İçerik: 1.Seyahat Fotoğrafları 2.Seyahat Notları 3. Sonsuz Amor Adlı Roman Serisi'ne ait Kitaplar 4. Kitaplar Hakkında Detaylı Bilgiler 5. Kitapta Yer Alan Kahramanlara Ait Tanıtımlar 6. Yazara Ait Şiirler 7. Yazara Ait Deneme Yazıları 8. Sinema Dünyası 9. Png Uzantılı Resimler 10. Gif Uzantılı Resimler 11. Art 12. Sağlık Notları 13. Bakım Tüyoları
29 Nisan 2016 Cuma
FİNİKE - ANTALYA
Etiketler:
Akdeniz,
Antalya,
Antalya finike,
Finike,
finike denizi,
finike limanı,
FOTOĞRAF GALERİSİ,
gezi,
ilkbahar,
liman,
masaüstü resimleri,
mavi deniz,
ödüllü fotoğraflar,
seyahat,
sonbahar,
summer,
tatil,
yaz
MEZİYETSİZ ÜNLÜLER YAZIMA İTHAF EDİYORUM: "Büyük Beyinler, Orta Beyinler, Küçük Beyinler..."
Yerden göğe kadar doğru bir söz;
Büyük beyinler fikirleri, orta beyinler
olayları, küçük beyinler ise kişileri konuşur...
Söz, Hyman G. Rickover'a ait olup benimde benimsediğim, altında derin manalar
yatan ve asla boşa söylenmemiş bir sözdür...
* * *
"Büyük insanlar (beyinler) fikirlerle
uğraşır."
Bana göre; beyin jimnastiği yapan, fikir
üreten, boş konuşmayan ve toplumda saygın bir statü edinebilen kimselerdir...
* * *
"Orta insanlar (beyinler) olaylarla
uğraşır."
Bana göre; özellikle haberleri ve olayları
takip eden, yorumlayan, analiz yetisine sahip, mantıklı ve başkalarının
hayatına saygılı kimselerdir... Hepsi değil tabii...
* * *
Ve, en sık karşılaştığım insan türü:
"Küçük insanlar (beyinler) insanlarla
uğraşır."
Bana göre; başkaları hakkında dedikodu -
gıybet yapan, başkalarını çekiştiren, onların zayıf noktasını - ayıbını
bulmaya çalışan kıskanç, kişiliksiz, şeref yoksunu, cahil, inançsız ve
kararmış kalbe sahip kimseler...
* * *
Okuyan, eğitim ve kültür düzeyini yükselten, boş durmayan (ki boş duranı Allah
sevmez ve boş duranı şeytan doldurur), evvel kendisi ve ailesi, bilâhare toplum
adına faydalı işlerde bulunan, çalışkan, dürüst, seviyeli, insana değer veren,
temiz yürekli insanlar ile karşılaşmak ve sapık ruhlu, iftiracı, dedikoducu,
gammaz, fitne fücur, imansız, kalbini her an zehirleyen, kendine ve topluma
zarar veren kimselerin de yakınımızdan bile geçmemeleri dileğiyle...
MEZİYETSİZ ÜNLÜLER
MEZİYETSİZ ÜNLÜLER
Geçenlerde
instagram sayfamda takip ettiğim değerli bir sanatçının paylaştığı bir program
fotoğrafının altında yazan haksız yorumlar dikkatimi çekti. Sanatçı, sunuculuk
yaptığı programın yayın saatini bildiren bir fotoğraf paylaşmış. Ama altındaki
yorumlara bakılırsa bu adam “işini yapmıyor, yaptığı tek şey gündemden uzak
durmak, şehitlere saygı duymamak, günlerini eğlence programlarıyla sürdürmek,
vs…”
Ki
bu ne ki ünlülerin kullandıkları sosyal medyanın neredeyse tamamı böyle
edepsizlerle dolu. Çok görüyorum; sürekli kıskanç yorumlar, hakaret ihtiva eden
yorumlar, saygısız yorumlar…
Ne takdir var,
ne saygı, ne başarı dileme. Bolca hakaret ve küfür var…
Bu
nedir Allah aşkına? İnsanlara karşı bu kadar acımasız, saygısız ve rezilce
yaklaşmanın manası nedir? Kıskançlık mı, çekememe mi, dikkat çekmek mi, ya da
böyle davranarak keşfedilme arzusu mu? İnsanları, bilhassa gençleri ve
çocukları bu kadar rezilleştiren, ağızlarını bozmalarına neden olan, günlerinin
yarısından fazlasını akıllı telefonlarla, tabletle geçirmek suretiyle sürekli
başkalarını takip ederek onları taciz etmelerine sebep olan nedir?
