29 Nisan 2016 Cuma

FİNİKE - ANTALYA











MEZİYETSİZ ÜNLÜLER YAZIMA İTHAF EDİYORUM: "Büyük Beyinler, Orta Beyinler, Küçük Beyinler..."

Yerden göğe kadar doğru bir söz;

Büyük beyinler fikirleri, orta beyinler olayları, küçük beyinler ise kişileri konuşur...

            Söz, Hyman G. Rickover'a ait olup benimde benimsediğim, altında derin manalar yatan ve asla boşa söylenmemiş bir sözdür...

* * *

"Büyük insanlar (beyinler) fikirlerle uğraşır."

Bana göre; beyin jimnastiği yapan, fikir üreten, boş konuşmayan ve toplumda saygın bir statü edinebilen kimselerdir...

* * *

"Orta insanlar (beyinler) olaylarla uğraşır."

Bana göre; özellikle haberleri ve olayları takip eden, yorumlayan, analiz yetisine sahip, mantıklı  ve başkalarının hayatına saygılı kimselerdir... Hepsi değil tabii...

* * *

Ve, en sık karşılaştığım insan türü:

"Küçük insanlar (beyinler) insanlarla uğraşır."

Bana göre; başkaları hakkında dedikodu - gıybet yapan, başkalarını çekiştiren, onların zayıf noktasını - ayıbını bulmaya çalışan kıskanç, kişiliksiz, şeref yoksunu, cahil, inançsız ve kararmış kalbe sahip kimseler...

* * *

             Okuyan, eğitim ve kültür düzeyini yükselten, boş durmayan (ki boş duranı Allah sevmez ve boş duranı şeytan doldurur), evvel kendisi ve ailesi, bilâhare toplum adına faydalı işlerde bulunan, çalışkan, dürüst, seviyeli, insana değer veren, temiz yürekli insanlar ile karşılaşmak ve sapık ruhlu, iftiracı, dedikoducu, gammaz, fitne fücur, imansız, kalbini her an zehirleyen, kendine ve topluma zarar veren kimselerin de yakınımızdan bile geçmemeleri dileğiyle...

