yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ocak 2022 Pazar

Finike Suluin Mağarası (FATMA ELMAS SULTAN GALERİ)











Finike Suluin Mağarası

Suluin mağarası, Antalya'nın Finike İlçesi'nde bulunan ve 80 metrelik giriş ağzıyla Asya Kıtası'nın bilinen en derin mağarasıdır. 27 Ağustos 1995 tarihinde bir su altı araştırma ekibinin mağaraya yaptıkları dalışta 122 metreye kadar inmişler, fakat mağara sonuna ulaşamamışlardır. Finike'de ilçe merkezine 1 kilometre mesafede bulunan ve esrarengiz görünümüyle dikkati çeken Suluin, halk arasındaki adıyla "İncirli" Mağarası, tarihten günümüze kadar gerçek anlamda keşfedilmemiş bir sır olarak gizemini koruyor.


        Antik dönemde önemli bir liman kenti olan Finike'nin, başlıca doğal zenginliklerinden Suluin Mağarası, Finike'ye gelen herkesin ilgisini çekiyor. 1955 yılında mağarada araştırma yapmak isteyen Amerikalı sualtı ekibinden iki kişin 122 metre dierinliğe ulaşmış, ancak burada ölmüşlerdir. Bu nedenle de mağaraya giriş ve dalış yasağı getirilmiştir. Amerikalı dalgıçların yaptıkları dalışlarda, Suluin Mağarası'nın, Asya Kıtası'nın en büyük sualtı mağarası olduğunu tespit ettikleri de belirtilmiştir.


        Antalya platosu traverten bir platodur ve bu platoyu; su, kireç taşlarını eriterek meydana getirmiştir. Bu oluşumun altından bir çok tatlı su kaynakları denize karışmaktadır. Kırkgöz mevkiindeki Suluin mağarası bu kaynakların doldurduğu ve içindeki sarkıt ve dikitlerden dolayı daha önceden kuru olduğu tahmin edilen sualtı mağaralarından birisidir. 1995 yılında yapılan araştırmada mağara derinliğinin 83 metreye ulaştığı ve kanallardan daha ilerlendiğinde 45 metre civarı bir derinlikte büyük bir salonun içine girildiği saptanmıştır. Bu salonun duvarları sarkıtlar, traverten havuzlar ve diğer oluşumlarla kaplıdır. Salona giren ve çıkan çok sayıdaki yan kollar olduğu yapılan araştırma dalışlarında görülmüştür.


http://www.finike.gov.tr/suluin-magarasi

 

 

28 Eylül 2019 Cumartesi

GEÇMEYEN ÖKSÜRÜK

Merhaba, geçen yıl geçirdiğim şiddetli enfeksiyondan sonra bu yıl da, şimdiden öksürük nöbetleri, geceleri olmadık saatlerde kriz geçirerek uyanma, sabaha kadar uyuyamama sendromları başladı. Öyle berbat bir durum ki anlatamam...
Bu yaz Antalya'ya yerleşme konusunda öyle istekliydim ki ama nasip olmayınca olmuyor işte; istemeyerek yine İstanbul'a geri geldim. Rabbim, beterinden korusun. Âmin!
İşin kötüsü istediğin zaman öyle hemen doktor randevusu alamıyorsun. Finike'de öyle miydi? Saat 12.00'dan önce git, hem de göz muayenesi için randevu al ve yine 12.00'dan önce muayene ol, gözlüğünü değiştir, hem de Cuma günü...
İşte fark!
...
Diyorum, insan mecbur kalmadıkça büyük şehirde yaşamamalı...
İstanbul'a geldim, bir hastalandım, bir türlü iyileşemiyorum. Çektiğim acıyı ben bilirim!
...
Bir de ben İstanbul'da yaşamak istemediğimi söylediğimde karşıma geçip saçmalayan insanlar var;
yok efendim;
"Milyoner olsaydın fikrin başka olurdu"
"Büyük şehir derya deniz"
"Orada olanaklar daha fazla"
...
Ne alâka?
...
Anlamıyorlar işte, işlerine gelmiyor!..
...
Neyse...
Yine öksürük krizlerim tuttu, hem de balgamlı, geçen yıl ki gibi yine yatağa düşmekten korkuyorum. Allah korusun cümlemizi. Antalya'da ya da İzmir'de asla böyle sorunlarla karşılaşmadım. Yok yok, İstanbul'un havası bana göre değil...
...
Acile gitsem bile iki saat bekliyorum. Antalya ya da Finike'de olsa kolayca git, muayene ol...
...
hastane.com.tr sitesinde Uzm. Dr. Orhan Coşkun'un bu konuyla ilgili söyledikleri çok ilgimi çekti:


Uzm.Dr. Orhan Coşkun Cevabı:

Öksürüğün astım hastalığı, gastroözefagial reflü, gribal enfeksiyonlar, bronşit, pnömoni, akciğer kanseri, ACE inhibitörü benzeri ilaçlar gibi birçok nedeni olabilir. Bunlar içerisinde en önemlileri astım, pnömoni (zatürre) ve akciğer kanseridir. Şikâyetlerinizin nedeninin anlaşılması için bir göğüs hastalıkları hekimine başvurmalısınız. Yapılacak basit bir akciğer filmi, solunum fonksiyon testi (üfleme testi), kan tetkikleri ile tanınız konulabilir. Pnömoninin halk arasındaki adı 'zatürre' dir. Alt solunum yollarının bir bakteri, virüs ya da mantar ile enfekte olmasıdır. Pnömoni, en sık olarak 'pnömokok' ve 'streptokok' adı verilen bakteriler tarafından oluşturulur. Sık görülen belirtileri öksürük, balgam, ateş, nefes darlığı ve kilo kaybı, göğüs ağrısıdır. Neden anlaşılmadan öksürük kesici ilaçlar kullanılmamalıdır (Çünkü öksürük bir savunma mekanizmasıdır). Bağışıklık sistemi normal olan ve vücut direncini kıran başka bir hastalığı olmayan kişilerde, pnömoniye neden olan bakteriyi kişi akciğerlerine alsa dahi pnomoni oluşması nadirdir. Bu nedenle, pnömoni en çok, bebekler, küçük çocuklarda, yaşlılarda, AIDS, ciddi kalp hastalığı, organ nakli yapılan, bağışıklığı baskılayan ilaçlar kullanan, kanseri olan veya ameliyat geçiren hastalarda ortaya çıkar. Sigara içen kişilerde görülme sıklığı içmeyenlere oranla çok daha yüksektir. Pnömoni, hemen teşhis edilmesi gereken ve ciddi tedavi gerektiren bir hastalıktır. Uygun ve erken başlayan bir tedavi ile başarılı bir şekilde tedavi edilebilir, ancak, tedavisiz kalırsa ölümcül de olabilir. Geçmiş olsun.