Gündemi
unutmamak, haberlere üzülmek, sadece sosyal medyada paylaşılan 1-2 fotoğraf ile
mi ifade ediliyor. Sanatçı, o gün programını yapmakla, bunu duyurmakla gündeme
saygısızlık mı etmiş oluyor? Asla…
O
sosyal medyada siyasi fotoğraflar paylaşan, milliyetçi görünen insanlar her
Allah’ın günü nasıl işlerine gitmek zorundalar, bu adamlar da işlerini yapmakla
yükümlüdürler. Bir insanın işini yapması, o kişinin şehitlere üzülmediğini
göstermez. Kimsenin kimseden bir farkı yok. Herkes kendi işinin, kendi
ekmeğinin derdinde… Siz nasıl sabah erkenden kalkıp mesaiye yetişmek ve bir kaç
kuruş para kanabilmek için çırpınıyorsanız onlar da aynı şekilde işlerini
yapıyorlar…
Sırf ünlüler, zorluklara
göğüs geriyorlar, hakaretlere cevap vermiyorlar diye saygısızca, rezilce üstlerine
gitmek ne demek ya! Sevmediğiniz ünlüyü takip etmeniz bile yeterince anlamsız.
Onları ne kadar tanıyorsunuz ki telefonunuzu her elinize aldığınızda paylaşılan
fotoğrafın altına saygısız, terbiyesiz yorumlar yapabiliyorsunuz, üstelik
kimliğinizi saklayarak… İnsanlardan sakladığınız o kimliği Allah bilmiyor mu,
görmüyor mu?
Bunu yapan
insanların hiç mi işleri güçleri yok, hiç mi Allah korkuları yok, hiç mi insana
saygı duyguları yok? Bu kadar mı boş bu insanlar. “Boş insanı şeytan doldurur…”
demişler. Ne kadar da doğru bir söz…
Ünlüler;
Kısa boylu olur,
CÜCE derler…
Uzun boylu
olur, ZÜRAFA derler…
Kilolu olur,
ŞİŞKO derler…
Zayıf olur,
KEMİK TORBASI derler…
Saçının
rengini ya da şeklini değiştirir, ÖZENTİCİ derler…
Tabii canım,
ünlülerin fiziksel özelliklerinden başka hiçbir özellikleri yok. Hepsi de
meziyetsiz kimseler; yetenekleri yok, yaptıkları işin bir önemi yok,
eğitimlerinin, yardımlarının, başardığı işlerin, üstesinden geldiği
zorlukların, geldikleri yerin hiçbir değeri, manası yok… Bu mudur yani?
Toplumda,
bilhassa yeni nesilde böyle saplantılık söz konusu; insanlara karşı öyle ön
yargılılar ki onların iyi özelliklerini, yeteneklerini, başarılarını görmezden
geliyorlar. Kendilerini strateji oyunlarına, abuk sabuk televizyon dizilerine,
programlarına kaptırmış, gece yarılarına kadar oturan, uyumayan ve bol bol
küfreden asabî bir gençlik… Ama bir grup genç de var ki onlara hayran olmamak
elde değil; saygılı, hissî, insana değer veren, sadece sevdikleri ünlüleri
takibe alan, ağızlarında asla küfür olmayan, inançlı ve ahlâklı gençler… Böyle
gençlerin artması dileğiyle…
İnsanlara,
yaptıkları işe saygı duymak zorundayız. Sevmesek bile onları incitecek kötü lâflardan
sakınmalıyız. Hiç birimizin haddi değil, insanları yaptıkları işlerinden ötürü