DENİZ KABUKLARI KOLEKSİYONUM









MEZİYETSİZ ÜNLÜLER

MEZİYETSİZ ÜNLÜLER

Geçenlerde instagram sayfamda takip ettiğim değerli bir sanatçının paylaştığı bir program fotoğrafının altında yazan haksız yorumlar dikkatimi çekti. Sanatçı, sunuculuk yaptığı programın yayın saatini bildiren bir fotoğraf paylaşmış. Ama altındaki yorumlara bakılırsa bu adam “işini yapmıyor, yaptığı tek şey gündemden uzak durmak, şehitlere saygı duymamak, günlerini eğlence programlarıyla sürdürmek, vs…”
            Ki bu ne ki ünlülerin kullandıkları sosyal medyanın neredeyse tamamı böyle edepsizlerle dolu. Çok görüyorum; sürekli kıskanç yorumlar, hakaret ihtiva eden yorumlar, saygısız yorumlar…
Ne takdir var, ne saygı, ne başarı dileme. Bolca hakaret ve küfür var…
            Bu nedir Allah aşkına? İnsanlara karşı bu kadar acımasız, saygısız ve rezilce yaklaşmanın manası nedir? Kıskançlık mı, çekememe mi, dikkat çekmek mi, ya da böyle davranarak keşfedilme arzusu mu? İnsanları, bilhassa gençleri ve çocukları bu kadar rezilleştiren, ağızlarını bozmalarına neden olan, günlerinin yarısından fazlasını akıllı telefonlarla, tabletle geçirmek suretiyle sürekli başkalarını takip ederek onları taciz etmelerine sebep olan nedir?
            Gündemi unutmamak, haberlere üzülmek, sadece sosyal medyada paylaşılan 1-2 fotoğraf ile mi ifade ediliyor. Sanatçı, o gün programını yapmakla, bunu duyurmakla gündeme saygısızlık mı etmiş oluyor? Asla…
            O sosyal medyada siyasi fotoğraflar paylaşan, milliyetçi görünen insanlar her Allah’ın günü nasıl işlerine gitmek zorundalar, bu adamlar da işlerini yapmakla yükümlüdürler. Bir insanın işini yapması, o kişinin şehitlere üzülmediğini göstermez. Kimsenin kimseden bir farkı yok. Herkes kendi işinin, kendi ekmeğinin derdinde… Siz nasıl sabah erkenden kalkıp mesaiye yetişmek ve bir kaç kuruş para kanabilmek için çırpınıyorsanız onlar da aynı şekilde işlerini yapıyorlar…
Sırf ünlüler, zorluklara göğüs geriyorlar, hakaretlere cevap vermiyorlar diye saygısızca, rezilce üstlerine gitmek ne demek ya! Sevmediğiniz ünlüyü takip etmeniz bile yeterince anlamsız. Onları ne kadar tanıyorsunuz ki telefonunuzu her elinize aldığınızda paylaşılan fotoğrafın altına saygısız, terbiyesiz yorumlar yapabiliyorsunuz, üstelik kimliğinizi saklayarak… İnsanlardan sakladığınız o kimliği Allah bilmiyor mu, görmüyor mu?
Bunu yapan insanların hiç mi işleri güçleri yok, hiç mi Allah korkuları yok, hiç mi insana saygı duyguları yok? Bu kadar mı boş bu insanlar. “Boş insanı şeytan doldurur…” demişler. Ne kadar da doğru bir söz…
Ünlüler;
Kısa boylu olur, CÜCE derler…
Uzun boylu olur, ZÜRAFA derler…
Kilolu olur, ŞİŞKO derler…
Zayıf olur, KEMİK TORBASI derler…
Saçının rengini ya da şeklini değiştirir, ÖZENTİCİ derler…

