nasihat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
nasihat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Nisan 2016 Cuma

BANA, MEYHANE ARKADAŞI MUAMELESİ YAPAN BİR KOCAM VARDI!


NASİHAT (2)

Mutlaka Okuyun. Uydurma bir hikâye değil, tamamen gerçektir. Ben dinledim, yazdım ve rica üzerine isim belirtmeden paylaşıyorum. Allah o kadına sabır, dirayet, güç, kuvvet versin…


BANA, MEYHANE ARKADAŞI MUAMELESİ YAPAN BİR KOCAM VARDI!

1.      21 yaşındaydım… Onunla internette tanıştık, ilk dakikadan başlayarak telefon aracılığıyla flört etmeye başladık. Ayrı şehirlerdeydik…
2.      İnançlı, temiz bir çevreden olduğunu söyledi. “Yapmam, istemem…” dediğim hâlde kapanmamı, çevresindeki herkesin inançlı, imanlı ve kapalı olduğunu söyledi…
3.      Ona inandım, kapanmak ve dine yönelmek bana cazip geldi; çünkü ortaokullu yıllarımdan beri “inançlı, dürüst, beraber namaz kılabileceğim, güvenebileceğim” bir eş için dua edip durdum…
4.      Beni görmeye geldi, görüştük, ancak onu hiç sevmediğimi fark ettim. Sadece güven duyduğum ve dürüstlüğüne inandığım için birlikteliğimi devam ettirdim…
5.      Aradan üç ay geçti. Sevgililer gününde çiçek ve çikolata alıp çıkageldi, fakat babam onu eve kabul etmeyerek beni, annemi ve hatta onu dövdü…
6.      Kendi şehrine gitti yeniden. Babam ise evde ben yokmuşum gibi davranmaya başladı. Gecem gündüzüm korku içinde, huzursuz geçiyordu. Saçlarımda ilk defa beyaz bir tel çıkmıştı…
7.      Kendimi doğru düzgün derslerime veremiyordum…
8.      Konuştuk ve kaçmaya karar verdik. Geldi ve beni kaçırdı…
9.      Evlerine vardığımda annesinin burun kıvırdığını gördüm, küçük görümcemin de… Ağabeyleri ve büyük yengesi dışında yüzüme gülen olmadı…
10.  Dini nikâh kıydık. Görümcem, başıma örtmem için güzel bir örtü verdi…
11.  Evde kayınvalidem, kayınpederim ve görümcemle kalmaya başladık. Sonra onlar kendi evlerine geçtiler…
12.  Yatalak kayın pederim, o hâliyle bana kayınvalidemden daha cana yakın davranıyordu, beni sahiplenmişti. O hâliyle evime gelir, benimle sıkça sohbet eder, güzel nasihatlerde bulunurdu. (Mekânı Cennet olsun. Âmin!)… Kayınvalidem ise beni sevmediğini, beğenmediğini, istemediğini her fırsatta belli ederdi. Bir gün bana durduk yere “Sen benim oğlumu elimden aldın!” dedi. Ben ise ona “Hayır, aksine sen bir kız evlat kazandın!” dedim. Ama nafile… Ne desem, ne yapsam boştu…
13.  Her işime karışır, hayatıma hükmetmeye çalışırlardı. İzin vermeyince benden uzak durmaya başladılar. Ben de onlardan…
14.  Türkçe bilmelerine rağmen yanımda Kürtçe konuşurlardı. Hiç anlamazdım. Bir keresinde önüme çay koydular, öğrendiğim için Kürtçe teşekkür ettim, görümcemin gözleri kocaman oldu, “sen Kürtçe anlıyor musun?” diye sordu, öylesine “Evet!” çıktı ağzımdan, yüzleri sapsarı oldu hepsinin de. Demek ki yanımda, hakkımda konuşuyorlardı…
15.  Eşimin, ilk tanıştığımızda bana “Bizler inançlı, dürüst, zengin insanlarız…” dediğini hatırlıyordum sürekli ama
-          Zengin değillerdi. (Asla problem değil…)
-          İnançlı görünüp, başkalarının arkasından konuşmaktan, kalp kırmaktan, hatta hakaret etmekten çekinmezlerdi.
-     Bir keresinde büyük eltim “Kürtlerden, Türklerle evlenen çok, biz Kürtler siz Türkleri s…yoruz…” diye terbiyesizce lâf etti. Karşılık veremedim… Düşündüm: "Bunu söyleyen asla Kürt olamaz, benim din kardeşim olamaz..."
            Zaten ulu orta her yerde herkesin içinde cinsel şakalar yapardı. Eğlence anlayışı buydu. Bu yüzden uzak durmaya özen gösteriyordum. Doğup büyüdüğüm çevrede de (Hangi bölgeden, şehirden olursa olsun) cinsel şakalar yapan, ağza alınmayacak lâflar eden insanlardan daima uzak durdum…
16.  Babam kalp krizi geçirdi. Üzüldüm, ağladım ama bir ufak teselli görmedim. Tam aksine kaynanam karşıma geçip gözlerini kaçırdı… Bunu unutmuyorum…
17.  Bana sürekli başka kızlardan bahsederdi. Güya oğluna kapalı bir kız almak istemiş. Ama falan yerde öyle güzel bir kız varmış ki başlık parasında anlaşamamış, şayet anlaşsaymış açık seçik demeden o kızı alacakmış… Bunun gibi bir süre şey…
18.  Eve gelen misafirler olsun, akrabalar olsun beni çok sever ve beğendiklerini dile getirirlerdi. Kaynanamın hemen yüzü eğilirdi…