ya da yaşam biçimlerinden ötürü yargılamak. Biz bu değiliz. İnsanlık bu
değildir. İnanç bu değildir…
“Yaratılanı
sev, Yaratandan ötürü…”
Eskiden sosyal
medya yoktu. Şimdi var ve hemen hemen herkes kullanıyor ama insanları, bilhassa
ünlü kimseleri, bu tarz sosyal medyalarını kullandıklarına pişman etmemek
gerekir. Birini sevmeyebilirsiniz. Sevmek zorunda da değilsiniz. Zira ‘yaratılanı
sev yaratandan ötürü’ sözünü özümsemek, her yiğidin harcı değildir. Bunun için
gerçekten inançlı, imanlı bir yürek gerekir…
Ancak
sevmediğiniz bir insanın özel sayfasına küfürler yağdırmak, onun yaptığı işe ya
da özel hayatına, aşk seçimlerine, arkadaşlık ilişkilerine lâf söylemek,
bunlara karışmak kimsenin haddi değildir. Birini tasvip etmiyorsanız zaten o
kişiyi takip etmeniz de anlamsızdır. Kendimden örnek vereyim; şarkılarını
dinlemediğim, filmlerini seyretmediğim, kitaplarını asla okumadığım insanlar
var, ama… ama yaptıkları işe, yeteneklerine, her şeyden önce insanlıklarına
saygım var ve bu saygıyı yitirmeye hiç niyetim yok. Çünkü ortada verilmiş büyük
bir emek var ve emeğin değerini, emek vermesini bilenler anlar… Ne onlar benden
üstün, ne ben onlardan. Hepimiz bu dünyada eşitiz. Sadece yaptığımız işler
farklı, inançlarımız farklı, yeteneklerimiz farklı, hayat görüşlerimiz farklı…
Ayrıca insanı
bir başka insandan üstün yapan yegâne özellik, TAKVA’DIR. İşte bu yüzden kimse
kimseden üstün değildir. İnsanlar birbirlerinden yalnızca TAKVA olarak üstün
olabilirler. Bu, hayatın en büyük gerçeklerinden bir tanesidir…
İnsanları,
bilhassa ünlüleri eleştirmeye kalkarken yazacağınız yazıların, yorumların içine
biraz da yüreğinizi katın. Onları sadece televizyonlardan, konserlerden, şov
programlarından, galalardan, vs görerek onları tanıdığınızı sanmayın. Onlar bir
taş, bir robot olarak görmeyin. Sizin, eleştiri adı altında yazdığınız olumsuz,
karamsar, kıskançlık içeren o saçma yorumlar gün gelir size döner, ama bu dünyada
ama ebedî dünyada…
Sevgiler,
Yasemin F. Kılıçaslan
Etiketler:
ELEŞTİREL YAZILARIM,
facebook,
hakaret,
inançsızlık,
instagram,
küfür,
meziyet,
program,
saygısızlık,
sosyal medya,
şöhret,
takip,
takipçi,
terbiyesizlik,
twitter,
ünlüler,
yetenek
BANA, MEYHANE ARKADAŞI MUAMELESİ YAPAN BİR KOCAM VARDI!
NASİHAT (2)
Mutlaka Okuyun. Uydurma bir hikâye değil, tamamen gerçektir.
Ben dinledim, yazdım ve rica üzerine isim belirtmeden paylaşıyorum. Allah o kadına
sabır, dirayet, güç, kuvvet versin…
…
BANA, MEYHANE ARKADAŞI MUAMELESİ YAPAN BİR KOCAM VARDI!