Tabii canım, ünlülerin fiziksel özelliklerinden başka hiçbir özellikleri yok. Hepsi de meziyetsiz kimseler; yetenekleri yok, yaptıkları işin bir önemi yok, eğitimlerinin, yardımlarının, başardığı işlerin, üstesinden geldiği zorlukların, geldikleri yerin hiçbir değeri, manası yok… Bu mudur yani?
Toplumda, bilhassa yeni nesilde böyle saplantılık söz konusu; insanlara karşı öyle ön yargılılar ki onların iyi özelliklerini, yeteneklerini, başarılarını görmezden geliyorlar. Kendilerini strateji oyunlarına, abuk sabuk televizyon dizilerine, programlarına kaptırmış, gece yarılarına kadar oturan, uyumayan ve bol bol küfreden asabî bir gençlik… Ama bir grup genç de var ki onlara hayran olmamak elde değil; saygılı, hissî, insana değer veren, sadece sevdikleri ünlüleri takibe alan, ağızlarında asla küfür olmayan, inançlı ve ahlâklı gençler… Böyle gençlerin artması dileğiyle…
İnsanlara, yaptıkları işe saygı duymak zorundayız. Sevmesek bile onları incitecek kötü lâflardan sakınmalıyız. Hiç birimizin haddi değil, insanları yaptıkları işlerinden ötürü ya da yaşam biçimlerinden ötürü yargılamak. Biz bu değiliz. İnsanlık bu değildir. İnanç bu değildir…
“Yaratılanı sev, Yaratandan ötürü…”
Eskiden sosyal medya yoktu. Şimdi var ve hemen hemen herkes kullanıyor ama insanları, bilhassa ünlü kimseleri, bu tarz sosyal medyalarını kullandıklarına pişman etmemek gerekir. Birini sevmeyebilirsiniz. Sevmek zorunda da değilsiniz. Zira ‘yaratılanı sev yaratandan ötürü’ sözünü özümsemek, her yiğidin harcı değildir. Bunun için gerçekten inançlı, imanlı bir yürek gerekir…
Ancak sevmediğiniz bir insanın özel sayfasına küfürler yağdırmak, onun yaptığı işe ya da özel hayatına, aşk seçimlerine, arkadaşlık ilişkilerine lâf söylemek, bunlara karışmak kimsenin haddi değildir. Birini tasvip etmiyorsanız zaten o kişiyi takip etmeniz de anlamsızdır. Kendimden örnek vereyim; şarkılarını dinlemediğim, filmlerini seyretmediğim, kitaplarını asla okumadığım insanlar var, ama… ama yaptıkları işe, yeteneklerine, her şeyden önce insanlıklarına saygım var ve bu saygıyı yitirmeye hiç niyetim yok. Çünkü ortada verilmiş büyük bir emek var ve emeğin değerini, emek vermesini bilenler anlar… Ne onlar benden üstün, ne ben onlardan. Hepimiz bu dünyada eşitiz. Sadece yaptığımız işler farklı, inançlarımız farklı, yeteneklerimiz farklı, hayat görüşlerimiz farklı…
Ayrıca insanı bir başka insandan üstün yapan yegâne özellik, TAKVA’DIR. İşte bu yüzden kimse kimseden üstün değildir. İnsanlar birbirlerinden yalnızca TAKVA olarak üstün olabilirler. Bu, hayatın en büyük gerçeklerinden bir tanesidir…
İnsanları, bilhassa ünlüleri eleştirmeye kalkarken yazacağınız yazıların, yorumların içine biraz da yüreğinizi katın. Onları sadece televizyonlardan, konserlerden, şov programlarından, galalardan, vs görerek onları tanıdığınızı sanmayın. Onlar bir taş, bir robot olarak görmeyin. Sizin, eleştiri adı altında yazdığınız olumsuz, karamsar, kıskançlık içeren o saçma yorumlar gün gelir size döner, ama bu dünyada ama ebedî dünyada…