19.  Sinir ya da ağlama krizi geçirdiğim zamanlar eşim bana düşmanı gibi davranırdı. Bir keresinde ağladığım bir sırada beni yataktan kaldırıp “Ağlama bak çakarım suratına…” dedi. Unutmuyorum…
20.  Eve her gelişinde başka kadınlardan, kızlardan bahsederdi. Temiz bir aileden kız alıp başını kapatacak kadar inançlı görünen; ama her şeyiyle tertemiz, güzel karısını bırakıp başkalarına bakacak, onlara sulanacak kadar da adî, namus ve yoksunu bir erkekti… Şu tezatlığa bakar mısınız? Her “inançlıyım” diyene inanılmayacak…
21.  Bana, başka kadınlarla ilgili fantezilerden bile bahsederdi. Asla unutmuyorum…
22.  Akrabalarına bile doğru gözle bakmadığını belli eden sözler sarf etti. Bu durum devam ettikçe benim de akrabalarıma asla düzgün gözle bakmayacağını anladım, nitekim beni haklı çıkardı. Ama öyle kurnazdı ki onların yanında efendi, görgülü, inançlı rolleri oynar, yalnız kaldığımızda ise gerçek yüzünü göstererek “Senin falan akraban ne güzelmiş!” derdi… Akrabadan geçtim, bir aile dostumuzun kızıyla tanıştığında, arkasından manalı manalı “İyi kız, iyi…” deyişini asla unutmam… Yine uzak bir akrabamı, eski kız arkadaşına benzeterek ona iç geçirerek baktığını unutmam… Hastalandığım bir sırada bir akrabamla uzun uzun Chat yaptığını da unutmam…
23.  Küçük-büyük demeden herkese bakar, yetmiyormuş gibi gelir bana anlatırdı. Tabii ben kim
im ki; duygularım mı var benim, şahsiyetim mi var, kalbim mi var, güzelliğim mi var? Hepsinin fazlası vardı da kıymet bilen inançlı, dürüst, içinde Allah korkusu olan bir beyefendi yoktu…
24.  “Bir kız kaç yaşında olursa olsun, sandalyede otururken ayakları yere değiyorsa evlilik çağına gelmiş demektir “ diyen bir sübyancı mı desem, “falan yerde bir sekreter varmış, anlata anlata bitiremiyorlar, gidip görmek istedim, kısmet olmadı…”  ya da “iş çevremizde bir sekreter var, onu ne kadar görsem s…sim geliyordu…” diyen bir sapık mı desem… Adını siz koyun!
25.  Benim küçük – büyük yeğenlerime bile düzgün gözle bakacak biri olmadığını düşündüm, ancak bunu aileme anlatamadım çünkü beni dinlemeyeceklerini biliyordum. Nedenlerini sıralayacağım…
26.  Artık ona katlanamıyordum. Aradan bir yıl geçti ve ayrıldık. Bana, bir akrabasına evlenme teklifi götüreceğini söyledi. Babamı kaybetmiştim, annemle yaşamaya başladım… Ama ne yaşama; aşağılanma, hor görülme, sevgisizlik, saygısızlık insan boyu… Zaten o ailede ne zaman insan yerine konuldum, ne zaman bir başarım takdir edildi ya da ne zaman beğenildim, iyi şeylere layık görüldüm ki… “Kocana geri dönmek zorundasın, onu sen seçtin (sanki isteyerek seçtim), katlanmak zorundasın, seni artık kimse almaz, alırsa da başından evlilik geçmiş, çocuklu bir adam alır…” gibi bir sürü lâf ettiler… Kendileri beğenmiyor diye başkaları da beğenmez sandılar, kendileri adam yerine koymuyor diye başkaları da adam yerine koymaz sandılar, kendileri sevmiyor diye başkaları da sevmez sandılar. Tabii, ben yüzüne bakılacak, beğenilecek, sevilecek, başından kötü bir evlilik geçmiş olsa bile düzgün bir adamla yeniden evlilik yapacak kadar, bunları hak edecek bir kadın değilim… O günlerde onlardan (ailemden) öyle bir soğudum ki aradan tam on yıl geçti, ama o soğukluk hâlâ değişmedi… Oysa öyle yanılmışlardı ki; bunu karşıma çıkan ve benimle ilgilenen kültürlü, eğitimli, sosyal ve inançlı adamlardan anladım. Bana eşimin vermediği sevgiyi, desteği, ilgiyi vermek istediler ama tekliflerini kabul etmeyerek eski eşime geri döndüm, çünkü pişman gözüküyordu. Nereden bilebilirdim, huylunun huyundan vazgeçmeyeceğini…
27.  Evliliğin ikinci yarısında; otobüste seyahat ederken kafayı iki farklı kadına taktı; vay efendim biri üstünü değiştirmiş, “Bu ne zaman üstünü değiştirdi…” dedi, ikinci kadın ise arkamızda oturuyormuş ve çok surat asıyormuş… İşte böyle bir kocaydı; karısından başka her kadınla, kızla ilgilenen biri…
28.  Pazarda alışverişe gideriz, ne giysilerle ya da yiyecekler ilgilenirdi; ama özellikle açık seçik, dar giyimli kadınları, kızları tepeden tırnağa süzmekten geri kalmazdı… Market alışverişinde de aynı; giyecek, yiyecek reyonlarına değil de kadınların-kızların vücut reyonlarına dalardı; onları dekoltelerine, vs…
29.  Bir keresinde yürüye yürüye eve dönüyoruz, (geçtiğimiz sokağı, köşeyi bile hatırlıyorum) bana öyle edepsiz bir lâf etti ki: “Benimle (cinsel manada) birlikte olduğunda mutlu sesler çıkarmıyorsun, benden tat alamıyorsan başkasını hayal etsene. O zaman daha çok ses çıkarırsın, ben de mutlu olurum…”