...
"Pnömokok ve Streptokok" adlı bakterileri araştırmaya karar verdim. Bu bakterileri öldüren doğal yolları burada paylaşmak istiyorum çünkü mikropları tamamen yok etmediğimiz sürece bu rahatsızlıklar tekrarlanıp duracak...
...
Habertürk'ün haberi oldukça ilgimi çekti:

Oldukça uzun ama okunmaya değer:


Türkiye Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı ve Hacettepe Üniversitesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Ünitesi Öğretim Üyesi Prof. Mehmet Ceyhan, pnömokokları anlattı.
Pnömokok adı verilen bakteri streptotok ailesinden, yani beta adı verilen, bademcik iltihabı yapan eklem ve kalp romatizmasına neden olan bakterinin akrabası olan bir mikroptur. Bu bakteri insanların birçoğunun boğazında bir hastalık yapmaksızın bulunabilmektedir.
Pnömokok, sağlıklı yetişkinlerin %5-10’unda, sağlıklı çocukların ise %20-40’ında boğazda bulunur. Bakterinin buradan hastalık oluşturabileceği bölgelere gitmesine insanın bağışıklık sistemi engel olur. Grip gibi viral üst solunum yolu enfeksiyonları, alerjik solunum yolu hastalıkları,  pasif sigara içme (anne-babanın çocuğunun yanında sigara içmesi) solunum yolunun bu bağışıklık sistemini bozar ve pnömokokun boğazdan orta kulağa, sinüslere ve akciğerlere gidip, bu organlarda hastalık yapmasına neden olur. Ayrıca dalak yokluğu, şeker hastalığı, kronik akciğer, böbrek ve kalp hastalıkları gibi durumlarda da pnömokok ile gelişen hastalık riski artar.
Kış aylarında bebek ve çocuklarda en sık görülen hastalıklar arasında pnömokokların yeri nedir ve bu hastalıkların kışın daha sık görülmesinin nedenleri nelerdir?
Kış aylarında özellikle nezle, grip, orta kulak iltihabı, sinüzit, bademcik iltihabı, bronşit ve zatürre gibi solunum yolu enfeksiyonları ve kızamık, suçiçeği, kabakulak, menenjit gibi solunum yolu ile bulaşan hastalıkların sıklığı artmaktadır. Bu hastalıkların sıklığının artması sanıldığı gibi havaların soğuması sonucu üşütme değil, insanların bu mevsimde kapalı ortamlarda daha uzun süre bir arada bulunması sonucu mikropları birbirine bulaştırmasıdır. Pnömokoklar da solunum yolu ile bulaşan mikroplardan biridir ve en önemlileri arasında ilk sıralarda yer alır.  Pnömokoklara bağlı gelişen hastalıkların sıklığı sonbaharın sonuna doğru artar ve ilkbaharın ortalarından itibaren azalır.
Kış aylarında en sık görülen pnömokok hastalıkları nelerdir?
Pnömokok ismi, bakterinin pnömoni, yani zatürreye en sık neden olan mikrop olduğunun anlaşılması sonucu verilmiştir.  Ancak sonraki yıllarda orta kulak iltihabı, sinüzit, menenjit, kemik iltihabı, eklem iltihabı, kalp zarı iltihabı, karın zarı iltihabı (perionit),kan iltihabı (bakteriyemi) ve beyin apselerinin de en önemli nedenlerinden birinin bu bakteri olduğu anlaşılmıştır. Bu hastalıklar arasında en sık görüleni orta kulak iltihabı, en tehlikelileri menenjit ve bakteriyemi (kana mikrop karışması),en çok öldüreni ise zatürredir. Her yıl dünya üzerinde 1.5 milyonu 5 yaştaki çocuklar olmak üzere 4. 300. 000 insan zatürre nedeniyle hayatını kaybetmektedir.
Pnömokoklar bu hastalıklara en sık neden olan bakterilerdir. Orta kulak iltihaplarının %30-40’ında,  menenjitlerin %30-50’sinde, bakteriyemilerin %50’sinde zatürrelerin %50-60’ında etken pnömokoktur. Pnömokoklar ayrıca sinüzitlerde de en rastlanan etkendir (% 30-40). Başka bir deyişle; nezle, grip ve bronşit gibi antibiyotik tedavisi gerektirmeyen hastalıklar ve kısaca “beta” diye adlandırılan streptokokların neden olduğu bademcik iltihapları bir tarafa bakılırsa, kış aylarında görülen solunum yolu enfeksiyonlarının en az yarısının nedeni pnömokoklardır.  
Aileler bebeklerini ve küçük çocuklarını bu hastalıklardan korumak için ne yapmalıdır?
Aileler çocuklarını hasta olduğu bilinen insanlarla kapalı ortamlarda bir arada bulundurmamaya dikkat etmelidir. Özellikle kreş ve okullarda hasta olan çocukların hekim tarafından muayene edilmesi sağlanmalı ve hekimin önerilerine uyulmalıdır. Sağlıklı çocuklardan tarama şeklinde boğaz kültürü alınmasının yararı olmadığı gibi,  maddi kayıplara yol açmaktadır.
Solunum yolu ile bulaşan hastalıklarda eller en önemli bulaşma araçlarından biridir. Bu nedenle çocuklara el yıkama eğitimi verilmelidir. Yemekten önce ve sonra, oyuncaklarla oynadıktan sonra ve dışarıdan eve geldiğinde 10-15 saniyelik bir süre su ve sabun ile el yıkama yeterlidir.
Pnömokokun neden olduğu hastalıklardan korunmada en etkili yol pnömokok aşısıdır. Ülkemizde yeni uygulamaya giren konjuge pnömokok aşısı ilk 5 yaş içerisindeki çocuklarda özellikle menenjite, kısmen de zatürre ve orta kulak iltihabına karşı koruyucudur.  Pnömokok bakterisinin 80’den fazla tipi vardır, ancak bunların sadece birkaçı ağır hastalıklara neden olur. Pnömokok aşısı içerisindeki 7 tip, menenjitlerin %70-85’inde etkendir. Dolayısıyla bu aşı ile pnömokok menenjitleri yüksek oranda engellenebilmektedir.
Ülkemizde iki tip pnömokok aşısı mevcuttur. 23 bakteriye karşı koruyucu olan, ancak koruyuculuk süresi kısa olan aşı uzun süredir ülkemizde bulunmaktadır ve risk taşıyan büyük çocuklarda ve yetişkinlerdeyaşlılarda kullanılmaktadır. Konjuge pnömokok aşısı ise en sık görüldüğü ve ölüme neden olduğu 2 yaşından küçük çocuklarda, yaşamın 2.  ayından itibaren kullanılabilmekte ve uzun süreli koruyuculuk sağlanmaktadır.