Sevgiler,
Yasemin F. Kılıçaslan

BANA, MEYHANE ARKADAŞI MUAMELESİ YAPAN BİR KOCAM VARDI!


NASİHAT (2)

Mutlaka Okuyun. Uydurma bir hikâye değil, tamamen gerçektir. Ben dinledim, yazdım ve rica üzerine isim belirtmeden paylaşıyorum. Allah o kadına sabır, dirayet, güç, kuvvet versin…


BANA, MEYHANE ARKADAŞI MUAMELESİ YAPAN BİR KOCAM VARDI!

1.      21 yaşındaydım… Onunla internette tanıştık, ilk dakikadan başlayarak telefon aracılığıyla flört etmeye başladık. Ayrı şehirlerdeydik…
2.      İnançlı, temiz bir çevreden olduğunu söyledi. “Yapmam, istemem…” dediğim hâlde kapanmamı, çevresindeki herkesin inançlı, imanlı ve kapalı olduğunu söyledi…
3.      Ona inandım, kapanmak ve dine yönelmek bana cazip geldi; çünkü ortaokullu yıllarımdan beri “inançlı, dürüst, beraber namaz kılabileceğim, güvenebileceğim” bir eş için dua edip durdum…
4.      Beni görmeye geldi, görüştük, ancak onu hiç sevmediğimi fark ettim. Sadece güven duyduğum ve dürüstlüğüne inandığım için birlikteliğimi devam ettirdim…
5.      Aradan üç ay geçti. Sevgililer gününde çiçek ve çikolata alıp çıkageldi, fakat babam onu eve kabul etmeyerek beni, annemi ve hatta onu dövdü…
6.      Kendi şehrine gitti yeniden. Babam ise evde ben yokmuşum gibi davranmaya başladı. Gecem gündüzüm korku içinde, huzursuz geçiyordu. Saçlarımda ilk defa beyaz bir tel çıkmıştı…
7.      Kendimi doğru düzgün derslerime veremiyordum…
8.      Konuştuk ve kaçmaya karar verdik. Geldi ve beni kaçırdı…
9.      Evlerine vardığımda annesinin burun kıvırdığını gördüm, küçük görümcemin de… Ağabeyleri ve büyük yengesi dışında yüzüme gülen olmadı…
10.  Dini nikâh kıydık. Görümcem, başıma örtmem için güzel bir örtü verdi…
11.  Evde kayınvalidem, kayınpederim ve görümcemle kalmaya başladık. Sonra onlar kendi evlerine geçtiler…
12.  Yatalak kayın pederim, o hâliyle bana kayınvalidemden daha cana yakın davranıyordu, beni sahiplenmişti. O hâliyle evime gelir, benimle sıkça sohbet eder, güzel nasihatlerde bulunurdu. (Mekânı Cennet olsun. Âmin!)… Kayınvalidem ise beni sevmediğini, beğenmediğini, istemediğini her fırsatta belli ederdi. Bir gün bana durduk yere “Sen benim oğlumu elimden aldın!” dedi. Ben ise ona “Hayır, aksine sen bir kız evlat kazandın!” dedim. Ama nafile… Ne desem, ne yapsam boştu…
13.  Her işime karışır, hayatıma hükmetmeye çalışırlardı. İzin vermeyince benden uzak durmaya başladılar. Ben de onlardan…
14.  Türkçe bilmelerine rağmen yanımda Kürtçe konuşurlardı. Hiç anlamazdım. Bir keresinde önüme çay koydular, öğrendiğim için Kürtçe teşekkür ettim, görümcemin gözleri kocaman oldu, “sen Kürtçe anlıyor musun?” diye sordu, öylesine “Evet!” çıktı ağzımdan, yüzleri sapsarı oldu hepsinin de. Demek ki yanımda, hakkımda konuşuyorlardı…
15.  Eşimin, ilk tanıştığımızda bana “Bizler inançlı, dürüst, zengin insanlarız…” dediğini hatırlıyordum sürekli ama
-          Zengin değillerdi. (Asla problem değil…)
-          İnançlı görünüp, başkalarının arkasından konuşmaktan, kalp kırmaktan, hatta hakaret etmekten çekinmezlerdi.
-     Bir keresinde büyük eltim “Kürtlerden, Türklerle evlenen çok, biz Kürtler siz Türkleri s…yoruz…” diye terbiyesizce lâf etti. Karşılık veremedim… Düşündüm: "Bunu söyleyen asla Kürt olamaz, benim din kardeşim olamaz..."
            Zaten ulu orta her yerde herkesin içinde cinsel şakalar yapardı. Eğlence anlayışı buydu. Bu yüzden uzak durmaya özen gösteriyordum. Doğup büyüdüğüm çevrede de (Hangi bölgeden, şehirden olursa olsun) cinsel şakalar yapan, ağza alınmayacak lâflar eden insanlardan daima uzak durdum…