1. 21 yaşındaydım…
Onunla internette tanıştık, ilk dakikadan başlayarak telefon aracılığıyla flört
etmeye başladık. Ayrı şehirlerdeydik…
2. İnançlı, temiz bir
çevreden olduğunu söyledi. “Yapmam, istemem…” dediğim hâlde kapanmamı,
çevresindeki herkesin inançlı, imanlı ve kapalı olduğunu söyledi…
3. Ona inandım,
kapanmak ve dine yönelmek bana cazip geldi; çünkü ortaokullu yıllarımdan beri
“inançlı, dürüst, beraber namaz kılabileceğim, güvenebileceğim” bir eş için dua
edip durdum…
4. Beni görmeye geldi,
görüştük, ancak onu hiç sevmediğimi fark ettim. Sadece güven duyduğum ve
dürüstlüğüne inandığım için birlikteliğimi devam ettirdim…
5. Aradan üç ay geçti.
Sevgililer gününde çiçek ve çikolata alıp çıkageldi, fakat babam onu eve kabul
etmeyerek beni, annemi ve hatta onu dövdü…
6. Kendi şehrine gitti
yeniden. Babam ise evde ben yokmuşum gibi davranmaya başladı. Gecem gündüzüm
korku içinde, huzursuz geçiyordu. Saçlarımda ilk defa beyaz bir tel çıkmıştı…
7. Kendimi doğru
düzgün derslerime veremiyordum…
8. Konuştuk ve kaçmaya
karar verdik. Geldi ve beni kaçırdı…
9. Evlerine vardığımda
annesinin burun kıvırdığını gördüm, küçük görümcemin de… Ağabeyleri ve büyük
yengesi dışında yüzüme gülen olmadı…
10. Dini nikâh kıydık. Görümcem, başıma örtmem
için güzel bir örtü verdi…
11. Evde kayınvalidem, kayınpederim ve
görümcemle kalmaya başladık. Sonra onlar kendi evlerine geçtiler…
12. Yatalak kayın pederim, o hâliyle bana
kayınvalidemden daha cana yakın davranıyordu, beni sahiplenmişti. O hâliyle
evime gelir, benimle sıkça sohbet eder, güzel nasihatlerde bulunurdu. (Mekânı
Cennet olsun. Âmin!)… Kayınvalidem ise beni sevmediğini, beğenmediğini,
istemediğini her fırsatta belli ederdi. Bir gün bana durduk yere “Sen benim
oğlumu elimden aldın!” dedi. Ben ise ona “Hayır, aksine sen bir kız evlat
kazandın!” dedim. Ama nafile… Ne desem, ne yapsam boştu…
13. Her işime karışır, hayatıma hükmetmeye
çalışırlardı. İzin vermeyince benden uzak durmaya başladılar. Ben de onlardan…
14. Türkçe bilmelerine rağmen yanımda Kürtçe
konuşurlardı. Hiç anlamazdım. Bir keresinde önüme çay koydular, öğrendiğim için
Kürtçe teşekkür ettim, görümcemin gözleri kocaman oldu, “sen Kürtçe anlıyor
musun?” diye sordu, öylesine “Evet!” çıktı ağzımdan, yüzleri sapsarı oldu
hepsinin de. Demek ki yanımda, hakkımda konuşuyorlardı…
15. Eşimin, ilk tanıştığımızda bana “Bizler
inançlı, dürüst, zengin insanlarız…” dediğini hatırlıyordum sürekli ama
- Zengin
değillerdi. (Asla problem değil…)
- İnançlı
görünüp, başkalarının arkasından konuşmaktan, kalp kırmaktan, hatta hakaret
etmekten çekinmezlerdi.
- Bir keresinde büyük eltim
“Kürtlerden, Türklerle evlenen çok, biz Kürtler siz Türkleri s…yoruz…” diye
terbiyesizce lâf etti. Karşılık veremedim… Düşündüm: "Bunu söyleyen asla
Kürt olamaz, benim din kardeşim olamaz..."
Zaten ulu orta
her yerde herkesin içinde cinsel şakalar yapardı. Eğlence anlayışı buydu. Bu
yüzden uzak durmaya özen gösteriyordum. Doğup büyüdüğüm çevrede de (Hangi
bölgeden, şehirden olursa olsun) cinsel şakalar yapan, ağza alınmayacak lâflar
eden insanlardan daima uzak durdum…
16. Babam kalp krizi geçirdi. Üzüldüm, ağladım
ama bir ufak teselli görmedim. Tam aksine kaynanam karşıma geçip gözlerini
kaçırdı… Bunu unutmuyorum…
17. Bana sürekli başka kızlardan bahsederdi.
Güya oğluna kapalı bir kız almak istemiş. Ama falan yerde öyle güzel bir kız
varmış ki başlık parasında anlaşamamış, şayet anlaşsaymış açık seçik demeden o
kızı alacakmış… Bunun gibi bir süre şey…
18. Eve gelen misafirler olsun, akrabalar
olsun beni çok sever ve beğendiklerini dile getirirlerdi. Kaynanamın hemen yüzü
eğilirdi…
19. Sinir ya da ağlama krizi geçirdiğim
zamanlar eşim bana düşmanı gibi davranırdı. Bir keresinde ağladığım bir sırada
beni yataktan kaldırıp “Ağlama bak çakarım suratına…” dedi. Unutmuyorum…
20. Eve her gelişinde başka kadınlardan,
kızlardan bahsederdi. Temiz bir aileden kız alıp başını kapatacak kadar inançlı
görünen; ama her şeyiyle tertemiz, güzel karısını bırakıp başkalarına bakacak,
onlara sulanacak kadar da adî, namus ve yoksunu bir erkekti… Şu tezatlığa bakar
mısınız? Her “inançlıyım” diyene inanılmayacak…
21. Bana, başka kadınlarla ilgili
fantezilerden bile bahsederdi. Asla unutmuyorum…
22. Akrabalarına bile doğru gözle bakmadığını
belli eden sözler sarf etti. Bu durum devam ettikçe benim de akrabalarıma asla
düzgün gözle bakmayacağını anladım, nitekim beni haklı çıkardı. Ama öyle
kurnazdı ki onların yanında efendi, görgülü, inançlı rolleri oynar, yalnız
kaldığımızda ise gerçek yüzünü göstererek “Senin falan akraban ne güzelmiş!”