Bana, neye uğradığımı şaşırtan bir sözdü ve bunu da asla unutmayacağım…
30.  Küçük kızlarla yaşadığı ilişkilerden bahsetmekten, başka kadınları-kızları arzuladığını anlatmaktan çekinmeyen biriyle evliydim… Bir keresinde, hiç unutmam, televizyon dizisi seyrediyorduk; dizide birbirini seven iki genç vardı ancak çocuğun babası pisliğin tekiydi ve oğlunun sevdiği kızı kendine eş olarak aldı. Ondan nefret ettim ve “İnşallah kıza bir şey yapmaz…” dedim. Aldığım karşılık ise şuydu: “Niye yapmayacakmış, turşusunu mu kuracak!”
O an dizide rol yapan yaşlı adamdan çok eşimden nefret ettim, ondan bir kez daha tiksindim ve bu hâlâ değişmedi…
31.  Bu arada kayınvalidem ölüm döşeğine düştü. Kendisiyle görüşmüyorduk ama eşim ziyaretine gidiyordu. Bir keresinde eşimin telefonunda benim fotoğrafımı görmüş, tanıyamamış, “Bu kim?” diye sormuş, eşim ona “Tanımadın mı, gelinin…” deyince, “Çok, çok güzel…” demiş… Ölümün son anlarında benden gerçek anlamda olmasa bile, hâl ve hareketleriyle özür dilediğini söylemek isterim… Mekânı Cennet olsun… Ama yaşatılanlar unutulmuyor ama benim içim rahat, en azından kalp kırmadım, kul hakkı almadım…
32.  Geçen süreçte gebe kalmadım. Bu, boşanmak için bir kurtuluş fırsatı mıydı bilemem ama değerlendiremedim ve yedi yıl sonra gebe kaldım… Ne kadar dışarı çıksak burnumdan geliyordu; kendisinden yirmi yaş küçük kızlara bakıyor, öpüşenleri izliyor, kadınları-kızları gözleriyle yiyor, takip ediyordu. Yine hiç unutmam, fenalaştığım bir sırada beni alıp hastaneye götürdü, eve döndüğümüzde, gözlerini, apartman kapısını bize açan açık seçik genç kızdan hiç ayırmadı. “Karım gebedir, hastadır, ağrıdan kıvranıyordur, onu hemen eve götüreyim, sonuçta karnında benim çocuğumu taşıyor…” diye düşünmedi… Tabii, ben kimim ki!
33.  Gebeliğin etkisi, yaşanılanlar, acılar, kederler, derken artık dayanamadım ve eve her gelişinde ona nefret kusmaya başladım; ona her fırsatta bağırıyor, “Sen o.s.p.u düşkünü bir p.z.v.n.k.s.n!” diyordum. Yılların birikimini kusuyordum. “Defol git buradan, hayatımdan uzak dur, sen bana layık değilsin…” diye kızıyordum. Ama en büyük darbeyi henüz almamıştım; ne mi? Bana itiraf etti; itirafı sonucu öğrendim ki on yıllık kocam yirmi yıldır başka birini seviyordu…
34.  Geçirdiğim süreci şöyle bir gözden geçirdim ve çok önemli bir şeyi fark ettim; bana (sesim güzel olduğu için) sürekli söylettiği ayrılık şarkıları ve en önemlisi de sözlerin içinde âşık olduğu ve unutmadığı kızın isminin geçiyor oluşu… Bu kadar tesadüf bir arada olamazdı… Meğer bana şarkı söyleterek, gözlerimin içine bakarak, utanmadan, şerefsizce eski sevgilisini düşünmüş, onu hayal etmiş, onu arzulamış… Kim bilir, bana “başkasını hayal et…” diyen edepsiz, bana dokunurken kimi ya da kimleri hayal etti?
35.  Tabii yetmiyormuş bir de şu edepsizliği var; bir keresinde bebeğe atlet ve yazlık takımlar almıştı, atletlerden birinde yine sevgilisinin ismi geçiyordu. “Utanmıyor musun?” diye bağırdığımda, “Fark etmemişim…” dedi. Duy da inanma… Sonra ne yaptı dersiniz, aldığı bütün atletleri, yazlık takımı parçalamaya kalktı. Çünkü ne kendisine, ne de eskimeyen aşkına lâf söyletmiyordu. Katlanamıyordu buna. Hatta bu uğurda bebeğinin yanında bağırıp çağırıp evi terk etmeye bile kalktı. Küçücük bebeğin ağlaması bile umurunda değildi. Çünkü beni sevmediği benden yaptığı bebeğini de sevmiyordu…
36.  Yine hiç unutmuyorum; bebek büyüdükçe eski fotoğraflarına bakarım ara sıra. Yine bir keresinde eski fotoğraflara bakarken yanıma geldi ve benim iki dakikalık mutluluğumu zehirlemeyi başardı. Nasıl mı? Fotoğraflardan birinde bebek battaniyeye sarılıydı, battaniyede değişik harfler var. Nasıl olmuşsa fotoğrafın çekildiği sırada battaniyenin üstünde “onun unutamadığı sevgilisinin isminin baş harfi var”. O fotoğrafı görür görmez “Bu battaniye nerede, onu alıp koklamak istiyorum…” demeye başladı. Anladım tabii neden öyle dediğini… “Varlığın bana rahatsızlık veriyor,” dedim ve ekledim: “Fotoğraflara daha sonra bakarım, ben gidip yatıyorum…”
Hoşuna gitmedi tabii, “Sana rahatsızlık veren o varlığa s.ç.y.m” dedi. “Ne hâlin varsa gör…” dedim, çıktım…
37.  İşte böyle…

