliklere sahip!

PROBLEMLERİ HER ZAMAN KARŞI TARAFTA ARAMAMALIYIZ!

Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi 
duymadığından korkuyormuş ve 
karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş. 
Ona nasıl yaklaşması gerektiğinden emin değilmiş.
Bu durumu konuşmak için aile doktorunu aramış; doktor adamın karısının ne kadar 
duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem önermiş.
"Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir
konuşma tonuyla bir şeyler söyle; eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi 
tekrarla, sonra 20 adım; 
cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla"
O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi
uygulamaya koymuş. 40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş 
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?" 
Cevap yok 
Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu 
tekrarlamış "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" 
Gene cevap yok 
Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş 
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?" 
Hâlâ cevap yok 
Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve > 
soruyu 
tekrarlamış 
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?" 
Gene cevap alamamış 
Bu sefer karısına iyice yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş 
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?" 
"Hayatım beşinci kez söylüyorum, tavuk" 




KAYIP ŞEHİRLER DİZİSİ 2 (THE LOST CİTİES)

Gizem, sır, kayıp, lost, secret, esrarengiz şehirler...
Bu kavramlar ilginizi çekiyorsa bu yazı tam size göre...

İsim olarak duymuşluğumuz, aşina olduğumuz bazı şehirler var ki aslında hepsi de kayıp, nerede oldukları bilinmiyor, gizemlerini koruyorlar. Gelin, hep birlikte bakalım...

İnsana kendini üç boyutlu bir filmde hissi veren bu şehirler hangileridir, şifre çözer gibi çözelim...

♥♥♥

Persepolis:

MÖ önce 330 yılında Büyük İskender tarafından yakılıp yıkılmıştır. Fakat o tarihe kadar namını sürdürmüştür. Farsça'da Taht-ı Çemşid diye adlandırılan, İran'ın Persepolis Kenti, 1979 yılında Unesco Dünya Mirası Listesi'ne eklenmiştir. Dönemin en ihtişamlı, en gözde kenti olduğunu duydum. Benim gibi tarihe ilgi duyan herkesin bu tarihi kentle yakından ilgileneceğine eminim. Asırlar boyunca unutulan bir kentin günümüzde yer edinmesi, tarihçilere borçlu olduğumuz bir konudur...




♥♥♥

Kartaca:

Kartaca denilince yüreğim titrer, kendimi hemen Sonsuz Amor 2 - Kitaptaki Sır'ron içinde buluveririm. Neden mi? Kitabın ortalarında iki bölümlük bir Tunus gezisi var da o yüzden. Sidi Bou Said'te konaklayan kahramanlarımızın başından geçen romantik, eğlenceli, sevgiyi ve dostluğu anlatan bu iki bölüm benim için öyle kıymetli, öyle eğlenceli, öyle duygusal ki...
Sahra Çölü'nde Bedevî Kampı'nda yıldızların altında yenilen yemek, deve gezintisi, kendini susuz bir çölde hayal eden Şule'ye su yetiştiren Halûk, çölde kendinden geçerek dans eden Yağmur'u fotoğraflayan Ertunç ve söylediği muhteşem söz: "Yağmur'um, Sahra Sahra olalı böyle güzellik görmedi..." ♥

İşte bu yüzden, sadece Kartaca değil, Tunus'a ait herhangi bir il, ilçe adı geçince aklım gidiverir...
Derim ki, "İyi ki yazmışım bu kitabı..."
Okuru bol olsun inşaAllah...

Evet, Kartaca'ya bir göz atalım, bakalım karşılık gelecek mi? ;)
MÖ 814 yılında Tunus yarımadasında kurulmuştur. Fenike kolonisi olarak geçer. Roma'ya baş kaldırmış olsalar da 146 yılında kuşatılmışlardır. Kartaca yıkılmış, devlet tarihe gömülmüştür...





♥♥♥

Ani Hayalet Şehri: İlk keşfi 1880'lere uzanır. 1001 Kilise Şehri, aynı zamanda da Kırk Kapılı Şehir olarak adlandırılır. İlginç değil mi? MS 1000. yılın ilk yarısında geçirdiği deprem sonucu yıkılmıştır. Arkeolojik sonuçlara göre 23 yapı bulunduğunu duydum. Daha da ilgi çekici kısmı, 50-60 cm toprak altında oluşudur. Yine Unesco Dünya Mirası Listesi'ne eklendiğini biliyorum.





