saygı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
saygı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ocak 2019 Pazartesi

3 KISSADAN HİSSE

KISSADAN HİSSELER

ALLAH HARAMDAN KAÇANI KORUR


Ünlü hükümdar Timur'dan sonra yerine geçen oğullarından Şahruh (XV. y.yıl) bilime ve bilgine değer veren, dindar, halim, selim biriydi. Bilginlerle oturup kalkmaktan zevk alırdı. Şahruh'un çevresindeki bilgin kişilerden biri de Nimetullah Efendi idi. Aynı zamanda evliyadan olan Nimetullah Efendi'nin dilinden düşürmediği bir söz vardı:

"Allah haramdan kaçanı korur" (Yani kişi haramdan kaçarsa Allah ona haram yedirmez, nasip etmez, demek istiyordu.)

Bu sözü sık sık tekrar eder, bununla biraz da hükümdar ve adamlarını uyarmak amacı güderdi. Şahruh da bunun her zaman mümkün olmayacağını, insanın bazen bilmeden de harama el uzatabileceğini ileri sürerdi. Şahruh bir gün sarayında özellikle Nimetullah Efendi'yi ağırlamak üzere bir ziyafet düzenledi. Başta hükümdar ve Nimetullah Efendi olmak üzere davetliler sofraya oturdular. Başyemek kehribar gibi kızarmış bir kuzu çevirmesiydi. Herkes gibi Nimetullah Efendi de iştahla yiyor, yedikçe "Allah haramdan kaçanı korur" sözünü tekrarlayıp duruyordu. Hükümdar ve adamları da bıyık altından gülüyorlardı. Nihayet yemek bitti. Şahruh Nimetullah Efendi'ye sordu:

- Allah haramdan kaçanı her zaman ve her durumda korur mu?

— Evet, korur, haramdan kaçana Allah haram nasip etmez.

— Ama hocam seni korumadı, sen de bizimle birlikte haram yedin.

— Hayır, ben haram yemedim haramı siz yediniz.

— Boşuna iddia etme hocam, sofrada yediğimiz kuzuyu benim adamlarım çalmıştı, hırsızlık malıydı o...

- Olabilir, size haramdı, ama bana helaldi. Hükümdar lahavle çekti:

- Nasıl olur hocam, çalınmış bir kuzu bize haram, sana helal?

Nimetullah Efendi sözünü bağladı:

- Eğer inanmıyorsanız, kuzunun sahibini bulun sorun...

Gerçekten hükümdarın adamları çaldıkları kuzunun sahibini buldular. Yaşlı bir kadındı kuzunun sahibi. Kuzuyu çaldıklarını, pişirip yediklerini itiraf ettiler ve parasını ödemek istediklerini söylediler. Kadın parasını almayı reddetti ve kendilerine beddua etti.

— Ben o kuzuyu parası için değil, bu havalide Nimetullah Efendi diye mübarek bir zat varmış, ona ikram etmek için yetiştiriyordum, diye açıklamada bulundu.


BAL ŞERBETİ


Bir Ramazan'da Medineli bir Müslüman Halife Hz. Ömer'i iftar yemeğine davet etti. Yemek sırasında yalnız Hz. Ömer'e bir kap içinde bir içecek

sunuldu. Hz. Ömer sordu: "Bu nedir?" Ev sahibi cevap verdi: "Bal şerbetidir efendim, sizin için ayırmıştık da..." Hz. Ömer onu içmeyi reddederek şöyle dedi: "Benim yönetimini üstlendiğim halkın çoğu içmek için henüz kuyu suyunu bile bulamazken ben burada bal şerbeti içemem."


TERBİYE YARATILIŞA BAĞLADIR

Eski İran hükümdarlarından biri vezirine oğlunun hocasından yakınıyordu: - ben istiyorum ki oğlum ilim öğrensin, benim yerime iyi bir hükümdar olsun, o ise devamlı müzikle, sesle, sazla meşgul demek ki hocası buna iyi bir yön veremiyor. Vezir aynı görüşte değildi: - hükümdarım hocanın elinde mucize yok Çocuğun kabiliyeti neye ise hocası ancak onda ilerlemesine, olgunlaşmasına yardım edebilir İnsanın tabiatı değiştirilemez, terbiye yaratılışa tabidir. Hükümdar aksi görüşteydi terbiye ile yaratılışa yön verebileceğini iddia ediyordu. Bunu kanıtlamak için bir akşam sarayında bir eğlence düzenledi.  Bu eğlence sırasında eğitilmiş kedilerin bir gösterisi de yer aldı bu kediler, sırtlarında, bir tabak içinde yanan mumları taşıyorlar ve onları düşünmüyorlardı. Hükümdar vezire bu kedileri göstererek: - görüyorsunuz, terbiyenin nelere gücü yetiyor, dedi vezir karşılık vermedi olumlu, olumsuz bir şey söylemedi. Yeni bir eğlence gecesini bekledi bir başka gecede düzenlenen eğlenceye gelirken yanında gizlice bir kaç tane fare getirdi kediler gösteriye başladığı zaman bu fareleri kedilerin ortasına doğru salıverdi. Fareleri gören kediler sırtlarındaki tabağı, mumu unutup farelerin peşine takıldılar. Mumlar, tabaklar hepsi bir yana yuvarlandı. Yanan mumlardan yerdeki halılar tutuştu. Ortalık bir anda ana-baba gününe döndü tam bu esnada vezir padişaha yanaşıp iddiasını kanıtlamanın gururuyla şöyle dedi: “Gördünüz mü padişahım terbiye yaratılışa tabiîdir.”