16.  Babam kalp krizi geçirdi. Üzüldüm, ağladım ama bir ufak teselli görmedim. Tam aksine kaynanam karşıma geçip gözlerini kaçırdı… Bunu unutmuyorum…
17.  Bana sürekli başka kızlardan bahsederdi. Güya oğluna kapalı bir kız almak istemiş. Ama falan yerde öyle güzel bir kız varmış ki başlık parasında anlaşamamış, şayet anlaşsaymış açık seçik demeden o kızı alacakmış… Bunun gibi bir süre şey…
18.  Eve gelen misafirler olsun, akrabalar olsun beni çok sever ve beğendiklerini dile getirirlerdi. Kaynanamın hemen yüzü eğilirdi…
19.  Sinir ya da ağlama krizi geçirdiğim zamanlar eşim bana düşmanı gibi davranırdı. Bir keresinde ağladığım bir sırada beni yataktan kaldırıp “Ağlama bak çakarım suratına…” dedi. Unutmuyorum…
20.  Eve her gelişinde başka kadınlardan, kızlardan bahsederdi. Temiz bir aileden kız alıp başını kapatacak kadar inançlı görünen; ama her şeyiyle tertemiz, güzel karısını bırakıp başkalarına bakacak, onlara sulanacak kadar da adî, namus ve yoksunu bir erkekti… Şu tezatlığa bakar mısınız? Her “inançlıyım” diyene inanılmayacak…
21.  Bana, başka kadınlarla ilgili fantezilerden bile bahsederdi. Asla unutmuyorum…
22.  Akrabalarına bile doğru gözle bakmadığını belli eden sözler sarf etti. Bu durum devam ettikçe benim de akrabalarıma asla düzgün gözle bakmayacağını anladım, nitekim beni haklı çıkardı. Ama öyle kurnazdı ki onların yanında efendi, görgülü, inançlı rolleri oynar, yalnız kaldığımızda ise gerçek yüzünü göstererek “Senin falan akraban ne güzelmiş!” derdi… Akrabadan geçtim, bir aile dostumuzun kızıyla tanıştığında, arkasından manalı manalı “İyi kız, iyi…” deyişini asla unutmam… Yine uzak bir akrabamı, eski kız arkadaşına benzeterek ona iç geçirerek baktığını unutmam… Hastalandığım bir sırada bir akrabamla uzun uzun Chat yaptığını da unutmam…
23.  Küçük-büyük demeden herkese bakar, yetmiyormuş gibi gelir bana anlatırdı. Tabii ben kim
im ki; duygularım mı var benim, şahsiyetim mi var, kalbim mi var, güzelliğim mi var? Hepsinin fazlası vardı da kıymet bilen inançlı, dürüst, içinde Allah korkusu olan bir beyefendi yoktu…
24.  “Bir kız kaç yaşında olursa olsun, sandalyede otururken ayakları yere değiyorsa evlilik çağına gelmiş demektir “ diyen bir sübyancı mı desem, “falan yerde bir sekreter varmış, anlata anlata bitiremiyorlar, gidip görmek istedim, kısmet olmadı…”  ya da “iş çevremizde bir sekreter var, onu ne kadar görsem s…sim geliyordu…” diyen bir sapık mı desem… Adını siz koyun!
25.  Benim küçük – büyük yeğenlerime bile düzgün gözle bakacak biri olmadığını düşündüm, ancak bunu aileme anlatamadım çünkü beni dinlemeyeceklerini biliyordum. Nedenlerini sıralayacağım…
26.  Artık ona katlanamıyordum. Aradan bir yıl geçti ve ayrıldık. Bana, bir akrabasına evlenme teklifi götüreceğini söyledi. Babamı kaybetmiştim, annemle yaşamaya başladım… Ama ne yaşama; aşağılanma, hor görülme, sevgisizlik, saygısızlık insan boyu… Zaten o ailede ne zaman insan yerine konuldum, ne zaman bir başarım takdir edildi ya da ne zaman beğenildim, iyi şeylere layık görüldüm ki… “Kocana geri dönmek zorundasın, onu sen seçtin (sanki isteyerek seçtim), katlanmak zorundasın, seni artık kimse almaz, alırsa da başından evlilik geçmiş, çocuklu bir adam alır…” gibi bir sürü lâf ettiler… Kendileri beğenmiyor