Yazdıklarım, buz dağının sadece görünen kısmı, yaşadıklarım çok daha derin…
Artık evliliğe, aşka, sadakate, erkeklere zerre güvenim kalmadı. Günün birinde karşıma mükemmel bir adam çıksa bile artık kimseye güvenim, itimadım yok… Öte yandan eşim artık evliya bile olsa, onu hayatımda istemiyorum…
-          Bana dokunsa, kendimi dövülüyor gibi hissediyorum!
-          Bana “çok şık olmuşsun…” dese, başka kadınlara da aynı şeyi söylediğini düşünüyorum!
-          Bana güzel baksa, o gözlerde kendimi kalabalık hissediyorum,
-          Bana “seni seviyorum” dese, o kalbin içinde kendimi kalabalık hissediyorum,
-          Güzelliğimden faydalanmasına, başarılarımdan pay çıkarmasına katlanamıyorum…
-          Sırf onu seviyorlar diye ailemden ve çevremdekilerden bile uzak duruyorum ve durmaya devam edeceğim çünkü beni yıllarca anlamazlıktan geldiler. Ben de onları görmezden geliyorum…

* * *

-          Evleneceğiniz insanı çok iyi seçin, asla acele etmeyin...
-          Her erkek der; “inançlı, temiz, kapalı bir kız arıyorum… Hep iyisini isterler ama sahip oldukları iyi kızın kıymetini bilmezler…
-          Onlar için her zaman başka kadınlar, kızlar önceliklidir, ama siz her zaman ona iyi bir eş olmak zorundasınızdır; onu her gün güler yüzle karşılamak ve önüne güzel yemekler pişirip koymak zorundasınız. Yatakta da onu memnun etmek zorundasınız çünkü onun kölesisiniz… Dayanamayıp ayrılmak isteseniz bile izin vermezler. Hele ki bir de benim ki gibi bir aileye sahipseniz… Ama etme bulma dünyası, size sebep olanlar, yarın aynı şeyi kendileri de yaşarlar. Ben bunun örneklerini gördüm, beni kınayanların aynı hataları yaptığını ya da boşanma noktasına geldiğini gördüm… İlâhî adalet!
-          Dikkatli olun; her “inançlıyım” diyene kanmayın. “Sen benim prensesimsin, seni saraylarda yaşatacağım…” diyerek iki odaya hapsedip mutluluğunuzu çalmalarına izin vermeyin. İki odada yaşanır, yaşanır da; içinde şiddet, sadakatsizlik, huzurluk, aldatılış varsa o ev size kabir olur...
Bir kadın her şartta bir adamla yaşayabilir, yaşadığı kadar eşine de mutluluk yaşatır, onu sever, kollar… Ancak kalbi kırılan, aldatılan, hor görülen, kandırılan bir kadından güler yüz beklemesin kimse; zira mutlu değilken nasıl gülsün yüzü, içindeki güzel duygular ölmüşken nasıl mutlu etsin seni, sen hayatı ona zehir ederken o nasıl sana ziyafet çeksin…
Eğer bir kadın gerçekten mutluysa, hayat arkadaşıyla bir kuru ekmeği seve seve paylaşır. Ama kıymeti bilinmeyen, pişirdiği beğenilmeyen, dövülen, hor görülen, aldatılan bir kadın, önüne hazineleri dizsen yine mutlu olamaz… Mutlu olmayan kadın, mutlu edemez…
Bu yazdıklarımı; özümsemeyen, dikkatli okumayan, en önemlisi de kadın ruhundan anlamayan bir erkek elbette ki karşı çıkacaktır. Ama benim buna da bir cevabım var;
-          Eğer bir erkek, hanım hanımcık karısının kıymetini bilmeyip başka kadınlara yöneliyorsa,
-          Kazancını evin dışına harcıyorsa,
-          Gözünün içine baka baka ona yalan söylüyorsa, yalan yere yemin ediyorsa,
-          Onun güzelliğini görmeyip başkalarına kapılıyorsa,
-          Özene bezene pişirdiği yemeği beğenmiyorsa, ona yemek saatlerini zehir ediyorsa,
-          Onu, başkalarının yanında incitiyorsa,
-          İçindeki güzel duyguları yavaş yavaş öldürüyor, kötüleştiriyorsa,
O kadından hayır beklememeli…

Evliliğim ve eşim, beni dışarıya yöneltti ve bana bir analiz yapma fırsatı verdi;
Kalabalık ortamlarda bulunarak erkekleri analiz ettim ve şu sonuca vardım;
-          Belli bir olgunluğa, maddi ve manevi eğitime erişmiş temiz yüzlü adamlar yanlarındaki kadınlardan, kızlardan başkasıyla ilgilenmiyor. Gayet görgülü, terbiyeli, sevecen ve ilgililer…
-          Serseri kılıklı, ne oturmayı ne kalkmayı bilen, nerede-nasıl davranacağını bilmeyen, dili ve konuşması bozuk, eğitimsiz, kültürsüz, ağzı küfür dolu erkeklerin ise yanlarındaki kadınlardan, kızlardan başka herkesle ilgilendiğini gördüm… Tıpkı benim eşim gibi…
Burada önemli bir nokta var; eğitimli olmak, üniversiteler bitirmek demek değildir. Kendini yetiştirmeyi bilen; her konuda bilgi sahibi olan, İNANÇLI, saygılı, gün görmüş bir adam, kadınının kıymetini bilir ve kendi de o kadından değer görür, sevgi görür, ona da kıymet verilir…
Öte yandan inançlı olmak da sadece namaz kılmak, oruç tutmak, baş kapatmakla olmaz. İnançlı insanın ibadeti de inancı da gizli olmalıdır. O ibadeti sen kullar için değil, Yüce Allah için yapıyorsun. “Duanın, ibadetin gizlisi makbuldür.” sözü de buradan gelir…
“İnançlıyım” diyene değil, inancını doğru yaşayıp belli etmeyene inanın,
“Eğitimliyim” diyene değil; konuşmasını, kalkmasını, oturmasını, sohbet etmesini bilene inanın…
Hz. Mevlana’nın dediği gibi; “Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün…”

