SANAT
Yıllar önce,
kitap yazmaya karar verdiğim sırada bir arkadaş ortamında bir adamla tanışmış
ve ona; öğretmenlerimin beni çok beğendiklerinden, ses oyunculuğumu başarılı
bulduklarından, ayrıca yazmayı düşündüğüm öyküyü de (roman) beğendiklerinden
bahsetmiştim. Aynı sıralarda bir başka arkadaşımız da müziğe karşı olan
duyarlılığından, hatta (burada ismini vermek, kendisini deşifre etmek
istemiyorum) ünlü bir ses sanatçısı ile tanıştığından ve birlikte gitar
çaldıklarından bile bahsetmişti… Sanata önem veren bir birey olarak ben kendi
adıma çok sevinmiş ve o arkadaşa destek vermiştim, tabii o da bana…
Üreten insanı
severim. Aradan birkaç zaman geçti ve bu süre zarfında bahsettiğim, arkadaş
ortamında tanıdığım o adamı gördüm yine; sürekli etrafımızda olup hiç konuşmuyor
ve bizden uzak duruyordu. Mesafeli duruşu, rahatsız edici bakışlarıyla ortamı
da geriyordu. Bizde buna bir anlam veremiyorduk; ancak sonrasında anladık ki
sebebi kıskançlıkmış. Bir gün karşımıza çıktı ve dedi ki “Sanat kelimesinin
anlamını bilmeyen insanlarsanız, bence sözlüğü açıp bir okuyun!” Yasemin
F. Kılıçaslan
Şaşırdık tabii
ve bende ona dedim ki “Sanat, insanın yeteneklerinin sonucu ortaya çıkan bir
eser; bir resim, bir kitap, bir tiyatro, bir şarkı, vb… emek verilen bir
olgudur ve belli ki siz bunlardan yoksunsunuz, olanı da hazmedemiyorsunuz…”
Şu sözü
hatırlarım hep: “Emeğin değerini, emek vermesini bilenler anlar.”
Böyleleri ile
öyle çok karşılaştık ki gerek yakınımızda gerekse uzağımızda; takdir edilmek
şöyle dursun; küçümsemeye ve belki de içten içe besledikleri kıskançlığı,
çekememezliği kusmaya ça1ıştılar. Ama bir şeyi unuttular; amaçsız, hayalsiz bir
gelecek olamaz; bu dünyaya geliş gayemizi unutmamalı, yeteneklerimizi göz ardı
etmemeli, duygu ve isteklerimizi, hayallerimizi ve de yeteneklerimizi
harcamamalıyız…
Kesinlikle uzak
durduğum insan türü; “İyi ve doğru işler yapmaya çalışan
insanları nedenli nedensiz yargılayan, yaptıkları işleri beğenmeyen,
küçümsemeye kalkan ve ayakları takılıp düşsün diye önlerine çeşitli engeller
koymaya çalışan kimseler; ne büyük hayâsızlık, ne büyük zalimliktir ki bunu
yaparken yüzleri bile kızarmıyor!
Böyle
insanlarda şunu fark ettim; hayatta bir amacı olmayan, özgüveni gelişmemiş,
velhasıl hayata tutunmayan, tutunamayan ya da tutunmak istemeyen kişiler,
başkalarının da başarısını görmek istemiyorlar. Tembel bir öğrencinin, başarılı
bir sınıf arkadaşının aldığı yüksek notu kıskanması, ona kötü lâkaplar takması
gibi…
Yine birkaç yıl
önce kendi aramızda hatıra fotoğrafları çektirdik; o gün derse gelmeyen ve
bunun sonucunda fotoğraf çekimine katılamayan ve daha sonra çektiğimiz
fotoğrafları gören bir arkadaşımız çıktı, dedi ki (kendine değil de pahallı
fotoğraf makinesine güvenen biriydi) “Benim olmadığım nereden belli,
fotoğrafların kalitesinden…”
Bende ona dedim
ki “Marifet fotoğraf makinesinde değildir, fotoğraf çekmek her şeyden önce bir
sanattır…”
Ve bu sözüme
herhangi bir karşılık gelmedi…
GÖRSEL ESTETİK Ders
Kitabı’nın ana sayfasında gördüğüm, okuduğum ve gerçekten de çok etkilendiğim
bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Yazı, Ülkü Tamer’e ait olup Ara Güler’in
fotoğrafçılık ile ilgili sözlerinden ibarettir ve öyle güzel anlatmış ki…
Ne zaman Ara
Güler'in adı geçse, aklıma bir olay gelir önce.