♥♥♥

Troya:

Adını ne çok duyduk, hakında ne kitaplar okuduk, filmler izledik, değil mi?
Çanakkale sınırları içerisinde bulunması, bu yeri bilmemize olanak sağlıyor. Lise ikinci sınıftayken okulumuz bu yere gezi düzenlemişti, fakat cimri babam beni göndermemişti. Yakın arkadaşlarım bu duruma çok üzülmüşlerdi. Sorunu para zannediyorlardı, ama asıl sorun, ailesine varlık içinde yokluk çektiren bir BABA idi! Bu yüzden herkes biyolojik anne-baba olabilir ama gerçek anne - babalık bambaşkadır...
Homeros'un İlyada adlı eserini hatırlıyorum, bir yakınım satın alıp okumuştu. Destanlardan hoşlananlar içinde tavsiye edilebilecek bir kitap...


Troya, 1870'li yıllarda Heinrich Schliemann tarafından keşfedilmiştir. Kim bilir ne kadar geniş bir alana yayılmıştır, ancak ne yazık ki tarihi dokusunu kaybetmiştir. Deniz kenti olduğundan coğrafik açıdan da ziyaretçi kabul etmektedir...

♥♥♥

Machu Picchu:

Baştan belirteyim, çocukluğumdan beri İnka'ya, İnkalılara çok ilgi beslerim. Beni o taraflara çeken bir şeyler var, ama ne?
Küçükken, hatırlıyorum da Gizemli Altın Şehirler diye bir çizgi film vardı, her bölümün sonunda mutlaka Türkçe seslendirmeli bir bölüm yer almaktaydı, o bölümde belgesel tadında bir anlatım bulunmaktaydı. Çizgi filmin son bölümünü izlemek nasip olmadı...
Tarihe olan sevgim ve ilgim o zamanlardan belliymiş, ne var ki talihsizliğim yanlış bir ailenin mensubu olmak ve yanlış bir çevrede büyümekti...






Machu Picchu, 1400'lü yıllarda İnkakılar tarafından keşfedilmiştir. Çiçek hastalığı nedeniyle terk edildiği rivayetleri söz konusudur. İki karşıt görüş vardır; acaba bu şehir büyük bir tapınaktan mı ibarettir yoksa koca bir hapishaneden mi? Çünkü kimilerine göre tapınak kimilerine göre hapishane olduğu söyleniyor. Ben de bilmiyorum, ama hissettiğim kadarıyla bir tapınak. Hislerle hareket etmek her zaman doğru olmuyor ama ben hislerime her zaman güvenirim. Peki ya siz, bu konu hakkında bir bilginiz olduğunu söyleyebilir misiniz?

♥♥♥

Sukhothai:

Sukhothai Krallığı, Siyam şehir devleti olan Ayutthaya Krallığı tarafından 1378'de  işgal edilmiştir. Ünlü Sukhothai tarihi Parkı, koruma altında olup, Unesco Dünya Mirası listesindeki yerini almıştır. Tayland'ın en mühim turistik yeri olduğunu duydum...





♥♥♥

Babil:

Geçmişten beri Babil'i ne kadar duysam, aklıma aşk terimi gelir; âşık bir adamın aşkı uğruna ortaya çıkardığı o meşhur asma bahçeleri...
Sorarım kendime, o dönemlerde yaşayan ve aşkları uğruna tarihe geçen adamların gerçek aşk ise günümüzde hissettiği her duyguyu aşk zanneden ama aslında yanılan adamların yaşadığı nedir?
Belki de bu yüzden kitap yazıyorum; kitaplarımda gerçek aşkı anlatmaya çalışıyorum; fedakârlığı, gerçek sevgiyi, sevgiliye yaklaşma biçimleri, aşkı gösterme biçimleri, karşılıklı sadakati ve daha nicelerini...




Evet, adını pek çok defa duyduğumuz Hammurabi döneminde yıldızı parlayan bir kenttir Babil, Kültürel, hukuki, hatta teknik açıdan oldukça ilerlemeler kaydetmiştir. Ünlü Babil Kulesi ve az önce de değindiğim Babil Asma Bahçeleri, ününü korumaktadır...