derdi… Akrabadan geçtim, bir aile dostumuzun kızıyla tanıştığında, arkasından
manalı manalı “İyi kız, iyi…” deyişini asla unutmam… Yine uzak bir akrabamı,
eski kız arkadaşına benzeterek ona iç geçirerek baktığını unutmam…
Hastalandığım bir sırada bir akrabamla uzun uzun Chat yaptığını da unutmam…
23. Küçük-büyük demeden herkese bakar,
yetmiyormuş gibi gelir bana anlatırdı. Tabii ben kim
im ki; duygularım mı var benim, şahsiyetim mi var, kalbim
mi var, güzelliğim mi var? Hepsinin fazlası vardı da kıymet bilen inançlı,
dürüst, içinde Allah korkusu olan bir beyefendi yoktu…
24. “Bir kız kaç yaşında olursa olsun,
sandalyede otururken ayakları yere değiyorsa evlilik çağına gelmiş demektir “
diyen bir sübyancı mı desem, “falan yerde bir sekreter varmış, anlata anlata
bitiremiyorlar, gidip görmek istedim, kısmet olmadı…” ya da “iş
çevremizde bir sekreter var, onu ne kadar görsem s…sim geliyordu…” diyen bir
sapık mı desem… Adını siz koyun!
25. Benim küçük – büyük yeğenlerime bile
düzgün gözle bakacak biri olmadığını düşündüm, ancak bunu aileme anlatamadım
çünkü beni dinlemeyeceklerini biliyordum. Nedenlerini sıralayacağım…
26. Artık ona katlanamıyordum. Aradan bir yıl
geçti ve ayrıldık. Bana, bir akrabasına evlenme teklifi götüreceğini söyledi.
Babamı kaybetmiştim, annemle yaşamaya başladım… Ama ne yaşama; aşağılanma, hor
görülme, sevgisizlik, saygısızlık insan boyu… Zaten o ailede ne zaman insan
yerine konuldum, ne zaman bir başarım takdir edildi ya da ne zaman beğenildim,
iyi şeylere layık görüldüm ki… “Kocana geri dönmek zorundasın, onu sen seçtin
(sanki isteyerek seçtim), katlanmak zorundasın, seni artık kimse almaz, alırsa
da başından evlilik geçmiş, çocuklu bir adam alır…” gibi bir sürü lâf ettiler…
Kendileri beğenmiyor diye başkaları da beğenmez sandılar, kendileri adam yerine
koymuyor diye başkaları da adam yerine koymaz sandılar, kendileri sevmiyor diye
başkaları da sevmez sandılar. Tabii, ben yüzüne bakılacak, beğenilecek,
sevilecek, başından kötü bir evlilik geçmiş olsa bile düzgün bir adamla yeniden
evlilik yapacak kadar, bunları hak edecek bir kadın değilim… O günlerde
onlardan (ailemden) öyle bir soğudum ki aradan tam on yıl geçti, ama o soğukluk
hâlâ değişmedi… Oysa öyle yanılmışlardı ki; bunu karşıma çıkan ve benimle
ilgilenen kültürlü, eğitimli, sosyal ve inançlı adamlardan anladım. Bana eşimin
vermediği sevgiyi, desteği, ilgiyi vermek istediler ama tekliflerini kabul
etmeyerek eski eşime geri döndüm, çünkü pişman gözüküyordu. Nereden
bilebilirdim, huylunun huyundan vazgeçmeyeceğini…
27. Evliliğin ikinci yarısında; otobüste
seyahat ederken kafayı iki farklı kadına taktı; vay efendim biri üstünü
değiştirmiş, “Bu ne zaman üstünü değiştirdi…” dedi, ikinci kadın ise arkamızda
oturuyormuş ve çok surat asıyormuş… İşte böyle bir kocaydı; karısından başka
her kadınla, kızla ilgilenen biri…
28. Pazarda alışverişe gideriz, ne giysilerle
ya da yiyecekler ilgilenirdi; ama özellikle açık seçik, dar giyimli kadınları,
kızları tepeden tırnağa süzmekten geri kalmazdı… Market alışverişinde de aynı;
giyecek, yiyecek reyonlarına değil de kadınların-kızların vücut reyonlarına
dalardı; onları dekoltelerine, vs…
29. Bir keresinde yürüye yürüye eve dönüyoruz,
(geçtiğimiz sokağı, köşeyi bile hatırlıyorum) bana öyle edepsiz bir lâf etti
ki: “Benimle (cinsel manada) birlikte olduğunda mutlu sesler çıkarmıyorsun,
benden tat alamıyorsan başkasını hayal etsene. O zaman daha çok ses çıkarırsın,
ben de mutlu olurum…”
Bana, neye uğradığımı şaşırtan bir sözdü ve bunu da asla
unutmayacağım…
30. Küçük kızlarla yaşadığı ilişkilerden
bahsetmekten, başka kadınları-kızları arzuladığını anlatmaktan çekinmeyen
biriyle evliydim… Bir keresinde, hiç unutmam, televizyon dizisi seyrediyorduk;
dizide birbirini seven iki genç vardı ancak çocuğun babası pisliğin tekiydi ve
oğlunun sevdiği kızı kendine eş olarak aldı. Ondan nefret ettim ve “İnşallah
kıza bir şey yapmaz…” dedim. Aldığım karşılık ise şuydu: “Niye yapmayacakmış,
turşusunu mu kuracak!”