Yazarın yorumu:

Buradan kızlara sesleniyorum;
Dünyadaki bütün erkekler aynı değildir. Kadınlar da aynı değildir. Eğer karşınıza gerçekten inançlı, ahlâklı, imanlı, dürüst, çalışkan, sevecen biri çıkarsa lütfen onun kıymetini bilin, lütfen…

Kız – erkek ayrımı yapmadan;
Hayatınıza ortak olarak gerçekten temiz, dürüst, inançlı, hoş görülü, sadakatli birini istiyorsanız, onu bulduğunuzda kıymetini bilin ki sizin de kıymetiniz bilinsin…

* * *

Ben bunları sabırla dinledim, şahitlik ettim, yazdım ve kendi adıma pek çok ders çıkardım, şimdi ders çıkarma sırası başkalarında…
Sevgiler,

Yasemin F. Kılıçaslan



6 Mayıs 2015 Çarşamba


NASİHAT


Hasbıhal… Diyaloglar…


Yaşı küçük ama yüreği kocaman; hayattan darbe almış, dünyadan nefret eden, yüreği kabarık; ancak çok değerli ve kıymetli bir insan… yasemin f. kılıçaslan

yasemin f. kılıçaslan

O: Nereden başlayacağımı bilemiyorum… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Çocukluğuna dair hatırladığın ya da unutamadığın en kötü anın olabilir…

O: Birkaç tane geliyor aklıma… İki arkadaşımın evimize benimle oynamak için geldiği zaman, içlerinde biri susamış, bende ona su almak için içeri girmiştim. Tam olarak hatırlamıyorum ama annem bir şey sinirliydi ve acısını benden çıkararak arkadaşıma götürdüm bir bardak suyu zehir etti. Suyu ağlayarak götürdüğüm zaman arkadaşımın ablası “Bak gördün mü çocuk senin yüzünden azar işitti” demişti… yasemin f. kılıçaslan

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Küçük kızıma biraz gergin olduğum zaman hafif sesimi yükseltiyorum ama isteyerek değil çünkü kalp kırmak bana göre değil; burada anlatmak istediğim, annemin bana “Sakın çocuğunuza bağırmayın, onu asla üzmeyin, ona çok iyi bakın…” demesi… Gülüyorum… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Neden? yasemin f. kılıçaslan

O: Neden? Güzel soru… Çünkü kendisi beni pek çok kez aşağılamış, küçümsemiş, beni diğer kardeşlerimden daha küçük görmüş -ki bunu çoğu kez hissettirdi; yukarıda Allah var!- başkalarının beni aşağılamasına müsaade etmiş bir insandır…

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Örneğin, birkaç kez bana kız kardeşimin –özellikle liseye giderken- pek çok hayranı olduğundan bahsetmişti. Zaten onun güzelliğini över dururdu hep… Liseyi bitirdikten sonra bir gün sohbet ediyoruz. Ben; anne kız güzelce, arkadaşça sohbet ederiz diye düşünerek “Biliyor musun, sınıfımın bulunduğu katın duvarına biri benim adıma ilân-ı aşk etmişti, yine servisi beklediğim yerde de adıma “Seni seviyorum…” yazıları görmüştüm ve duvarlarda, başka yerlerde… Hatta bir gün okula giderken yolumda güller bulmuştum… Annemin karşılığı ne oldu ne dersin? yasemin f. kılıçaslan

BEN: Nedir? yasemin f. kılıçaslan

O: “Sen yanlış anlamışsındır, onlar senin için değildir…” Evet… Doğru; çünkü ben kimsenin beğenmeyeceği, hayranlık duymayacağı bir kız idim… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Öyle olduğunu sanmıyorum, sen çok güzelsin! yasemin f. kılıçaslan

O: Dünyaya göre öyle, aileme göre değil… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Dünya daha kalabalık… J yasemin f. kılıçaslan

O: J yasemin f. kılıçaslan

BEN: Peki, ya ailen konusunda yanılıyorsan? yasemin f. kılıçaslan

O: Aptal değilim; yaşadıklarım, gördüklerim, duyduklarım ve hissettiklerim bana yeterli kanıt oldu…

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Hani derler ya anlatılmaz, yaşanır… Ben ne yaşadığımı biliyorum ama böyle anlatınca, inanılması güç geliyor hâliyle… yasemin f. kılıçaslan

 Bir örnek daha vereyim; yine genç kızlık dönemimde babam bana “Seni şu ailenin kızıyla değiştirelim!” demişti. Güldüm; aile dostumuzun kızını bende çok seviyordum. Sonra dedi ki “Ama onun ailesi seni ister mi bilemem…” yasemin f. kılıçaslan

BEN: Yorumsuz… yasemin f. kılıçaslan

O: Başkaların çocukları her zaman daha değerli oldu onlar için; hiç unutmuyorum kız kardeşim çalıştığı şirketin sahibinin oğlu hakkında konuşuyordu; çocuk benden 1–2 yaş küçüktü. Ama öyle akıllı öyle şahane bir çocukmuş ki sınıfı asla takdirsiz geçmezmiş…

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Lâfı uzatmayacağım… Çocuk bizim liseye başladı; ara sıra karşılaşıp konuşuyoruz böyle. Sınıfta kaldığını duydum, şaşırdım. Onunla aynı sınıfta okuyan bir arkadaşım dedi ki “Ne sanıyordun, bu, ortaokulu bile zor bitirdi, hiç zayıfsız geçmezdi ki…

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: O an şunu anladım; bu çocuk okul konusunda başarısız olabilir ama “olumsuz yanını dışarı vurmayan, onu deşifre etmeyen, daha da onu iyi ve başarılı gösteren, kısaca onu çok seven ve sahiplenen bir aileye sahipti. Bense… yasemin f. kılıçaslan

