17 Şubat 2015 Salı

FOTOĞRAF MAKİNEME YANSIYAN KAR MANZARALARI










PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED'İN (S.A.S)
VEDA HUTBESİ
 
 

VEDA HUTBESİ 

Ey İnsanlar!
Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğim.

Ashabım!
Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir; her türlü tecavüzden korunmuştur.

Ey Ashabım!
Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunuşta işitenden daha iyi anlayarak, muhafaza etmiş olur.

Ashabım!
Cahiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu Rebia'nin kan davasıdır.

Ey Ashabım!
Bugün şeytan sizin su topraklarınızda yeniden tesir ve hâkimiyetini kurmak gücünü ebedi surette kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakininiz!

Ey İnsanlar!
Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkiniz, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkiniz, onların aile yuvasını, sizin hoşlanmadığınız
hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe dövüp, sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları meşru bir şekilde, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.

Ey Mü’minler!
Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah kitabi Kur'an'dır.

Ey Mü'minler!
Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz. Müslüman müslümanın kardeşidir; böylece bütün
Müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğerki gönül hoşluğu ile kendisi vermiş olsun.

Ey Ashabım!
Kendinize de zulmetmeyiniz. Kendinizin de üzerinizde hakki vardır.

Ey İnsanlar!
Cenab-i Hak her hak sahibine, hakkini (Kuran’da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa, ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah’ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün Müslümanların ilencine uğrasın. Cenab-i Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

Ey Ashabım!
Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır.
Allah yanında en kıymetli olanınız, ona en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana
takva ölçüsünden başka bir üstünlüğü yoktur.

Ey Ashabım!
Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? "Allah’ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine
getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz!"
(Bunun üzerine Resul-i Ekrem, mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak, sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek söyle buyurdu.)

Şahit ol ya Rab! Şahit ol ya Rab! Şahit ol ya Rab!


SANAT DENİLİNCE



SANAT

Yıllar önce, kitap yazmaya karar verdiğim sırada bir arkadaş ortamında bir adamla tanışmış ve ona; öğretmenlerimin beni çok beğendiklerinden, ses oyunculuğumu başarılı bulduklarından, ayrıca yazmayı düşündüğüm öyküyü de (roman) beğendiklerinden bahsetmiştim. Aynı sıralarda bir başka arkadaşımız da müziğe karşı olan duyarlılığından, hatta (burada ismini vermek, kendisini deşifre etmek istemiyorum) ünlü bir ses sanatçısı ile tanıştığından ve birlikte gitar çaldıklarından bile bahsetmişti… Sanata önem veren bir birey olarak ben kendi adıma çok sevinmiş ve o arkadaşa destek vermiştim, tabii o da bana…

Üreten insanı severim. Aradan birkaç zaman geçti ve bu süre zarfında bahsettiğim, arkadaş ortamında tanıdığım o adamı gördüm yine; sürekli etrafımızda olup hiç konuşmuyor ve bizden uzak duruyordu. Mesafeli duruşu, rahatsız edici bakışlarıyla ortamı da geriyordu. Bizde buna bir anlam veremiyorduk; ancak sonrasında anladık ki sebebi kıskançlıkmış. Bir gün karşımıza çıktı ve dedi ki “Sanat kelimesinin anlamını bilmeyen insanlarsanız, bence sözlüğü açıp bir okuyun!” Yasemin F. Kılıçaslan

Şaşırdık tabii ve bende ona dedim ki “Sanat, insanın yeteneklerinin sonucu ortaya çıkan bir eser; bir resim, bir kitap, bir tiyatro, bir şarkı, vb… emek verilen bir olgudur ve belli ki siz bunlardan yoksunsunuz, olanı da hazmedemiyorsunuz…”

Şu sözü hatırlarım hep: “Emeğin değerini, emek vermesini bilenler anlar.”