Bu hastalıkların belirtileri ve sonuçları nelerdir? Her hastalıkla ilgili kısa bilgiler verebilir misiniz?
Orta kulak iltihabı: Çocukluk çağında hekimlerin en sık antibiyotik reçetesi yazdığı hastalıktır. Hemen hemen her çocuğun hayatı boyunca en az bir kez bu hastalığı geçirdiği hesaplanmaktadır. Hastalık kulak zarının arkasındaki orta kulak boşluğunun bakterilerle istilası sonucu ortaya çıkan iltihap olarak tanımlanabilir. İşitmede gelen sesi iç kulağa ileten küçük kemikler bu boşlukta bulunduğundan önem taşır. En fazla yaşamlarının ilk iki yılı içerisindeki çocuklarda görülür.
İlk yaş içerisinde orta kulağı boğaza bağlayan ve ‘’östaki’’ adı verilen kanalın yapısının farklı olması sonucu özellikle yatar pozisyonda beslenen bebeklerde daha sık görülür. En sık görülen belirtiler ateş ve bebeğin sürekli ağlaması ile kendini belli eden huzursuzluktur. Kulak zarı delinirse, kulaktan iltihap akabilir. Konuşabilecek kadar büyük çocuklar kulak ağrısını ifade edebilirler. Doktor tarafından kulak muayenesiyle rahatlıkla tanı konabilir. Muayenede kulak zarının kızarık ve bazen bombeleşmiş olduğu görülür. Zamanında ve uygun antibiyotik tedavisi uygulanmazsa; menenjit, beyin apsesi ve sağırlığa kadar giden kötü sonuçlar ortaya çıkabilir. Altı ayda en az 4 veya yılda en az 6 defa orta kulak iltihabı geçiren çocuklar tekrarlayan enfeksiyon yönünden incelenmek üzere hekime götürülmeli ve gerekli tedbirler alınmalıdır.
Sinüzit: Burnun iki yanında, alında ve kafa kaidesinde yer alan ve’’sinüs’’ diye adlandırılan hava boşluğunun iltihabı hastalığıdır. Ateş, baş ağrısı, koyu renkli burun akıntısı, geniz akıntısı ve bazen göz etrafında şişlik belirtileriyle ortaya çıkar.
Bu belirtiler virüslerle, yani antibiyotik gerektirmeyen mikroplarla gelişen soğuk algınlığı durumunda da görülebileceğinden; pnömokok gibi bakterilerle ortaya çıkan sinüzitler, belirtiler en az 10 gün sürerse veya şiddetli olursa akla getirilmelidir. Bazı vakalarda hastalanan sinüs bölgesinde, genellikle de burnun iki yanında hassasiyet olabilir. Ülkemizde tanı amacıyla çok sık başvurulan radyoloji, yani sinüs filmlerinin tanıda değeri son derece kısıtlıdır. Bu nedenle hekimlere tanıyı hastanın belirti ve bulgularına göre koymalarını, sinüs filmini gereğinden fazla kullanmamalarını öneriyoruz.
Zatürre: Akciğer dokusunun iltihabıdır. Akciğerde alveol adı verilen kanın oksijenlenmesini küçük hava keseciklerine bakteri yanında, kanda bulunan beyaz küreler dolar ve oksijenlenme bozulur. Ağır vakalarda ölüm nedeni solunum yetmezliğidir. Ateş, öksürük ve nefes darlığı yani sık nefes alıp verme en sık rastlanan belirtilerdir. Büyük çocuklar göğüste ağrı olduğunu söyleyebilir. Tanı genellikle akciğer filmindeki görünüm ile kesinleşir. Grip, kızamık ve suçiçeği gibi hastalıklar sırasında görülme sıklığı artar. Uygun ve erken tedavi uygulanmazsa, kalp yetmezliği, iltihabın akciğerlere yayılması ve solunum yetmezliği sonucu ölüm ortaya çıkabilir. Hekime zamanında başvurulursa, günümüz koşullarında, yani etkili antibiyotiklerin varlığında tedaviye iyi yanıt alınır.
Menenjit: Beyni ve diğer merkezi sinir sistemi organlarını çepeçevre saran ve ‘’meninks’’diye adlandırılan zarların iltihabıdır. Ateş, baş ağrısı, kusma en sık rastlanan belirtilerdir. Bacaklarını bükmeden sırtüstü yatarken, başının altın tutup çenelerini göğse değdirmeye çalışıldığında, enselerinde ağrı hissederler veya istem dışı olarak bacaklarını karınlarına çekerler. Ailelerin kullanabileceği diğer bir muayene yöntemi de şudur: Çocuğu bir iskemleye oturtup, ayaklarını önündeki bir sehpaya uzatması isteğinde, dizlerini bükmeden, bunu başaramadığı gözlenir.  Küçük bebeklerde, özellikle yaşamın ilk aylarında bahsedilen belirtilerin olamayabileceği, sadece ateş veya vücut ısısının normalden düşük olmasının, emmemenin bile menenjit belirtisi olabileceği unutulmamalıdır. Günümüzde çok etkili antibiyotiklerin kullanılmasına rağmen, hala yüzde 10-20 oranında ölüme ve kurtulanların ortalama %20’si işitme kaybına neden olur. Ayrıca havale, öğrenme güçlüğü ve zeka geriliği gibi sakatlıklar da ortaya çıkabilir.

...

Oğlum da çok hastalandı. Geçtiğimiz hafta üç gün okula gidemedi. Acile götürdüğümüzde doktor yine antibiyotik verdi ve şöyle söyledi: "Hâlâ içinde ölmemiş mikroplar var, bu yüzden bir bardak soğuk su bile içse hastalığı tekrarlıyor...
...
Yine Sabah'ın haberine göre;
Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Reha Baran çayır- çimen polenleri, tahıl, ağaç ve yabani otlar gibi etkenlerin bahar alerjisine neden olabildiğini belirterek; bahar alerjisinin burun akıntısı ve kaşıntısı, göz yaşarması ve kaşınması, gözlerde kızarıklık, sık gelen ve sabahları daha çok olan hapşırık atakları, öksürük ve nefes darlığı gibi şikayetlere yol açtığını, bu belirtileri hep aynı mevsimde yaşayan kişilerin hastalıklarını kolayca anlayabileceklerini söylüyor.