1980'lerin
başıydı. Yayınevi yöneticiliği yaptığım dönem... Günün birinde Ara heyecanla
daldı odama.
"Ülkü," dedi, "bir kitap hazırladım. Fotoğraf albümü. Hemen bas. Bir milyon satacağız."
"Sen çıldırdın mı?" dedim. "Gazeteler bile bir milyon satmıyor."
Ara hemen yanıtı yapıştırdı:
"O zaman beş bin garanti."
Kitabı bin beş yüz bastık. Yayıncılık yıllarımda bana en büyük kıvanç veren kitaplardan biri oldu.
Bir gün yine heyecanla geldi. Bu kere burnundan soluyordu.
"Hayrola?" dedim.
"Ne adamlar var... Bana soruyorlar. ‘Sen ne marka makineyle fotoğraf çekersin?’ diye. Fotoğraf makineyle mi çekilir! Şimdi en iyi, en gelişmiş daktilo bende olsa en büyük yazar ben mi olurum! Roman daktiloyla mı yazılır!"
Bir an soluklandı.
Gözleriyle kalbini göstererek, "Arkadaş," dedi, "fotoğraf burayla, burayla çekilir. Ben Singer dikiş makinesiyle bile fotoğraf çekerim... Şunlara bak. Alıyorlar Leica'yı, Canon'u, Nikon'u ellerine, yola düşüyorlar. Bir köylü mü gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Koyun sürüsü mü gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Çadır mı gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Ben bir çobanın fotoğrafını çekeceksem, onunla oturmalıyım, birlikte yemek yemeliyim, gece çadırında kalmalıyım... Onu tanımalıyım. Fotoğrafını ancak ondan sonra çekebilirim."
Ara, durup dururken dünyanın en iyi fotoğrafçılarından biri olmamış...
"Ülkü," dedi, "bir kitap hazırladım. Fotoğraf albümü. Hemen bas. Bir milyon satacağız."
"Sen çıldırdın mı?" dedim. "Gazeteler bile bir milyon satmıyor."
Ara hemen yanıtı yapıştırdı:
"O zaman beş bin garanti."
Kitabı bin beş yüz bastık. Yayıncılık yıllarımda bana en büyük kıvanç veren kitaplardan biri oldu.
Bir gün yine heyecanla geldi. Bu kere burnundan soluyordu.
"Hayrola?" dedim.
"Ne adamlar var... Bana soruyorlar. ‘Sen ne marka makineyle fotoğraf çekersin?’ diye. Fotoğraf makineyle mi çekilir! Şimdi en iyi, en gelişmiş daktilo bende olsa en büyük yazar ben mi olurum! Roman daktiloyla mı yazılır!"
Bir an soluklandı.
Gözleriyle kalbini göstererek, "Arkadaş," dedi, "fotoğraf burayla, burayla çekilir. Ben Singer dikiş makinesiyle bile fotoğraf çekerim... Şunlara bak. Alıyorlar Leica'yı, Canon'u, Nikon'u ellerine, yola düşüyorlar. Bir köylü mü gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Koyun sürüsü mü gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Çadır mı gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Ben bir çobanın fotoğrafını çekeceksem, onunla oturmalıyım, birlikte yemek yemeliyim, gece çadırında kalmalıyım... Onu tanımalıyım. Fotoğrafını ancak ondan sonra çekebilirim."
Ara, durup dururken dünyanın en iyi fotoğrafçılarından biri olmamış...
Sabah
Gazetesi’nden alınan bir makale; ders kitabımızda paylaşılmış, bende buradaki
yazımda paylaşmak istedim…
Sevgiler…
Yasemin F.
Kılıçaslan
Hiç yorum yok:
Yeni yorumlara izin verilmiyor.