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Her insan, her genç kız gibi benimde çok yanlışım oldu ama onların eleştiri anlayışı hep hakaret şeklindeydi. Bir annenin kızına açık seçik küfür, hakaret ettiği görülmüş şey midir? Ben böyle şeyleri filmlerdeki kötü karakterlerde gördüm… Yanlışlarım oldu ama hiçbir zaman aşağılık işlere bulaşmadım, kimsenin hakkında kötü konuşmadım, ne olursa olsun dine yönelmeye çalıştım, çabaladım durdum, kendimi bulmaya çalıştım ama en ufak yanlışımda “Seni bu yanlışa iten sebep neydi?” sorusu yerine, “Sen şöylesin, böylesin…” hakaretlerine maruz kaldım… Adalet bu muydu?

BEN: Eleştiri iki türlüdür: “Olumlu Eleştiri - Olumsuz Eleştiri” yasemin f. kılıçaslan

Ancak çoğu insan eleştirinin ne olduğunu bilmez, zannederler ki bir insanın yanlışını yüzüne vurmak, ya da yaptığı işi kötülemek… Asla! Mesela bir resim yaparsın ama ufak bir hata yapmışsındır. Ne olabilir bu? Yerde karlar varken ağaçlarda çiçekler açmıştır. Yani bir tezatlık söz konusudur… Ama bunu uygun bir dille anlatırsın… Yanlışlara gelince; insanlar birbirlerinin açığını yakalamaya çalışır durur, dünya böyledir. Sanırım senin ki de bundan ibaret… yasemin f. kılıçaslan

O: Kesinlikle öyle; çevrem ne yazık ki böyle insanlarla doluydu ki hâlâ öyle; insanlar dünyanın her yerinde aynı; nereye gidersen git karşısına hep böyle tipler çıkıyor. Bendeki de şans işte…

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Yeteneklerimi sorguladım; neler yapabilirim, ne gibi becerilerim var diye kendime sordum, farklı alanlarda kendimi denemek istedim. Bir gün olsun bana “Kızım, sen neler yapıyorsun, isteklerin, hayallerin nedir, nasıl bir okula gitmek istersin?” gibi sorular soran, beni geleceğe hazırlayan, benimle arkadaşlık eden bir ailem olmadı. Ama zayıf getirdiğim zaman ya da sınavda barajı aşamadığım zaman çok güzel hakaret etmeyi bilen bir babaya sahiptim… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Mesela? yasemin f. kılıçaslan

O: Mesela resim yapayım dedim; annem hemen karşı çıktı; ressamlar para kazanamıyor, ucuz bir iş, vasat bir meslek… Ama şimdi bir yakınım resme başladı ve onları el üstünde tutuyor, işte evlat kayırmaya bir örnek daha… Diyorum ya ne yaşadığımı bir ben biliyorum birde Allah!

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Neye el attıysam başarılı oldum ama kendimi gösteremedim. Her zaman bir şeyleri ertelemek zorunda kaldım, buna mecbur edildim ama en kötüsü ise güvendiğim dağlara kar yağmasıydı…

BEN: Nasıl yani? yasemin f. kılıçaslan

O: Bırak bende kalsın! yasemin f. kılıçaslan

BEN: Saygı duyuyorum! yasemin f. kılıçaslan

O: Ne inancımı beğendirebildim, ne de yaptığım işi beğendirebildim… Yaptığımı işi takdir etmek şöyle dursun, daha da küçümseyerek egolarını tatmin etmeye çalışıyorlardı. Sadece aile içinde değil, aileye dışarıdan katılanlarda aynıydı… –Tövbe Hâşâ- “Ben Allah’a inanmıyorum” diyen ve hiç sevmediğim bir adam kalkmış benim inancımı sorguluyordu. Yine –Tövbe Hâşâ- “Benim Allah’ım rakımdır” diyen insan tanıdım. Kim oluyorlardı da benimle bu şekilde konuşabiliyorlardı. Ne hakla, ne cüretle, kendilerini ne sanıyorlardı! Konuşurlardı tabii, çünkü ben de hep sahipsizdim! yasemin f. kılıçaslan

BEN: Hayır, asla sahipsiz değilsin. Hepimizin yegâne sahibi Allah’tır. Sen kendi kendine sahip çıkacaksın; karakterine, namusuna, bedenine, ahlâkına, imanına, vs… Eğer başkaları sana haksızlık ediyorsa kendini “sen” savunacaksın; bir başkasının seni savunmasını beklemeyeceksin… Herkes kendinden sorumludur; herkesin ameli kendinedir… Bırak kendileriyle baş başa kalsınlar, hiç kimseye mecbur ya da bağlı değilsin. Aile demek; ömür boyu sana karışmaları, müdahale etmeleri, tek doğrunun kendilerinde toplandığı yanılgısıyla seni her konuda acımasızca eleştirebilecekleri demek değildir! Doğarsın, çocuk olursun, büyürsün, kendi ayakların üstünde durursun, evlenirsin, çocuk doğurursun ve çocuğunu büyütürsün ama nasıl? Kendi hayatından vazgeçerek değil; ona konuşmayı öğretirsin, eğriyi doğruyu öğretirsin, dinini öğretirsin, sağlıklı yaşamayı öğretirsin, ona yardımcı ve destek olursun ama bunları yaparken onun “kendini bulması, karakterinin oturması, ne istediğini bilen bir birey olması” için de bir yerde yalnız bırakırsın ki; kendi kendine bir şeyler yapabilmeli, kendine güvenebilmeli, her düştüğünde seni aramamalı… yasemin f. kılıçaslan

O: Hislerime tercüman oldun… Çünkü ben bu dediklerinin hiç birini yaşayamadım; ne çocukluğumda ne gençliğimde… Evliyim, bir kızım var ama bana hâlâ hükmetmeye çalışan bir annem var.