..

Hele o göz kaşıntıları yok mu? Deli ediyor...

...

Peki doğal yöntemlere başvuracak olursak, ben neler deniyorum?

1. Kaynamış suya bir tatlı kaşığı bal ve toz tarçın ekliyorum, içiyor, içiriyorum.
2. Tencerede elma, kök tarçın, zenfecik, zerdeçal, limon, bunları kaynatıp balla içiyorum.
3. Adaçayı, ıhlamuru eksik etmeyip, kaynar suya bir miktar koyup yine balla içiyorum.
4. Saf zeytinyağı içiyorum.
5. Ballı, tarçınlı süt içiyor, içiriyorum.
6. Karabiber, bal karışımından oluşan çayı içiyorum. Karabiber doğal antibiyotik yerine geçer.
7. Kekik yaprağını kaynar suya atıp balla içiyorum.
8.Bu en önemlisi; çünkü ergenliğimden beri limonu tuzlayıp yemeyi çok severim; limona tuz ve karabiber ekleyip yediğinizde iyileştirme etkisinin çoğaldığını görürsünüz.

...

Başka neler iyi gelir? Bildiğim ama denemediğim maddeler:
Ananas suyu ve bal
Bal
Ceviz ve badem
Bal ve ılık su
Okaliptüs
Soğan lapası
Elma sirkeli yastıklar
Limon ve ballı çay
Soğan şurubu


...
Her şeyden önemlisi, lütfen boğazınızı sıcak tutun, giyinmek de beslenmek kadar önemli...
...
Bana gelince, tamamen iyileşebilmek için Antalya'ya gitmek istiyorum. İnşaallah gecikmeli de olsa bu isteğimi yerine getiririm... :) ♥
...
Okuduğunuz için teşekkürler...

Yasemin F. Kılıçaslan






25 Eylül 2019 Çarşamba

İstanbul'da Farklı Yüzyıllarda Yaşanan Tsunamiler

5 Kasım Dünya Tsunami Farkındalık Günü'nde, Marmara'da beklenen deprem hatırlatıldı. Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Özener, zamanı bilinmeyen bu depremin yaşanması durumunda, deniz tabanında meydana gelecek heyelanın tsunamiye neden olacağını belirtti.
Kandilli Rasathanesi'nin tsunami erken uyarısı amacıyla Türkiye ve çevresinde meydana gelen tüm depremleri ve denizlerde meydana gelebilecek su seviyesi değişimlerini gözlemlediğini söyleyen Özener, şöyle konuştu:
"İstanbul özeli için ya da Marmara Denizi'nde meydana gelebilecek bir depremin can ve mal kaybı olarak etkilerinin tsunaminin neden olacağı etkilerinden kat kat fazla olacağını söyleyebilirim."
İstanbul'da daha önce yaşanan tsunamiler
1509 Büyük İstanbul Depremi...
Marmara Denizi'nde yaşanan bu deprem, büyüklüğü ve yarattığı hasar sebebiyle "Küçük Kıyamet (Kıyamet-i Suğra)" olarak adlandırılıyor.
Binlerce kişinin hayatını kaybettiği depremde, yerleşim yerleri de tahrip oldu. Depremde, günümüzde de İstanbul'un önemli simgelerinden olan birçok eser zarar gördü. Kervansaraylar, hamamlar, mescitler yıkıldı.
İstanbul'un bazı bölgelerinde yerde yarılmalar yaşanırken, deprem tsunamiye dönüştü. Tsunami, şehrin surlarını aşarak ağır hasara neden oldu.
Geniş bir bölgede hissedilen depremin hasarları binlerce işçinin çalışmasıyla atlatıldı.
1766
22 Mayıs'ta yaşanan büyük deprem İzmit'ten Tekirdağ'a kadar uzanan geniş bir alanda etkili oldu. Binlerce insanın hayatını kaybettiği felaket aynı zamanda tsunamiye de sebep oldu.
Tsunami dalgaları limanları kullanılmayacak hale getirdi, bazı kıyılarda deniz seviyelerinde yükselmeler gözlemlendi ve Marmara Denizi'ndeki küçük adacıklar yarı yarıya sular altında kaldı. 
1894
10 Temmuz'da yaşanan deprem 1,5 metre yüksekliğinde tsunamiye neden oldu. Neredeyse bin 300 kişinin hayatını kaybettiği depremde, Marmara sahillerinde deniz önce 200 metre çekildi, ardından şiddetli dalgalarla geri geldi.
Yaşanan deprem sonrası ise şunlar yaşandı...
Kapalıçarşı'da bazı duvarlar çöktü. Bitpazarı, çadırcılar, yağlıkçılar, Yeniçeriler Çarşısı, Bodrum ve Kellekesen hanları, yüzlerce ev, Edirnekapı'daki Mihrimah Sultan ve Kariye camilerinin minareleri yıkıldı.
Olası tsunami senaryoları
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Deprem ve Zemin İnceleme Müdürlüğünün "1. Etap Avrupa Yakası Mikrobölgeleme Projesi" ile olası tsunami tehlikesinin düzeyinin saptanması amaçlanıyor.
Aynı zamanda bu proje, tsunaminin neden olabileceği hasar düzeyini hesaplamak, risklerini belirlemek için hazırlandı.

Marmara Denizi'nde tsunami oluşmasına yol açabilecek 49 senaryonun incelendiği projede, şehrin hangi bölgelerinin hangi koşullarda sular altında kalacağını gösteren haritalar oluşturuldu. 
"Depremin sarsıntısı hissedilebilir, deniz suyu alışılmışın üstünde sıcak olabilir, deniz suyu cildi rahatsız edebilir, dalga yaklaşırken dalganın üst kısmında bir kızıllık görülebilir, gök gürültüsüne benzer sesler duyulabilir."
Tsunami oluşması durumunda neler yapılabilir?
Denizde olağan dışı bir çekilme görülürse, denizden uzaklaşılması gerekiyor. Çünkü can kayıplarının büyük bir kısmı o sırada yaşanıyor.
İBB senaryolarına göre, İstanbul için tsunaminin kıyılara gelme zamanı 5-10 dakika arasında. Depremin merkezine göre bu süre 20 dakikaya kadar çıkabilir. 
"Kıyıdan en az 100-150 metre uzakta kalmaya özen gösterin. Teknede bulunan kişiler ise su derinliği en az 50 metre veya daha derin yerlere doğru uzaklaşarak olası dalga ve akıntı etkilerinden kurtulabilir."