Böyleleri ile öyle çok karşılaştık ki gerek yakınımızda gerekse uzağımızda; takdir edilmek şöyle dursun; küçümsemeye ve belki de içten içe besledikleri kıskançlığı, çekememezliği kusmaya ça1ıştılar. Ama bir şeyi unuttular; amaçsız, hayalsiz bir gelecek olamaz; bu dünyaya geliş gayemizi unutmamalı, yeteneklerimizi göz ardı etmemeli, duygu ve isteklerimizi, hayallerimizi ve de yeteneklerimizi harcamamalıyız… 

Kesinlikle uzak durduğum insan türü; “İyi ve doğru işler yapmaya çalışan insanları nedenli nedensiz yargılayan, yaptıkları işleri beğenmeyen, küçümsemeye kalkan ve ayakları takılıp düşsün diye önlerine çeşitli engeller koymaya çalışan kimseler; ne büyük hayâsızlık, ne büyük zalimliktir ki bunu yaparken yüzleri bile kızarmıyor!

Böyle insanlarda şunu fark ettim; hayatta bir amacı olmayan, özgüveni gelişmemiş, velhasıl hayata tutunmayan, tutunamayan ya da tutunmak istemeyen kişiler, başkalarının da başarısını görmek istemiyorlar. Tembel bir öğrencinin, başarılı bir sınıf arkadaşının aldığı yüksek notu kıskanması, ona kötü lâkaplar takması gibi… 

Yine birkaç yıl önce kendi aramızda hatıra fotoğrafları çektirdik; o gün derse gelmeyen ve bunun sonucunda fotoğraf çekimine katılamayan ve daha sonra çektiğimiz fotoğrafları gören bir arkadaşımız çıktı, dedi ki (kendine değil de pahallı fotoğraf makinesine güvenen biriydi) “Benim olmadığım nereden belli, fotoğrafların kalitesinden…”

Bende ona dedim ki “Marifet fotoğraf makinesinde değildir, fotoğraf çekmek her şeyden önce bir sanattır…” 

Ve bu sözüme herhangi bir karşılık gelmedi… 

GÖRSEL ESTETİK Ders Kitabı’nın ana sayfasında gördüğüm, okuduğum ve gerçekten de çok etkilendiğim bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Yazı, Ülkü Tamer’e ait olup Ara Güler’in fotoğrafçılık ile ilgili sözlerinden ibarettir ve öyle güzel anlatmış ki…


Ne zaman Ara Güler'in adı geçse, aklıma bir olay gelir önce. 
1980'lerin başıydı. Yayınevi yöneticiliği yaptığım dönem... Günün birinde Ara heyecanla daldı odama.
"Ülkü," dedi, "bir kitap hazırladım. Fotoğraf albümü. Hemen bas. Bir milyon satacağız."
"Sen çıldırdın mı?" dedim. "Gazeteler bile bir milyon satmıyor."
Ara hemen yanıtı yapıştırdı:
"O zaman beş bin garanti."

Kitabı bin beş yüz bastık. Yayıncılık yıllarımda bana en büyük kıvanç veren kitaplardan biri oldu.
Bir gün yine heyecanla geldi. Bu kere burnundan soluyordu.
"Hayrola?" dedim.
"Ne adamlar var... Bana soruyorlar. ‘Sen ne marka makineyle fotoğraf çekersin?’ diye. Fotoğraf makineyle mi çekilir! Şimdi en iyi, en gelişmiş daktilo bende olsa en büyük yazar ben mi olurum! Roman daktiloyla mı yazılır!"
Bir an soluklandı.
Gözleriyle kalbini göstererek, "Arkadaş," dedi, "fotoğraf burayla, burayla çekilir. Ben Singer dikiş makinesiyle bile fotoğraf çekerim... Şunlara bak. Alıyorlar Leica'yı, Canon'u, Nikon'u ellerine, yola düşüyorlar. Bir köylü mü gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Koyun sürüsü mü gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Çadır mı gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Ben bir çobanın fotoğrafını çekeceksem, onunla oturmalıyım, birlikte yemek yemeliyim, gece çadırında kalmalıyım... Onu tanımalıyım. Fotoğrafını ancak ondan sonra çekebilirim."
Ara, durup dururken dünyanın en iyi fotoğrafçılarından biri olmamış...

Sabah Gazetesi’nden alınan bir makale; ders kitabımızda paylaşılmış, bende buradaki yazımda paylaşmak istedim…

Sevgiler…



Yasemin F. Kılıçaslan