Hıh… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Ne oldu? yasemin f. kılıçaslan

O: Aklıma bir şey geldi de… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Benimle paylaşır mısın? yasemin f. kılıçaslan

O: Güzel etkinlikler düzenleyen kıymetli bir dostum var, bizi de her zaman çağırır ama eşimin öyle sosyal ortamlarda, sözün kısası o taraklarda bezi yoktur. Bir gün anneme “Ya güzel bir etkinlik var ama gidemedim, keşke eşimi beklemek yerine yalnız gitseydim. O zaman etkinliği kaçırmazdım!” dedim ve dedim diyeceğime bin pişman oldum… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Neden? yasemin f. kılıçaslan

O: Annem dedi ki: Gitme zaten, o adam dul…  yasemin f. kılıçaslan

BEN: Ne! yasemin f. kılıçaslan

O: Kendini dünyaya kapatan; dünyaya, gelişmeye, yeni insanlar tanımaya tümüyle karşı bir anneye sahibim ve Allah şahidimdir onunla bir arada olmak, beni gerçekten sıkıyor çünkü sosyal olmak istiyorum; yeni insanlar tanımak, şöyle kaliteli çevreler edinmek… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Çok haklısın. İnsanın insana ihtiyacı vardır! yasemin f. kılıçaslan

O: Evet, ama ben kendimi bildim bileli hep yalnız oldum; yalnızlığa alıştırıldım. Arkadaş, dost edinemedim, edindiğimde de onlardan uzak kaldım. Issız bir yerde yaşamaya mahkûm ettiler; ne konuşabileceğin kimsem vardı, ne de dertleşebileceğim… Oysa doktor demişti ki “Konuş… Yanında konuşacak kimsen olmasa bile ağaçlarla konuş, asla içinde tutma hiçbir şeyi… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Doğru demiş; konuşmak insanı rahatlatır. “Bin bilsen de bir bilene danış…” demişler. Konuşmak, bir şeyleri paylaşmak; bilgi alışverişinde bulunmak… Konuşursun; acıların azalır, kalbe ferahlık verir ya da mutluluğunu paylaşırsın… Sürekli evde oturmak insanı sıkar, boş duranı Allah sevmediği gibi Melun da bu kimseyle fazlaca uğraşır… Belki annenin durumu da böyledir. Yalnız kaldığı için böyle hissediyordur… Kimseye güvenmemesi, kendi güvensizliğinden kaynaklanıyor olabilir. Bence bunun özüne inmek gerek… yasemin f. kılıçaslan

O: Ben annemle çok konuşmaya çalıştım ama yararsız… Sürekli “Sen ne yaşadın ki benim yaşadıklarımın yanında; ben aldatıldım, dövüldüm, sövüldüm, elimden tutan olmadı…” diyerek kafamı yedi durdu yıllarca… En çok da “Elimden tutan olmadı!” sözüne kızıyorum. Niye hep başkalarından medet ummuş ki; insan kendi kendine var olabilmeyi bilmeli… Küçük bir gençlik hatası yapmışsa, bunu bana ödetmeye hakkı yok ki! yasemin f. kılıçaslan

BEN: Evet, çok doğru!  Ancak şurada unutulmaması gereken bir madde var; her insan senin gibi düşünmez… Seni ele alalım; başından türlü olumsuzluklar geçmiş ama sen ne inancını yitirmişsin ne de insanlığını… Tamam, yanlışların olmuş ama bu yanlışlardan yola çıkarak doğruyu bulmayı da başarmışsın. Bunu herkes başaramaz. Annene gelince; anladığım kadarıyla kendi kendine var olabileceğine inanmamış ya da bir şeyleri başarabileceğine; belki inancı yüzünden böyle hareket etmişti, belki de koca dayağını, dışarıdaki mücadeleye tercih etmişti…

O: Şurası kesin ki benim çocukluğumu ve gençliğimi yediler… Bir söz duymuştum; aile hayatın iyi gitmemişse, evlilik hayatında iyi gitmiyor… Yanlışlarımdan biri de evlenmek için seçtiğim erkekti; inançlı biri olduğunu sanıp, güvenip, her şeyi göze alarak evlendiğim insan; sadece kadının başını kapatmayla Cennet’e gideceğini düşünen, karısına evde bikini giydirirken, dışarıda pantolon bile giymemesi için kalbini kıran; karısının güzelliğinden yararlanırken bununla yetinmeyip başka kadınlara, kızlara sulanan, hatta akrabalarına bile… Kadın, dayanamayıp ayrılma kararı aldığında “Neyse, bende bir akrabama evlenme teklifi götürmeyi düşünüyorum!” diyen, yeniden bir araya geldiklerinde de yine bildiğini okuyan, değişmeyen bir erkekti… Ama bana bunları yaşatırken başkalarının kalbini kazanmayı iyi biliyordu… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Ne gibi? yasemin f. kılıçaslan