28 Ocak 2019 Pazartesi

Kadın Sağlığının Dostu: Maydanoz!


Salatalarımıza, yemeklerimize, çorbalarımıza eklediğimiz maydanoz tam anlamıyla vitamin ve mineral deposu.
Özellikle çiğ olarak tüketildiğinde içeriğindeki faydalı maddelerden maksimum performans alabiliriz. Taze maydanozda; kalsiyum, potasyum, kükürt ve A vitamini bulunur.
Kalsiyum; kemik yapısının gelişmesi ve sağlamlığının korunması için gereklidir. Kadınların risk altında olduğu kemik erimesi hastalığına karşı maydanoz yiyerek korunabilirsiniz.
A vitamini göz sağlığını korumada en etkili vitaminlerden biridir. A vitamini yetersizliğinin önce gece körlüğüne ardından ciddi görme bozukluklarına neden olduğunu göz önünde bulundurursak önemini daha iyi kavrayabiliriz.
Kadınlarda sıklıkla görülen troid hastalığı yani troid bezlerinin düzensiz çalışmasına karşı maydanozdan destek alabilirsiniz. Kilo veremiyor ya da kilo alamıyorsanız troid bezlerinizin düzensiz çalışmasından kaynaklanabilir. Size önerimiz, bu konuda uzman doktora danışıp, gerekli hormon testlerini yaptırmanızdır.
Adet döneminde ağrılar bizi hayattan uzaklaştırır. Kendinize bir iyilik yapıp maydanoz yemeyi alışkanlık haline getirirseniz adet sancılarınızın azaldığını göreceksiniz. Özel günlerinizde maydanoz yemek kanın temizlenmesine de yardımcı olur.


Vücudumuz için olmazsa olmaz vitaminlerden biri de C vitaminidir. Hücrelerin yenilenmesini, cilt sağlığının korunmasını sağlayan C vitamini maydanozda bol miktarda bulunmaktadır. Günde bir tutam maydanoz yemek, günlük C vitamini ihtiyacınızı karşılar. Suda eriyen vitaminler vücutta depolanmayıp, hemen kullanıldığı için sürekli vitamin takviyesi yapmanız gerekir. Bu nedenle maydanoz gibi C vitamini içeren sebze ve meyveleri sofranızdan eksik etmeyin.
Maydanoz; idrar yolları, böbrek ve karaciğerde biriken toksinlerin vücuttan atılmasına yardımcı olur. Özellikle hafif şiddette sistit sorunu yaşıyorsanız çiğ maydanoz yemek ya da 1 bardak kaynar suya birkaç maydanoz ekleyip suyunu içmek muhteşem bir çözüm olacaktır.
Sağlıklı beslenmek ve kendinizi hastalıklara karşı korumak aslında çok kolay değil mi? Bir tutam maydanoz hem ekonomik hem de mucizevi özelliklere sahip!

PROBLEMLERİ HER ZAMAN KARŞI TARAFTA ARAMAMALIYIZ!

Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi 
duymadığından korkuyormuş ve 
karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş. 
Ona nasıl yaklaşması gerektiğinden emin değilmiş.
Bu durumu konuşmak için aile doktorunu aramış; doktor adamın karısının ne kadar 
duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem önermiş.
"Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir
konuşma tonuyla bir şeyler söyle; eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi 
tekrarla, sonra 20 adım; 
cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla"
O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi
uygulamaya koymuş. 40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş 
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?" 
Cevap yok 
Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu 
tekrarlamış "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" 
Gene cevap yok 
Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş 
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?" 
Hâlâ cevap yok 
Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve > 
soruyu 
tekrarlamış 
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?" 
Gene cevap alamamış 
Bu sefer karısına iyice yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş 
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?" 
"Hayatım beşinci kez söylüyorum, tavuk" 




6 Mayıs 2015 Çarşamba


NASİHAT


Hasbıhal… Diyaloglar…


Yaşı küçük ama yüreği kocaman; hayattan darbe almış, dünyadan nefret eden, yüreği kabarık; ancak çok değerli ve kıymetli bir insan… yasemin f. kılıçaslan

yasemin f. kılıçaslan

O: Nereden başlayacağımı bilemiyorum… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Çocukluğuna dair hatırladığın ya da unutamadığın en kötü anın olabilir…

O: Birkaç tane geliyor aklıma… İki arkadaşımın evimize benimle oynamak için geldiği zaman, içlerinde biri susamış, bende ona su almak için içeri girmiştim. Tam olarak hatırlamıyorum ama annem bir şey sinirliydi ve acısını benden çıkararak arkadaşıma götürdüm bir bardak suyu zehir etti. Suyu ağlayarak götürdüğüm zaman arkadaşımın ablası “Bak gördün mü çocuk senin yüzünden azar işitti” demişti… yasemin f. kılıçaslan

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Küçük kızıma biraz gergin olduğum zaman hafif sesimi yükseltiyorum ama isteyerek değil çünkü kalp kırmak bana göre değil; burada anlatmak istediğim, annemin bana “Sakın çocuğunuza bağırmayın, onu asla üzmeyin, ona çok iyi bakın…” demesi… Gülüyorum… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Neden? yasemin f. kılıçaslan

O: Neden? Güzel soru… Çünkü kendisi beni pek çok kez aşağılamış, küçümsemiş, beni diğer kardeşlerimden daha küçük görmüş -ki bunu çoğu kez hissettirdi; yukarıda Allah var!- başkalarının beni aşağılamasına müsaade etmiş bir insandır…

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Örneğin, birkaç kez bana kız kardeşimin –özellikle liseye giderken- pek çok hayranı olduğundan bahsetmişti. Zaten onun güzelliğini över dururdu hep… Liseyi bitirdikten sonra bir gün sohbet ediyoruz. Ben; anne kız güzelce, arkadaşça sohbet ederiz diye düşünerek “Biliyor musun, sınıfımın bulunduğu katın duvarına biri benim adıma ilân-ı aşk etmişti, yine servisi beklediğim yerde de adıma “Seni seviyorum…” yazıları görmüştüm ve duvarlarda, başka yerlerde… Hatta bir gün okula giderken yolumda güller bulmuştum… Annemin karşılığı ne oldu ne dersin? yasemin f. kılıçaslan