11 Aralık 2018 Salı

AH ŞEHİDİM... GERİDE BIRAKTIĞIN BABANIN ACISI HEPİMİZİN ACISIDIR!


Bugün bana bir arkadaşımın gönderdiği, okurken hayli duygulandığım bir yaşanmışlığı buraya aktarmak istiyorum. Toplum olarak daha duyarlı olabilmemiz, ön yargıdan ve kibirden uzak, saygılı gençler yetiştirebilmemiz duası ile buyurun...

Olay, gazeteci Erem Şentürk'ün başından geçmiş. Arkadaşımın bana gönderdiği metni olduğu gibi aktarıyorum, hem de gazetecinin kendi dilinden...

Tam metroya bineceğim, bir tane yaşlı amca makinenin önünde panik yapmış dolduramıyor kartı.



Arkasında birkaç tane genç birikmiş bağırıyor amcaya “hadi be n’apıyosun, flört mü ediyosun makineyle” ben bunu duyunca delirdim, n’apıyosunuz ya dedim, gittim amcaya yardım etmeye.

Canım amcam sen ne istiyorsun dedim, kartım yok dedi.

Ben ona sordum kart mı yükleyeceksin, kart mı alacaksın? Benim kartım yok dedi, çok basit dedim şöyle çözeceğiz seninle meseleyi. 10 lirayı koyduk makineye, doldurduk kartını, 4 lira para üstünü de aldık, dedim al istediğin yere git bununla. Ama yarın mutlaka İETT’ye başvuru yap senin yaşına bedava ulaşım dedim, sen niye kartla falan uğraşıyorsun?


Neyse ben de doldurdum kendi kartımı turnikenin önüne geldim, tam turnikeden geçeceğim aa baktım amca orada bekliyor hala, amca niye binmedin? Dedim…

Yavrum adres soracaktım bunlar bana bağırırlar diye korktum soramadım, seni bekledim dedi, olur mu öyle şey amcam dedim, nereye gidecektin sen diye sordum, Üsküdar’a dedi. Amca Kirazlı’dayız karşı kıtada o, sen buraya nasıl geldin çok uzak dedim. Kafasını eğdi, dur dedim anlattım ona: Buradan iki kat aşağı in, Yenikapı yönüne bin, Yenikapı’da in sarı çizgiyi takip et Marmaray’a bin oradan 2 durak sonra Üsküdar Marmaray’dasın dedim. Amca hiçbir şey anlamamış, Japon balığı gibi mahzun mahzun bakıyor bana, anlamamış durumu. Baktım anlayacak gibi de değil, amca gel gidiyoruz dedim, atladık metroya gidiyoruz Üsküdar’a doğru.

İlk durakta binmişiz, güzel güzel oturmuşuz muhabbet olsun diye amcaya nerelisin diye sordum.

Malatya dedi. Var mı kayısı bahçesi filan dedim, yavrum ben emekli ağır ceza hakimiyim dedi… Aboov dedim içinden, sen onca insana 30 sene, 40 sene, 100 sene, müebbet hapis cezası dağıt, sonra gel metroda kartı şaşır, gideceğin yeri şaşır, kaybol…

Sonra amca dedim Malatya’dan İstanbul’a neyle geldin, uçakla mı otobüsle mi?

Amca dedi ki hatırlamıyorum. Dedim amca valizlerin nerede? 3 yaşındaki çocuk gibi yüzüme baktı nerde dedi. Telefon nerede dedim, nerede? Dedi. O an anladım ki amca demans hastası. Demans gerizekalı olmak değil, aklını yitirmek demek değil. Zekan yerinde, her şeyin normal; demans hastasını evlendirsen çocuğu olur, kıyafetin, yemeğin en güzelini seçer alır tek problemi var kişisel tarihini yitirmiş.