♥♥♥

Atlantis:

Atlantis'i duymayan yoktur herhâlde. Ben Atlantis'i ilk olarak ilk okuldayken evimizin kütüphanesinde süs gibi duran ansiklopedilerde görmüştüm. Rahmetli babam o zamanlar çok gazete kuponu biriktiri ve evi kitaplarla, ansiklopedilerde doldururdu, ama az evvel söylediğim gibi kızını kültürel bir okul gezisine göndermeyecek kadar da cimriydi. Hani derler ya "dışı eli içi beni yakar!"
Dıştan bakıldığında eğitimli, birikimli biri ama bir de bana sor!
Benim durumumda olanlar ne demek istediğimi daha iyi anlar, en azından anlamaya çalışırlar. Hayatta yine gam, keder, haksızlık yüzü görmeyenler ise "Aman, bu da bütün yazıları dramatikleştiriyor" deyip geçerler...
İşte okumak ile okumamak arasında fark budur, okumayı bilenler emeğin değerini de bilirler, hayatı tüm gerçekliğiyle yaşayan, araştıran kimseler, böyle yazılardan asla sıkılmazlar çünkü her insan bir aynadır aslında, yeter ki bakmasını bil, ayrıntıları gör ve orada kendini bul...

Okyanus başlı başına bir ilgi mıknatısıdır. İnsanı kendine öyle bir çeker ki; pek çok kitaba dâhil olan gizemli konuları, yaşanılanları, kimine göre gerçek kimine göre efsaneleşen ama keşfetmeye değen bir tarihe sahiptir...
Bir efsaneye göre Yunan mitolojisinde Neptün adı verilen deniz hükümdarı, Atlantis'e ev sahipliği yapmıştır. Karısı Cleito'yla beraber bu hükümdarlığı yönetmiştir. Beş tane ikizleri olduğunu ve hepsinin de erkek olduğunu duydum. Atlas adındaki oğulları, bu krallığın tam ortasında yer alan adanın kralı olmuştur. Diğer dokuz kardeşi ise dokuz farklı adaya hükmetmişlerdir. Gidişatın nasıl olduğu apaçık bellidir; koca deniz krallığı, bu on çocuktan türemiştir. Ne kadar şaşalı olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu şaşaa, halkı yozlaştırmıştır. Disiplinlerini kaybetmelerine ve sonunda Atinalılara yenilmelerine yol açmıştır. Ve o korkunç son... Bir gece okyanus bu şaşaalı adaları tamamen yutmuştur...





Böyle durumları, felâketleri okuduğum zaman aklıma ilk şu gelir; insanoğlunun tarih boyunca azgınlıklarını anlatan efsaneler, kitaplar, vs ve hepsinin de sonunun yıkım olması. Tarihten alınacak o kadar çok ibretli yaşam var ki tabiî evvela Peygamberler Tarihi'dir. En ibretli olaylar peygamberler zamanında yaşanmıştı; "Nuh Tufanı, Hz. Musa ve Firavun, Yunus Peygamber..."
Çocukluğumdan beri heyecanla ve sabırla bekledim durdum, özellikle biz, peygamberler tarihiyle ilgili serili bir sinema filmi hazırlayamaz mıyız?
Geçen zaman içerisinde umudum yerle bir oldu çünkü gerçeği yansıtan güzel filmler yapabilecek bilgi, kültür, sanat kalitesine uygun yapımcılar yok, izleyici kitlesi zaten berbat durumda; sanat denilince akıllarına çıplaklık gelen bir milletten ne beklenir ki!..
Böyle filmler yapılsa kaç kişi izler ki? ;/

♥♥♥

Okuduğunuz için teşekkürler, tıklayan elleriniz, okuyan gözleriniz dert görmesin. Sevgiler...
Yasemin F. Kılıçaslan (Melez Kaplan)


3 KISSADAN HİSSE

KISSADAN HİSSELER

ALLAH HARAMDAN KAÇANI KORUR


Ünlü hükümdar Timur'dan sonra yerine geçen oğullarından Şahruh (XV. y.yıl) bilime ve bilgine değer veren, dindar, halim, selim biriydi. Bilginlerle oturup kalkmaktan zevk alırdı. Şahruh'un çevresindeki bilgin kişilerden biri de Nimetullah Efendi idi. Aynı zamanda evliyadan olan Nimetullah Efendi'nin dilinden düşürmediği bir söz vardı:

"Allah haramdan kaçanı korur" (Yani kişi haramdan kaçarsa Allah ona haram yedirmez, nasip etmez, demek istiyordu.)