BEN: Nedir? yasemin f. kılıçaslan

O: “Sen yanlış anlamışsındır, onlar senin için değildir…” Evet… Doğru; çünkü ben kimsenin beğenmeyeceği, hayranlık duymayacağı bir kız idim… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Öyle olduğunu sanmıyorum, sen çok güzelsin! yasemin f. kılıçaslan

O: Dünyaya göre öyle, aileme göre değil… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Dünya daha kalabalık… J yasemin f. kılıçaslan

O: J yasemin f. kılıçaslan

BEN: Peki, ya ailen konusunda yanılıyorsan? yasemin f. kılıçaslan

O: Aptal değilim; yaşadıklarım, gördüklerim, duyduklarım ve hissettiklerim bana yeterli kanıt oldu…

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Hani derler ya anlatılmaz, yaşanır… Ben ne yaşadığımı biliyorum ama böyle anlatınca, inanılması güç geliyor hâliyle… yasemin f. kılıçaslan

 Bir örnek daha vereyim; yine genç kızlık dönemimde babam bana “Seni şu ailenin kızıyla değiştirelim!” demişti. Güldüm; aile dostumuzun kızını bende çok seviyordum. Sonra dedi ki “Ama onun ailesi seni ister mi bilemem…” yasemin f. kılıçaslan

BEN: Yorumsuz… yasemin f. kılıçaslan

O: Başkaların çocukları her zaman daha değerli oldu onlar için; hiç unutmuyorum kız kardeşim çalıştığı şirketin sahibinin oğlu hakkında konuşuyordu; çocuk benden 1–2 yaş küçüktü. Ama öyle akıllı öyle şahane bir çocukmuş ki sınıfı asla takdirsiz geçmezmiş…

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Lâfı uzatmayacağım… Çocuk bizim liseye başladı; ara sıra karşılaşıp konuşuyoruz böyle. Sınıfta kaldığını duydum, şaşırdım. Onunla aynı sınıfta okuyan bir arkadaşım dedi ki “Ne sanıyordun, bu, ortaokulu bile zor bitirdi, hiç zayıfsız geçmezdi ki…

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: O an şunu anladım; bu çocuk okul konusunda başarısız olabilir ama “olumsuz yanını dışarı vurmayan, onu deşifre etmeyen, daha da onu iyi ve başarılı gösteren, kısaca onu çok seven ve sahiplenen bir aileye sahipti. Bense… yasemin f. kılıçaslan

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Her insan, her genç kız gibi benimde çok yanlışım oldu ama onların eleştiri anlayışı hep hakaret şeklindeydi. Bir annenin kızına açık seçik küfür, hakaret ettiği görülmüş şey midir? Ben böyle şeyleri filmlerdeki kötü karakterlerde gördüm… Yanlışlarım oldu ama hiçbir zaman aşağılık işlere bulaşmadım, kimsenin hakkında kötü konuşmadım, ne olursa olsun dine yönelmeye çalıştım, çabaladım durdum, kendimi bulmaya çalıştım ama en ufak yanlışımda “Seni bu yanlışa iten sebep neydi?” sorusu yerine, “Sen şöylesin, böylesin…” hakaretlerine maruz kaldım… Adalet bu muydu?

BEN: Eleştiri iki türlüdür: “Olumlu Eleştiri - Olumsuz Eleştiri” yasemin f. kılıçaslan

Ancak çoğu insan eleştirinin ne olduğunu bilmez, zannederler ki bir insanın yanlışını yüzüne vurmak, ya da yaptığı işi kötülemek… Asla! Mesela bir resim yaparsın ama ufak bir hata yapmışsındır. Ne olabilir bu? Yerde karlar varken ağaçlarda çiçekler açmıştır. Yani bir tezatlık söz konusudur… Ama bunu uygun bir dille anlatırsın… Yanlışlara gelince; insanlar birbirlerinin açığını yakalamaya çalışır durur, dünya böyledir. Sanırım senin ki de bundan ibaret… yasemin f. kılıçaslan

O: Kesinlikle öyle; çevrem ne yazık ki böyle insanlarla doluydu ki hâlâ öyle; insanlar dünyanın her yerinde aynı; nereye gidersen git karşısına hep böyle tipler çıkıyor. Bendeki de şans işte…

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Yeteneklerimi sorguladım; neler yapabilirim, ne gibi becerilerim var diye kendime sordum, farklı alanlarda kendimi denemek istedim. Bir gün olsun bana “Kızım, sen neler yapıyorsun, isteklerin, hayallerin nedir, nasıl bir okula gitmek istersin?” gibi sorular soran, beni geleceğe hazırlayan, benimle arkadaşlık eden bir ailem olmadı. Ama zayıf getirdiğim zaman ya da sınavda barajı aşamadığım zaman çok güzel hakaret etmeyi bilen bir babaya sahiptim… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Mesela? yasemin f. kılıçaslan

O: Mesela resim yapayım dedim; annem hemen karşı çıktı; ressamlar para kazanamıyor, ucuz bir iş, vasat bir meslek… Ama şimdi bir yakınım resme başladı ve onları el üstünde tutuyor, işte evlat kayırmaya bir örnek daha… Diyorum ya ne yaşadığımı bir ben biliyorum birde Allah!

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Neye el attıysam başarılı oldum ama kendimi gösteremedim. Her zaman bir şeyleri ertelemek zorunda kaldım, buna mecbur edildim ama en kötüsü ise güvendiğim dağlara kar yağmasıydı…

BEN: Nasıl yani? yasemin f. kılıçaslan

O: Bırak bende kalsın! yasemin f. kılıçaslan

BEN: Saygı duyuyorum! yasemin f. kılıçaslan

O: Ne inancımı beğendirebildim, ne de yaptığım işi beğendirebildim… Yaptığımı işi takdir etmek şöyle dursun, daha da küçümseyerek egolarını tatmin etmeye çalışıyorlardı. Sadece aile içinde değil, aileye dışarıdan katılanlarda aynıydı… –Tövbe Hâşâ- “Ben Allah’a inanmıyorum” diyen ve hiç sevmediğim bir adam kalkmış benim inancımı sorguluyordu. Yine –Tövbe Hâşâ- “Benim Allah’ım rakımdır” diyen insan tanıdım. Kim oluyorlardı da benimle bu şekilde konuşabiliyorlardı. Ne hakla, ne cüretle, kendilerini ne sanıyorlardı! Konuşurlardı tabii, çünkü ben de hep sahipsizdim! yasemin f. kılıçaslan