Amcanın aklında tek cümle var “Baba seni Üsküdar Marmaray’da bekliyorum”, aklında kalan tek şey bu. Amca oğlun seni kesin Üsküdar Marmaray’da bekliyor mu? Bekliyor. Kesin mi? Kesin. İndik Üsküdar’da oturduk bekliyoruz gelen giden yok, bekle Allah bekle kimse yok. O kadar bekledik ki sonunda Marmaray kepenkleri indirdi. Amcayla yakında bir yerde oturduk, amcadan kimliğini aldım, Ankara’da bir tanıdığı aradım dedim böyle böyle kimdir bu yakını vs. bir numara bulur musun? Sağ olsun yardımcı oldu bir telefon numarası geldi.

Harbiden Malatyalıymış amca, telefonu aradım bir kadıncağız açtı, dedim gece gece rahatsız ettim ama…

Ben daha lafa başlar başlamaz Üsküdar Marmaray’da mısınız dedi? Evet dedim, meğer biliyormuş kadın. Size eniştemin telefon numarasını vereyim onu arar mısınız dedi, tabii dedim aldım numarayı aradım enişteyi. Dedim gece vakti rahatsız ediyorum ama… Hemen Üsküdar Marmaray’da mısınız dedi evet dedim. Galiba bunu herkes biliyor, böyle bir şey var galiba İstanbul’da bir ben bilmiyorum diye düşündüm.

Derken neyse enişte geldi birazdan amcayı almaya.

Ben hemen başladım azarlamaya; demans hastası bu adam niye tek başına salıyorsunuz dışarı? Bu adamı dışarı salmakla 3 yaşında çocuğu salmak aynı şey! Ne biçim oğlu var ki bunun “baba gel seni Marmaray’da bekliyorum” diyor?


Enişte bana sarıldı ve “abi babanın oğlu polisti 3 yıl önce şehit oldu! Ve oğluyla son telefon görüşmesinde “baba seni Üsküdar Marmaray’da seni bekliyorum” Demişti, her şeyi unuttu onu unutmuyor, arada evden kaçıp buraya geliyor.




Dizlerimin bağı çözüldü. Kaldım öylece neyse onlar gitti kafamda cümleler uçuşuyor. İki şey düşündüm: Birincisi belki dedim amcanın oğlu gerçekten de oraya geliyor ama biz göremiyoruz.

İkincisi ve daha beterini söyleyeyim, demans hastalığı bizim de hastalığımız toplum olarak…

Tarih bilmediğimiz için aynı o amcanın metroda kaybolması gibi millet olarak sağa sola savrulup duruyor olabiliriz. Evet, en güzel kıyafetleri giyiyor, en güzel yemekleri yiyor, oyunlarda en yüksek puanları alabiliyoruz, ama bunlar bizim canlı olduğumuzun alametleri, hayatta olduğumuzun değil…

Yürek burkan bu anının videosunu buradan izleyebilirsiniz.


 

31 Ekim 2018 Çarşamba

ARA GÜLER VE CHARLİE CHAPLİN



Ara Güler, Charlie Chaplin'in de fotoğrafını çekecekti ama vazgeçti...
Ara Güler, hayranı olduğu Charlie Chaplin’in fotoğraflarını da çekmek ister: “Chaplin benim dünyamı kuran, bana vizyonu veren, hayata bakmayı öğreten adam… O zamanlar İsviçre’de bir şatoda yaşıyordu. Karısı da Amerikalı ünlü yazar Eugene O’Neill’in kızı Oona’ydı. Bunların şatosunun önünde 3 gün, kar kıyamet demeden fotoğraf çekmek için bekledim. Sonunda Oona donmamdan korkup, ‘Konuşursan konuş, ama resim çekme’ dedi. Adam yürüyen iskemlede, felçli resimlerini çektirip akıllarda böyle bir imaj bırakmak istemiyordu. Çünkü o da benim gibi elimdeki fotoğraf makinesinin acımasız olduğunu biliyordu. Pire gibi dolanarak dünyanın en cevval tipini yaratmış Charlie Chaplin’i felçli halde çekmek bana yakışmazdı, o nedenle onun fotoğrafını fırsat bulduğum halde çekmedim.”


Ne kadar zarif bir davranış...
Ve ne kadar doğru bir söz; "Fotoğraf makinesi acımasızdır. Aslıda acımasız olan o değil, insanlardır!

Zira ben, yeryüzünde insanoğlu kadar acımasız, duygusuz, incitici bir varlık ya da eşya görmedim! Ama bir söz vardır; güzel bakan güzel görür, yüreği güzel olanın gözleri de güzel bakar. Çirkin bakış, kötü söz daima sahibine aittir...
Yasemin F. Kılıçaslan