O: Bana “aslan gibi” kocan var, maşallah, bir sene motosikletle, ertesi sene arabayla seyahat eden biri… Maşallahı var, şusu var, busu var diye diye canımı yediler… Tabii muhteşem kocam motosikletleri, arabaları ya da evleri tek başına aldı, karısı ona hiç ama hiç destek olmadı… Bir kere o motosikleti alabilmek için ben; “yazın bile üşüdüğüm, kışın iltihaplandığım” kutu gibi bir eve razı oldum bu 1, daha iyi evde oturabilirdim ama başka kadınlar gibi davranıp “Ben en iyisine layığım” demedim, en iyisine layık olduğumu bildiğim hâlde bu da 2; 3. kışın o evde karnımın her yanını iltihap kapladı ve bir sabah “o muhteşem eşimi” işe uğurlarken “Beni böyle nasıl bırakabiliyorsun!” dediğimde, bana “Can sıkıyorsun!” deyip arkasına bile bakmadan giden bir erkekle evliydim. tabii kocamın ASLAN'lığı bununla da bitmiyor; örneğin geçtiğimiz günlerde (kırk yılın başında) kütüphane almak için alışverişe çıktık. Ben mobilyalara bakıyorum, o ise mini etekli, çirkin suratlı, sevgiliyle öpüşüp duran rezile bakıyor... Bu zaten her zaman böyleydi; bir yere oturmaya gideriz; benimle ilgilenmek, sohbet etmek şöyle dursun, tutar öpüşen sevgililere bakar, kendisinden yirmi yaş küçük ergenleri gözleriyle takip ederek taciz eder... Ne evlilik ama... "Gel, oturup sohbet edelim!" derim, "Ya bugün kimseyle konuşmadın galiba, canın konuşacak birilerini mi arıyor!" der... Bu mudur yani evlilik; sus pus oturacaksın, hiç bir şey yapmayacaksın; ne emek, ne fedakârlık, ne sevgi, ne sohbet, ne sadakat... Alın size Müslüman, alın size “aslan gibi koca…” ama benim gözümde değil; bana göre öyleleri ancak leş yiyiciler olabilir… Affedersin! yasemin f. kılıçaslan

BEN: … yasemin f. kılıçaslan

O: Evime sadık kaldım; süsünde püsünde, gezmesinde bir kadın olmadım. Bir gün arabada şoför koltuğunun yanına oturdum diye lâf işitirken kendisi bayan arkadaşlarını öne oturtuyordu…

BEN: Anlıyorum! yasemin f. kılıçaslan

O: Bir gün tatile çıktığımız zaman kızımı yıkayıp temiz giysiler giydirmiştim. Babasına göstermek için balkona çıkarttım ve seslendim; “bulunduğun yerden balkonu görebiliyor musun?” dedim, oradan bacanağı hemen lâfa atıldı; “Rahat bırak şu adamı, bari tatilde rahat bırak, ne o ikide bir sesleniyorsun, her seslendiğinde cevap mı verecek sana!” yasemin f. kılıçaslan

İşte karşınızda ailem ve aileme giren ve asla hayatımda yer almasını istemediğim; insana saygı duymayan, patavatsız kişiler… Tabii o zaman “muhteşem kocam” da sesini çıkarmadı; çünkü bana hakaret edilmesinden oldum olası hoşlanan biriydi… Acaba diyorum insanların bu kadar düşmanlıklarını ya da saygısızlıklarını hak edecek ne yaptım ve aklıma bir şey gelmiyor... Ancak bildiğim büyük bir gerçek var; ben bu erkeği sevemiyorum ve artık öyle bir hâldeyim ki onu sevenlerden, övenlerden de uzak duruyorum. Çünkü onu seven, beni sevmiyor demektir ve benim, beni sevmeyenle işim olmaz… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Sevmek çok geniş bir kavramdır; “Yaratılanı sev, Yaradan’dan ötürü…”

O: Ama içimde iyiye dair bir şey kalmadı ki; hayaller, iyi duygular, sevgi… Hepsi öldü…

BEN: Böyle düşünmekte çok haklısın. Ama yeniden diriltebilirsin… yasemin f. kılıçaslan

O: Diriltecek birisine ihtiyacım var… Artık yoruldum… yasemin f. kılıçaslan

BEN: Bak, bu yaşına kadar pes etmediysen, yine pes etme. Hayat daha bitmedi. Saçındaki kırları görme ya da onları Allah’ın nuru olarak gör. Allah’a sığın; o, sana yeter. Hepimize yeter! Yönün daima kıbleye olsun. Sana değer vermiyorlar mı, bırak kendi değerleriyle kalsınlar. Belli zamanlarda bir araya geliyorsanız, geçmiş olumsuzlukları hiç yaşanmamış kabul et; onları görme, duyma hatta gerekiyorsa muhatap olma ya da hiç olmadı, al karşına konuş… yasemin f. kılıçaslan

O: İçimden gelmiyor… Beni anlamayanla konuşamam, tükettiğim nefese yazık!

BEN: Seni anlayan birileri elbet vardır. Eğer yok ise de üzülme; koy alnını secdeye, et duanı… Gerisini Rabbimize bırak… O, her şeyin iyisini, doğrusunu bilendir… yasemin f. kılıçaslan

O: Öyle ama bazen kıldığım namazdan bile bir şey anlayamıyorum! yasemin f. kılıçaslan

BEN: Olabilir… Şunu sakın unutma; namaz, Allah’la konuşmak demektir. Onunla konuştuğunu düşünerek ve de sûrelerin, duaların anlamlarını öğrenerek kılmaya çalış. İşte o zaman tamamlanırsın… Kıyamda, rükûda ve secdede ne söylediğini bilirsin… Doktorlardan, ilâçlardan ya da başkalarından medet ummak yerine Allah’a sığın… Önüne takılan engelleri bir bir ayıkla ve sosyal ol. Asla yalnızlığa kapılma; spor yap, yürüyüş yap, sözüne ettiğin etkinliklere katıl; kimsenin sana mani olmasına izin verme. Belki bu yaşına kadar bulamadın ama bu, bundan sonra da yalnız kalacağın, üzüleceğin, kırılacağın, aşağılanacağın ya da bir dost bulamayacağın anlamına gelmiyor… Daha önce de söylediğim gibi hayat daha bitmedi; eğer bitti dersek, pes etmişiz demektir…

O: Gerçekten sağ ol… yasemin f. kılıçaslan