BEN: Hayır, asla sahipsiz değilsin. Hepimizin yegâne sahibi Allah’tır. Sen kendi kendine sahip çıkacaksın; karakterine, namusuna, bedenine, ahlâkına, imanına, vs… Eğer başkaları sana haksızlık ediyorsa kendini “sen” savunacaksın; bir başkasının seni savunmasını beklemeyeceksin… Herkes kendinden sorumludur; herkesin ameli kendinedir… Bırak kendileriyle baş başa kalsınlar, hiç kimseye mecbur ya da bağlı değilsin. Aile demek; ömür boyu sana karışmaları, müdahale etmeleri, tek doğrunun kendilerinde toplandığı yanılgısıyla seni her konuda acımasızca eleştirebilecekleri demek değildir! Doğarsın, çocuk olursun, büyürsün, kendi ayakların üstünde durursun, evlenirsin, çocuk doğurursun ve çocuğunu büyütürsün ama nasıl? Kendi hayatından vazgeçerek değil; ona konuşmayı öğretirsin, eğriyi doğruyu öğretirsin, dinini öğretirsin, sağlıklı yaşamayı öğretirsin, ona yardımcı ve destek olursun ama bunları yaparken onun “kendini bulması, karakterinin oturması, ne istediğini bilen bir birey olması” için de bir yerde yalnız bırakırsın ki; kendi kendine bir şeyler yapabilmeli, kendine güvenebilmeli, her düştüğünde seni aramamalı… yasemin f. kılıçaslan

O: Hislerime tercüman oldun… Çünkü ben bu dediklerinin hiç birini yaşayamadım; ne çocukluğumda ne gençliğimde… Evliyim, bir kızım var ama bana hâlâ hükmetmeye çalışan bir annem var.

Hıh… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Ne oldu? yasemin f. kılıçaslan

O: Aklıma bir şey geldi de… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Benimle paylaşır mısın? yasemin f. kılıçaslan

O: Güzel etkinlikler düzenleyen kıymetli bir dostum var, bizi de her zaman çağırır ama eşimin öyle sosyal ortamlarda, sözün kısası o taraklarda bezi yoktur. Bir gün anneme “Ya güzel bir etkinlik var ama gidemedim, keşke eşimi beklemek yerine yalnız gitseydim. O zaman etkinliği kaçırmazdım!” dedim ve dedim diyeceğime bin pişman oldum… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Neden? yasemin f. kılıçaslan

O: Annem dedi ki: Gitme zaten, o adam dul…  yasemin f. kılıçaslan

BEN: Ne! yasemin f. kılıçaslan

O: Kendini dünyaya kapatan; dünyaya, gelişmeye, yeni insanlar tanımaya tümüyle karşı bir anneye sahibim ve Allah şahidimdir onunla bir arada olmak, beni gerçekten sıkıyor çünkü sosyal olmak istiyorum; yeni insanlar tanımak, şöyle kaliteli çevreler edinmek… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Çok haklısın. İnsanın insana ihtiyacı vardır! yasemin f. kılıçaslan

O: Evet, ama ben kendimi bildim bileli hep yalnız oldum; yalnızlığa alıştırıldım. Arkadaş, dost edinemedim, edindiğimde de onlardan uzak kaldım. Issız bir yerde yaşamaya mahkûm ettiler; ne konuşabileceğin kimsem vardı, ne de dertleşebileceğim… Oysa doktor demişti ki “Konuş… Yanında konuşacak kimsen olmasa bile ağaçlarla konuş, asla içinde tutma hiçbir şeyi… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Doğru demiş; konuşmak insanı rahatlatır. “Bin bilsen de bir bilene danış…” demişler. Konuşmak, bir şeyleri paylaşmak; bilgi alışverişinde bulunmak… Konuşursun; acıların azalır, kalbe ferahlık verir ya da mutluluğunu paylaşırsın… Sürekli evde oturmak insanı sıkar, boş duranı Allah sevmediği gibi Melun da bu kimseyle fazlaca uğraşır… Belki annenin durumu da böyledir. Yalnız kaldığı için böyle hissediyordur… Kimseye güvenmemesi, kendi güvensizliğinden kaynaklanıyor olabilir. Bence bunun özüne inmek gerek… yasemin f. kılıçaslan

O: Ben annemle çok konuşmaya çalıştım ama yararsız… Sürekli “Sen ne yaşadın ki benim yaşadıklarımın yanında; ben aldatıldım, dövüldüm, sövüldüm, elimden tutan olmadı…” diyerek kafamı yedi durdu yıllarca… En çok da “Elimden tutan olmadı!” sözüne kızıyorum. Niye hep başkalarından medet ummuş ki; insan kendi kendine var olabilmeyi bilmeli… Küçük bir gençlik hatası yapmışsa, bunu bana ödetmeye hakkı yok ki! yasemin f. kılıçaslan

BEN: Evet, çok doğru!  Ancak şurada unutulmaması gereken bir madde var; her insan senin gibi düşünmez… Seni ele alalım; başından türlü olumsuzluklar geçmiş ama sen ne inancını yitirmişsin ne de insanlığını… Tamam, yanlışların olmuş ama bu yanlışlardan yola çıkarak doğruyu bulmayı da başarmışsın. Bunu herkes başaramaz. Annene gelince; anladığım kadarıyla kendi kendine var olabileceğine inanmamış ya da bir şeyleri başarabileceğine; belki inancı yüzünden böyle hareket etmişti, belki de koca dayağını, dışarıdaki mücadeleye tercih etmişti…

O: Şurası kesin ki benim çocukluğumu ve gençliğimi yediler… Bir söz duymuştum; aile hayatın iyi gitmemişse, evlilik hayatında iyi gitmiyor… Yanlışlarımdan biri de evlenmek için seçtiğim erkekti; inançlı biri olduğunu sanıp, güvenip, her şeyi göze alarak evlendiğim insan; sadece kadının başını kapatmayla Cennet’e gideceğini düşünen, karısına evde bikini giydirirken, dışarıda pantolon bile giymemesi için kalbini kıran; karısının güzelliğinden yararlanırken bununla yetinmeyip başka kadınlara, kızlara sulanan, hatta akrabalarına bile… Kadın, dayanamayıp ayrılma kararı aldığında “Neyse, bende bir akrabama evlenme teklifi götürmeyi düşünüyorum!” diyen, yeniden bir araya geldiklerinde de yine bildiğini okuyan, değişmeyen bir erkekti… Ama bana bunları yaşatırken başkalarının kalbini kazanmayı iyi biliyordu… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Ne gibi? yasemin f. kılıçaslan