diye başkaları da beğenmez sandılar, kendileri adam yerine koymuyor diye başkaları da adam yerine koymaz sandılar, kendileri sevmiyor diye başkaları da sevmez sandılar. Tabii, ben yüzüne bakılacak, beğenilecek, sevilecek, başından kötü bir evlilik geçmiş olsa bile düzgün bir adamla yeniden evlilik yapacak kadar, bunları hak edecek bir kadın değilim… O günlerde onlardan (ailemden) öyle bir soğudum ki aradan tam on yıl geçti, ama o soğukluk hâlâ değişmedi… Oysa öyle yanılmışlardı ki; bunu karşıma çıkan ve benimle ilgilenen kültürlü, eğitimli, sosyal ve inançlı adamlardan anladım. Bana eşimin vermediği sevgiyi, desteği, ilgiyi vermek istediler ama tekliflerini kabul etmeyerek eski eşime geri döndüm, çünkü pişman gözüküyordu. Nereden bilebilirdim, huylunun huyundan vazgeçmeyeceğini…
27.  Evliliğin ikinci yarısında; otobüste seyahat ederken kafayı iki farklı kadına taktı; vay efendim biri üstünü değiştirmiş, “Bu ne zaman üstünü değiştirdi…” dedi, ikinci kadın ise arkamızda oturuyormuş ve çok surat asıyormuş… İşte böyle bir kocaydı; karısından başka her kadınla, kızla ilgilenen biri…
28.  Pazarda alışverişe gideriz, ne giysilerle ya da yiyecekler ilgilenirdi; ama özellikle açık seçik, dar giyimli kadınları, kızları tepeden tırnağa süzmekten geri kalmazdı… Market alışverişinde de aynı; giyecek, yiyecek reyonlarına değil de kadınların-kızların vücut reyonlarına dalardı; onları dekoltelerine, vs…
29.  Bir keresinde yürüye yürüye eve dönüyoruz, (geçtiğimiz sokağı, köşeyi bile hatırlıyorum) bana öyle edepsiz bir lâf etti ki: “Benimle (cinsel manada) birlikte olduğunda mutlu sesler çıkarmıyorsun, benden tat alamıyorsan başkasını hayal etsene. O zaman daha çok ses çıkarırsın, ben de mutlu olurum…”
Bana, neye uğradığımı şaşırtan bir sözdü ve bunu da asla unutmayacağım…
30.  Küçük kızlarla yaşadığı ilişkilerden bahsetmekten, başka kadınları-kızları arzuladığını anlatmaktan çekinmeyen biriyle evliydim… Bir keresinde, hiç unutmam, televizyon dizisi seyrediyorduk; dizide birbirini seven iki genç vardı ancak çocuğun babası pisliğin tekiydi ve oğlunun sevdiği kızı kendine eş olarak aldı. Ondan nefret ettim ve “İnşallah kıza bir şey yapmaz…” dedim. Aldığım karşılık ise şuydu: “Niye yapmayacakmış, turşusunu mu kuracak!”
O an dizide rol yapan yaşlı adamdan çok eşimden nefret ettim, ondan bir kez daha tiksindim ve bu hâlâ değişmedi…
31.  Bu arada kayınvalidem ölüm döşeğine düştü. Kendisiyle görüşmüyorduk ama eşim ziyaretine gidiyordu. Bir keresinde eşimin telefonunda benim fotoğrafımı görmüş, tanıyamamış, “Bu kim?” diye sormuş, eşim ona “Tanımadın mı, gelinin…” deyince, “Çok, çok güzel…” demiş… Ölümün son anlarında benden gerçek anlamda olmasa bile, hâl ve hareketleriyle özür dilediğini söylemek isterim… Mekânı Cennet olsun… Ama yaşatılanlar unutulmuyor ama benim içim rahat, en azından kalp kırmadım, kul hakkı almadım…
32.  Geçen süreçte gebe kalmadım. Bu, boşanmak için bir kurtuluş fırsatı mıydı bilemem ama değerlendiremedim ve yedi yıl sonra gebe kaldım… Ne kadar dışarı çıksak burnumdan geliyordu; kendisinden yirmi yaş küçük kızlara bakıyor, öpüşenleri izliyor, kadınları-kızları gözleriyle yiyor, takip ediyordu. Yine hiç unutmam, fenalaştığım bir sırada beni alıp hastaneye götürdü, eve döndüğümüzde, gözlerini, apartman kapısını bize açan açık seçik genç kızdan hiç ayırmadı. “Karım gebedir, hastadır, ağrıdan kıvranıyordur, onu hemen eve götüreyim, sonuçta karnında benim çocuğumu taşıyor…” diye düşünmedi… Tabii, ben kimim ki!