Bu sözü sık sık tekrar eder, bununla biraz da hükümdar ve adamlarını uyarmak amacı güderdi. Şahruh da bunun her zaman mümkün olmayacağını, insanın bazen bilmeden de harama el uzatabileceğini ileri sürerdi. Şahruh bir gün sarayında özellikle Nimetullah Efendi'yi ağırlamak üzere bir ziyafet düzenledi. Başta hükümdar ve Nimetullah Efendi olmak üzere davetliler sofraya oturdular. Başyemek kehribar gibi kızarmış bir kuzu çevirmesiydi. Herkes gibi Nimetullah Efendi de iştahla yiyor, yedikçe "Allah haramdan kaçanı korur" sözünü tekrarlayıp duruyordu. Hükümdar ve adamları da bıyık altından gülüyorlardı. Nihayet yemek bitti. Şahruh Nimetullah Efendi'ye sordu:

- Allah haramdan kaçanı her zaman ve her durumda korur mu?

— Evet, korur, haramdan kaçana Allah haram nasip etmez.

— Ama hocam seni korumadı, sen de bizimle birlikte haram yedin.

— Hayır, ben haram yemedim haramı siz yediniz.

— Boşuna iddia etme hocam, sofrada yediğimiz kuzuyu benim adamlarım çalmıştı, hırsızlık malıydı o...

- Olabilir, size haramdı, ama bana helaldi. Hükümdar lahavle çekti:

- Nasıl olur hocam, çalınmış bir kuzu bize haram, sana helal?

Nimetullah Efendi sözünü bağladı:

- Eğer inanmıyorsanız, kuzunun sahibini bulun sorun...

Gerçekten hükümdarın adamları çaldıkları kuzunun sahibini buldular. Yaşlı bir kadındı kuzunun sahibi. Kuzuyu çaldıklarını, pişirip yediklerini itiraf ettiler ve parasını ödemek istediklerini söylediler. Kadın parasını almayı reddetti ve kendilerine beddua etti.

— Ben o kuzuyu parası için değil, bu havalide Nimetullah Efendi diye mübarek bir zat varmış, ona ikram etmek için yetiştiriyordum, diye açıklamada bulundu.


BAL ŞERBETİ


Bir Ramazan'da Medineli bir Müslüman Halife Hz. Ömer'i iftar yemeğine davet etti. Yemek sırasında yalnız Hz. Ömer'e bir kap içinde bir içecek

sunuldu. Hz. Ömer sordu: "Bu nedir?" Ev sahibi cevap verdi: "Bal şerbetidir efendim, sizin için ayırmıştık da..." Hz. Ömer onu içmeyi reddederek şöyle dedi: "Benim yönetimini üstlendiğim halkın çoğu içmek için henüz kuyu suyunu bile bulamazken ben burada bal şerbeti içemem."


TERBİYE YARATILIŞA BAĞLADIR

Eski İran hükümdarlarından biri vezirine oğlunun hocasından yakınıyordu: - ben istiyorum ki oğlum ilim öğrensin, benim yerime iyi bir hükümdar olsun, o ise devamlı müzikle, sesle, sazla meşgul demek ki hocası buna iyi bir yön veremiyor. Vezir aynı görüşte değildi: - hükümdarım hocanın elinde mucize yok Çocuğun kabiliyeti neye ise hocası ancak onda ilerlemesine, olgunlaşmasına yardım edebilir İnsanın tabiatı değiştirilemez, terbiye yaratılışa tabidir. Hükümdar aksi görüşteydi terbiye ile yaratılışa yön verebileceğini iddia ediyordu. Bunu kanıtlamak için bir akşam sarayında bir eğlence düzenledi.  Bu eğlence sırasında eğitilmiş kedilerin bir gösterisi de yer aldı bu kediler, sırtlarında, bir tabak içinde yanan mumları taşıyorlar ve onları düşünmüyorlardı. Hükümdar vezire bu kedileri göstererek: - görüyorsunuz, terbiyenin nelere gücü yetiyor, dedi vezir karşılık vermedi olumlu, olumsuz bir şey söylemedi. Yeni bir eğlence gecesini bekledi bir başka gecede düzenlenen eğlenceye gelirken yanında gizlice bir kaç tane fare getirdi kediler gösteriye başladığı zaman bu fareleri kedilerin ortasına doğru salıverdi. Fareleri gören kediler sırtlarındaki tabağı, mumu unutup farelerin peşine takıldılar. Mumlar, tabaklar hepsi bir yana yuvarlandı. Yanan mumlardan yerdeki halılar tutuştu. Ortalık bir anda ana-baba gününe döndü tam bu esnada vezir padişaha yanaşıp iddiasını kanıtlamanın gururuyla şöyle dedi: “Gördünüz mü padişahım terbiye yaratılışa tabiîdir.”