O: Bana “aslan gibi” kocan var, maşallah, bir sene motosikletle, ertesi sene arabayla seyahat eden biri… Maşallahı var, şusu var, busu var diye diye canımı yediler… Tabii muhteşem kocam motosikletleri, arabaları ya da evleri tek başına aldı, karısı ona hiç ama hiç destek olmadı… Bir kere o motosikleti alabilmek için ben; “yazın bile üşüdüğüm, kışın iltihaplandığım” kutu gibi bir eve razı oldum bu 1, daha iyi evde oturabilirdim ama başka kadınlar gibi davranıp “Ben en iyisine layığım” demedim, en iyisine layık olduğumu bildiğim hâlde bu da 2; 3. kışın o evde karnımın her yanını iltihap kapladı ve bir sabah “o muhteşem eşimi” işe uğurlarken “Beni böyle nasıl bırakabiliyorsun!” dediğimde, bana “Can sıkıyorsun!” deyip arkasına bile bakmadan giden bir erkekle evliydim. tabii kocamın ASLAN'lığı bununla da bitmiyor; örneğin geçtiğimiz günlerde (kırk yılın başında) kütüphane almak için alışverişe çıktık. Ben mobilyalara bakıyorum, o ise mini etekli, çirkin suratlı, sevgiliyle öpüşüp duran rezile bakıyor... Bu zaten her zaman böyleydi; bir yere oturmaya gideriz; benimle ilgilenmek, sohbet etmek şöyle dursun, tutar öpüşen sevgililere bakar, kendisinden yirmi yaş küçük ergenleri gözleriyle takip ederek taciz eder... Ne evlilik ama... "Gel, oturup sohbet edelim!" derim, "Ya bugün kimseyle konuşmadın galiba, canın konuşacak birilerini mi arıyor!" der... Bu mudur yani evlilik; sus pus oturacaksın, hiç bir şey yapmayacaksın; ne emek, ne fedakârlık, ne sevgi, ne sohbet, ne sadakat... Alın size Müslüman, alın size “aslan gibi koca…” ama benim gözümde değil; bana göre öyleleri ancak leş yiyiciler olabilir… Affedersin! yasemin f. kılıçaslan

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Evime sadık kaldım; süsünde püsünde, gezmesinde bir kadın olmadım. Bir gün arabada şoför koltuğunun yanına oturdum diye lâf işitirken kendisi bayan arkadaşlarını öne oturtuyordu…

BEN: Anlıyorum! yasemin f. kılıçaslan

O: Bir gün tatile çıktığımız zaman kızımı yıkayıp temiz giysiler giydirmiştim. Babasına göstermek için balkona çıkarttım ve seslendim; “bulunduğun yerden balkonu görebiliyor musun?” dedim, oradan bacanağı hemen lâfa atıldı; “Rahat bırak şu adamı, bari tatilde rahat bırak, ne o ikide bir sesleniyorsun, her seslendiğinde cevap mı verecek sana!” yasemin f. kılıçaslan

İşte karşınızda ailem ve aileme giren ve asla hayatımda yer almasını istemediğim; insana saygı duymayan, patavatsız kişiler… Tabii o zaman “muhteşem kocam” da sesini çıkarmadı; çünkü bana hakaret edilmesinden oldum olası hoşlanan biriydi… Acaba diyorum insanların bu kadar düşmanlıklarını ya da saygısızlıklarını hak edecek ne yaptım ve aklıma bir şey gelmiyor... Ancak bildiğim büyük bir gerçek var; ben bu erkeği sevemiyorum ve artık öyle bir hâldeyim ki onu sevenlerden, övenlerden de uzak duruyorum. Çünkü onu seven, beni sevmiyor demektir ve benim, beni sevmeyenle işim olmaz… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Sevmek çok geniş bir kavramdır; “Yaratılanı sev, Yaradan’dan ötürü…”

O: Ama içimde iyiye dair bir şey kalmadı ki; hayaller, iyi duygular, sevgi… Hepsi öldü…

BEN: Böyle düşünmekte çok haklısın. Ama yeniden diriltebilirsin… yasemin f. kılıçaslan

O: Diriltecek birisine ihtiyacım var… Artık yoruldum… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Bak, bu yaşına kadar pes etmediysen, yine pes etme. Hayat daha bitmedi. Saçındaki kırları görme ya da onları Allah’ın nuru olarak gör. Allah’a sığın; o, sana yeter. Hepimize yeter! Yönün daima kıbleye olsun. Sana değer vermiyorlar mı, bırak kendi değerleriyle kalsınlar. Belli zamanlarda bir araya geliyorsanız, geçmiş olumsuzlukları hiç yaşanmamış kabul et; onları görme, duyma hatta gerekiyorsa muhatap olma ya da hiç olmadı, al karşına konuş… yasemin f. kılıçaslan

O: İçimden gelmiyor… Beni anlamayanla konuşamam, tükettiğim nefese yazık!

BEN: Seni anlayan birileri elbet vardır. Eğer yok ise de üzülme; koy alnını secdeye, et duanı… Gerisini Rabbimize bırak… O, her şeyin iyisini, doğrusunu bilendir… yasemin f. kılıçaslan

O: Öyle ama bazen kıldığım namazdan bile bir şey anlayamıyorum! yasemin f. kılıçaslan

BEN: Olabilir… Şunu sakın unutma; namaz, Allah’la konuşmak demektir. Onunla konuştuğunu düşünerek ve de sûrelerin, duaların anlamlarını öğrenerek kılmaya çalış. İşte o zaman tamamlanırsın… Kıyamda, rükûda ve secdede ne söylediğini bilirsin… Doktorlardan, ilâçlardan ya da başkalarından medet ummak yerine Allah’a sığın… Önüne takılan engelleri bir bir ayıkla ve sosyal ol. Asla yalnızlığa kapılma; spor yap, yürüyüş yap, sözüne ettiğin etkinliklere katıl; kimsenin sana mani olmasına izin verme. Belki bu yaşına kadar bulamadın ama bu, bundan sonra da yalnız kalacağın, üzüleceğin, kırılacağın, aşağılanacağın ya da bir dost bulamayacağın anlamına gelmiyor… Daha önce de söylediğim gibi hayat daha bitmedi; eğer bitti dersek, pes etmişiz demektir…

O: Gerçekten sağ ol… yasemin f. kılıçaslan