O an dizide rol yapan yaşlı adamdan çok eşimden nefret
ettim, ondan bir kez daha tiksindim ve bu hâlâ değişmedi…
31. Bu arada kayınvalidem ölüm döşeğine düştü.
Kendisiyle görüşmüyorduk ama eşim ziyaretine gidiyordu. Bir keresinde eşimin
telefonunda benim fotoğrafımı görmüş, tanıyamamış, “Bu kim?” diye sormuş, eşim
ona “Tanımadın mı, gelinin…” deyince, “Çok, çok güzel…” demiş… Ölümün son anlarında
benden gerçek anlamda olmasa bile, hâl ve hareketleriyle özür dilediğini
söylemek isterim… Mekânı Cennet olsun… Ama yaşatılanlar unutulmuyor ama benim
içim rahat, en azından kalp kırmadım, kul hakkı almadım…
32. Geçen süreçte gebe kalmadım. Bu, boşanmak
için bir kurtuluş fırsatı mıydı bilemem ama değerlendiremedim ve yedi yıl sonra
gebe kaldım… Ne kadar dışarı çıksak burnumdan geliyordu; kendisinden yirmi yaş
küçük kızlara bakıyor, öpüşenleri izliyor, kadınları-kızları gözleriyle yiyor,
takip ediyordu. Yine hiç unutmam, fenalaştığım bir sırada beni alıp hastaneye
götürdü, eve döndüğümüzde, gözlerini, apartman kapısını bize açan açık seçik
genç kızdan hiç ayırmadı. “Karım gebedir, hastadır, ağrıdan kıvranıyordur, onu
hemen eve götüreyim, sonuçta karnında benim çocuğumu taşıyor…” diye düşünmedi…
Tabii, ben kimim ki!
33. Gebeliğin etkisi, yaşanılanlar, acılar,
kederler, derken artık dayanamadım ve eve her gelişinde ona nefret kusmaya
başladım; ona her fırsatta bağırıyor, “Sen o.s.p.u düşkünü bir p.z.v.n.k.s.n!”
diyordum. Yılların birikimini kusuyordum. “Defol git buradan, hayatımdan uzak
dur, sen bana layık değilsin…” diye kızıyordum. Ama en büyük darbeyi henüz
almamıştım; ne mi? Bana itiraf etti; itirafı sonucu öğrendim ki on yıllık kocam
yirmi yıldır başka birini seviyordu…
34. Geçirdiğim süreci şöyle bir gözden
geçirdim ve çok önemli bir şeyi fark ettim; bana (sesim güzel olduğu için)
sürekli söylettiği ayrılık şarkıları ve en önemlisi de sözlerin içinde âşık
olduğu ve unutmadığı kızın isminin geçiyor oluşu… Bu kadar tesadüf bir arada
olamazdı… Meğer bana şarkı söyleterek, gözlerimin içine bakarak, utanmadan,
şerefsizce eski sevgilisini düşünmüş, onu hayal etmiş, onu arzulamış… Kim
bilir, bana “başkasını hayal et…” diyen edepsiz, bana dokunurken kimi ya da
kimleri hayal etti?