TEBESSÜM

Minik bir tebessüm nelere mal olabilir, hiç düşündünüz mü? Okuyun... ♥

TEBESSÜM

 Tebessüm

Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. 
Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu.

Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı.

Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı.

Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu.Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.

Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki; iki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki bir saçak altında titreşen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi.

Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu.Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu.


Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı.Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı.

Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar.

Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir TEBESSÜM'ün sonucuydu...


BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNE İYİ GELEN BESİNLER

Bağışıklık sistemini güçlendirmenin en iyi yollarından biri de içeriğinde bolca vitamin bulunduran meyvelerden tüketmektir. Kendinizi zinde hissettirecek, bağışıklığınızı güçlendirecek bu 10 süper meyveden temin edebildiklerinizi tüketin, emin olun hepsi hem lezzetli, hem de sağlıklı…
Nar: Antioksidan deposu olan nar, beyin için faydalıdır. Gerçekte, bazı araştırmalar bir narın içinde yaklaşık 600 tanesi olan meyvenin yeşil çaydan 3 kat daha fazla antioksidan içerdiğini gösteriyor. Bakınız “Şifa taneleri”

Acai çileği: Güney Amerika yağmur ormanlarında yetişen çilekte, omega yağ asitleri, protein ve lifin yanında yaban mersininden 2 kat daha fazla antioksidan bulunuyor. Oldukça güçlü olan meyve hakkında yapılan bazı araştırmalar, laboratuvar çalışmalarında kanser hücrelerini öldürdüğünü gösterdi.

Avokado: Yumurta şeklindeki meyve, kanser, kalp ve şeker hastalığı riskini azaltan sağlıklı tekli doymamış yağ içeriyor.

Yaban mersini: Kuzey Amerika’ya özgü yaban mersini bu ülkede temel bir besindir. Küçük yaban mersinleri antioksidanlarla dolu ve aynı zamanda yaşlanmayı önlüyor; beyin ve görme fonksiyonunu geliştiriyor.

Kızılcık: Sadece idrar yolu enfeksiyonlarıyla savaşmada etkili olmayan kızılcık, aynı zamanda hücreleri serbest radikaller diye bilinen bileşiklere karşı koruyan antioksidanlarla dolu.

Kurt üzümü: Çin, Moğolistan ve Tibet’te Himalayalar’da bulunan, ülkemizde kurt üzümü olarak bilinen meyve, 6 bin yıldır, herbalistler tarafından karaciğeri korumak,görüş bozukluğuna yardımcı olmak,bacakları güçlendirmek, bağışıklık sistemini desteklemek ve anti-aging olarak kullanılıyor. Bu üzümlerde, gözün retinasını koruyan karoten içeren maddeler bulunuyor.


Kivi: Günlük C vitaminine mi ihtiyacınız var? Bunun için biraz kivi yemeniz yeterli. Çünkü kivi, portakaldan daha fazla C vitamini ile en az muz kadar potasyum içeriyor.

Mangosteen: Güneydoğu Asya’ya özgü olan meyve, Mayo Clinic’in sitesinde rapor ettiği gibi önemli derecede antiinflamatuar etkiye sahip. Tropikal olan bu meyve, aynı zamanda zengin bir antioksidan kaynağı ve laboratuarda anti-inflamatuar etkiye sahip kimyasallar içeriyor.


Noni meyvesi (Hint dutu): Güneydoğu Asya’ya özgü olan meyvede bol miktarda antioksidan bulunuyor. Yüksek kan basıncını düşürmeye ve mafsal ağrısını hafifletmeye yardımcı oluyor.



Yalancı iğde: Yumuşak ve sulu olan meyve Avrupa ve Asya’da yetişiyor. C vitamini bakımından zengin olan yalancı iğde bağışlık sistemini destekliyor.