35. Tabii yetmiyormuş bir de şu edepsizliği
var; bir keresinde bebeğe atlet ve yazlık takımlar almıştı, atletlerden birinde
yine sevgilisinin ismi geçiyordu. “Utanmıyor musun?” diye bağırdığımda, “Fark
etmemişim…” dedi. Duy da inanma… Sonra ne yaptı dersiniz, aldığı bütün
atletleri, yazlık takımı parçalamaya kalktı. Çünkü ne kendisine, ne de
eskimeyen aşkına lâf söyletmiyordu. Katlanamıyordu buna. Hatta bu uğurda
bebeğinin yanında bağırıp çağırıp evi terk etmeye bile kalktı. Küçücük bebeğin
ağlaması bile umurunda değildi. Çünkü beni sevmediği benden yaptığı bebeğini de
sevmiyordu…
36. Yine hiç unutmuyorum; bebek büyüdükçe eski
fotoğraflarına bakarım ara sıra. Yine bir keresinde eski fotoğraflara bakarken
yanıma geldi ve benim iki dakikalık mutluluğumu zehirlemeyi başardı. Nasıl mı?
Fotoğraflardan birinde bebek battaniyeye sarılıydı, battaniyede değişik harfler
var. Nasıl olmuşsa fotoğrafın çekildiği sırada battaniyenin üstünde “onun
unutamadığı sevgilisinin isminin baş harfi var”. O fotoğrafı görür görmez “Bu
battaniye nerede, onu alıp koklamak istiyorum…” demeye başladı. Anladım tabii
neden öyle dediğini… “Varlığın bana rahatsızlık veriyor,” dedim ve ekledim:
“Fotoğraflara daha sonra bakarım, ben gidip yatıyorum…”
Hoşuna gitmedi tabii, “Sana rahatsızlık veren o varlığa
s.ç.y.m” dedi. “Ne hâlin varsa gör…” dedim, çıktım…
37. İşte böyle…
Yazdıklarım, buz dağının sadece görünen kısmı,
yaşadıklarım çok daha derin…
Artık evliliğe, aşka, sadakate, erkeklere zerre güvenim
kalmadı. Günün birinde karşıma mükemmel bir adam çıksa bile artık kimseye
güvenim, itimadım yok… Öte yandan eşim artık evliya bile olsa, onu hayatımda
istemiyorum…
- Bana
dokunsa, kendimi dövülüyor gibi hissediyorum!
- Bana
“çok şık olmuşsun…” dese, başka kadınlara da aynı şeyi söylediğini düşünüyorum!
- Bana
güzel baksa, o gözlerde kendimi kalabalık hissediyorum,
- Bana
“seni seviyorum” dese, o kalbin içinde kendimi kalabalık hissediyorum,
- Güzelliğimden
faydalanmasına, başarılarımdan pay çıkarmasına katlanamıyorum…
- Sırf
onu seviyorlar diye ailemden ve çevremdekilerden bile uzak duruyorum ve durmaya
devam edeceğim çünkü beni yıllarca anlamazlıktan geldiler. Ben de onları
görmezden geliyorum…
* * *
- Evleneceğiniz
insanı çok iyi seçin, asla acele etmeyin...
- Her
erkek der; “inançlı, temiz, kapalı bir kız arıyorum… Hep iyisini isterler ama
sahip oldukları iyi kızın kıymetini bilmezler…
- Onlar
için her zaman başka kadınlar, kızlar önceliklidir, ama siz her zaman ona iyi
bir eş olmak zorundasınızdır; onu her gün güler yüzle karşılamak ve önüne güzel
yemekler pişirip koymak zorundasınız. Yatakta da onu memnun etmek zorundasınız
çünkü onun kölesisiniz… Dayanamayıp ayrılmak isteseniz bile izin vermezler.
Hele ki bir de benim ki gibi bir aileye sahipseniz… Ama etme bulma dünyası,
size sebep olanlar, yarın aynı şeyi kendileri de yaşarlar. Ben bunun
örneklerini gördüm, beni kınayanların aynı hataları yaptığını ya da boşanma
noktasına geldiğini gördüm… İlâhî adalet!
- Dikkatli
olun; her “inançlıyım” diyene kanmayın. “Sen benim prensesimsin, seni
saraylarda yaşatacağım…” diyerek iki odaya hapsedip mutluluğunuzu çalmalarına
izin vermeyin. İki odada yaşanır, yaşanır da; içinde şiddet, sadakatsizlik,
huzurluk, aldatılış varsa o ev size kabir olur...
Bir kadın her şartta bir adamla yaşayabilir, yaşadığı
kadar eşine de mutluluk yaşatır, onu sever, kollar… Ancak kalbi kırılan,
aldatılan, hor görülen, kandırılan bir kadından güler yüz beklemesin kimse;
zira mutlu değilken nasıl gülsün yüzü, içindeki güzel duygular ölmüşken nasıl
mutlu etsin seni, sen hayatı ona zehir ederken o nasıl sana ziyafet çeksin…
Eğer bir kadın gerçekten mutluysa, hayat arkadaşıyla bir
kuru ekmeği seve seve paylaşır. Ama kıymeti bilinmeyen, pişirdiği beğenilmeyen,
dövülen, hor görülen, aldatılan bir kadın, önüne hazineleri dizsen yine mutlu
olamaz… Mutlu olmayan kadın, mutlu edemez…
Bu yazdıklarımı; özümsemeyen, dikkatli okumayan, en
önemlisi de kadın ruhundan anlamayan bir erkek elbette ki karşı çıkacaktır. Ama
benim buna da bir cevabım var;
- Eğer
bir erkek, hanım hanımcık karısının kıymetini bilmeyip başka kadınlara
yöneliyorsa,
- Kazancını
evin dışına harcıyorsa,
- Gözünün
içine baka baka ona yalan söylüyorsa, yalan yere yemin ediyorsa,
- Onun
güzelliğini görmeyip başkalarına kapılıyorsa,
- Özene
bezene pişirdiği yemeği beğenmiyorsa, ona yemek saatlerini zehir ediyorsa,
- Onu,
başkalarının yanında incitiyorsa,
- İçindeki
güzel duyguları yavaş yavaş öldürüyor, kötüleştiriyorsa,
O kadından hayır beklememeli…
Evliliğim ve eşim, beni dışarıya yöneltti ve bana bir
analiz yapma fırsatı verdi;
Kalabalık ortamlarda bulunarak erkekleri analiz ettim ve
şu sonuca vardım;
- Belli
bir olgunluğa, maddi ve manevi eğitime erişmiş temiz yüzlü adamlar yanlarındaki
kadınlardan, kızlardan başkasıyla ilgilenmiyor. Gayet görgülü, terbiyeli,
sevecen ve ilgililer…
- Serseri
kılıklı, ne oturmayı ne kalkmayı bilen, nerede-nasıl davranacağını bilmeyen,
dili ve konuşması bozuk, eğitimsiz, kültürsüz, ağzı küfür dolu erkeklerin ise
yanlarındaki kadınlardan, kızlardan başka herkesle ilgilendiğini gördüm… Tıpkı
benim eşim gibi…
Burada önemli bir nokta var; eğitimli olmak,
üniversiteler bitirmek demek değildir. Kendini yetiştirmeyi bilen; her konuda
bilgi sahibi olan, İNANÇLI, saygılı, gün görmüş bir adam, kadınının kıymetini
bilir ve kendi de o kadından değer görür, sevgi görür, ona da kıymet verilir…
Öte yandan inançlı olmak da sadece namaz kılmak, oruç tutmak,
baş kapatmakla olmaz. İnançlı insanın ibadeti de inancı da gizli olmalıdır. O
ibadeti sen kullar için değil, Yüce Allah için yapıyorsun. “Duanın, ibadetin
gizlisi makbuldür.” sözü de buradan gelir…
“İnançlıyım” diyene değil, inancını doğru yaşayıp belli
etmeyene inanın,
“Eğitimliyim” diyene değil; konuşmasını, kalkmasını,
oturmasını, sohbet etmesini bilene inanın…
Hz. Mevlana’nın dediği gibi; “Ya göründüğün gibi ol, ya
da olduğun gibi görün…”
Yazarın yorumu:
Buradan kızlara sesleniyorum;
Dünyadaki bütün erkekler aynı değildir. Kadınlar da aynı
değildir. Eğer karşınıza gerçekten inançlı, ahlâklı, imanlı, dürüst,
çalışkan, sevecen biri çıkarsa lütfen onun kıymetini bilin, lütfen…
Kız – erkek ayrımı yapmadan;
Hayatınıza ortak olarak gerçekten temiz, dürüst, inançlı,
hoş görülü, sadakatli birini istiyorsanız, onu bulduğunuzda kıymetini bilin ki
sizin de kıymetiniz bilinsin…
* * *
Ben bunları sabırla dinledim, şahitlik ettim, yazdım ve
kendi adıma pek çok ders çıkardım, şimdi ders çıkarma sırası başkalarında…
Sevgiler,
Yasemin F. Kılıçaslan
Etiketler:
dürüst insan,
evlilik,
gerçek sevgi,
gerçek yaşam,
ihanet,
inanç,
islâm,
İSLÂMÎ YAZILARIM,
kıymet,
kötü evlilik,
kötü insanlar,
nasihat,
OKU - İBRET AL,
sabır,
sevgi nedir,
yalancı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)