33.  Gebeliğin etkisi, yaşanılanlar, acılar, kederler, derken artık dayanamadım ve eve her gelişinde ona nefret kusmaya başladım; ona her fırsatta bağırıyor, “Sen o.s.p.u düşkünü bir p.z.v.n.k.s.n!” diyordum. Yılların birikimini kusuyordum. “Defol git buradan, hayatımdan uzak dur, sen bana layık değilsin…” diye kızıyordum. Ama en büyük darbeyi henüz almamıştım; ne mi? Bana itiraf etti; itirafı sonucu öğrendim ki on yıllık kocam yirmi yıldır başka birini seviyordu…
34.  Geçirdiğim süreci şöyle bir gözden geçirdim ve çok önemli bir şeyi fark ettim; bana (sesim güzel olduğu için) sürekli söylettiği ayrılık şarkıları ve en önemlisi de sözlerin içinde âşık olduğu ve unutmadığı kızın isminin geçiyor oluşu… Bu kadar tesadüf bir arada olamazdı… Meğer bana şarkı söyleterek, gözlerimin içine bakarak, utanmadan, şerefsizce eski sevgilisini düşünmüş, onu hayal etmiş, onu arzulamış… Kim bilir, bana “başkasını hayal et…” diyen edepsiz, bana dokunurken kimi ya da kimleri hayal etti?
35.  Tabii yetmiyormuş bir de şu edepsizliği var; bir keresinde bebeğe atlet ve yazlık takımlar almıştı, atletlerden birinde yine sevgilisinin ismi geçiyordu. “Utanmıyor musun?” diye bağırdığımda, “Fark etmemişim…” dedi. Duy da inanma… Sonra ne yaptı dersiniz, aldığı bütün atletleri, yazlık takımı parçalamaya kalktı. Çünkü ne kendisine, ne de eskimeyen aşkına lâf söyletmiyordu. Katlanamıyordu buna. Hatta bu uğurda bebeğinin yanında bağırıp çağırıp evi terk etmeye bile kalktı. Küçücük bebeğin ağlaması bile umurunda değildi. Çünkü beni sevmediği benden yaptığı bebeğini de sevmiyordu…
36.  Yine hiç unutmuyorum; bebek büyüdükçe eski fotoğraflarına bakarım ara sıra. Yine bir keresinde eski fotoğraflara bakarken yanıma geldi ve benim iki dakikalık mutluluğumu zehirlemeyi başardı. Nasıl mı? Fotoğraflardan birinde bebek battaniyeye sarılıydı, battaniyede değişik harfler var. Nasıl olmuşsa fotoğrafın çekildiği sırada battaniyenin üstünde “onun unutamadığı sevgilisinin isminin baş harfi var”. O fotoğrafı görür görmez “Bu battaniye nerede, onu alıp koklamak istiyorum…” demeye başladı. Anladım tabii neden öyle dediğini… “Varlığın bana rahatsızlık veriyor,” dedim ve ekledim: “Fotoğraflara daha sonra bakarım, ben gidip yatıyorum…”
Hoşuna gitmedi tabii, “Sana rahatsızlık veren o varlığa s.ç.y.m” dedi. “Ne hâlin varsa gör…” dedim, çıktım…
37.  İşte böyle…

Yazdıklarım, buz dağının sadece görünen kısmı, yaşadıklarım çok daha derin…
Artık evliliğe, aşka, sadakate, erkeklere zerre güvenim kalmadı. Günün birinde karşıma mükemmel bir adam çıksa bile artık kimseye güvenim, itimadım yok… Öte yandan eşim artık evliya bile olsa, onu hayatımda istemiyorum…
-          Bana dokunsa, kendimi dövülüyor gibi hissediyorum!
-          Bana “çok şık olmuşsun…” dese, başka kadınlara da aynı şeyi söylediğini düşünüyorum!
-          Bana güzel baksa, o gözlerde kendimi kalabalık hissediyorum,
-          Bana “seni seviyorum” dese, o kalbin içinde kendimi kalabalık hissediyorum,
-          Güzelliğimden faydalanmasına, başarılarımdan pay çıkarmasına katlanamıyorum…
-          Sırf onu seviyorlar diye ailemden ve çevremdekilerden bile uzak duruyorum ve durmaya devam edeceğim çünkü beni yıllarca anlamazlıktan geldiler. Ben de onları görmezden geliyorum…

* * *

-          Evleneceğiniz insanı çok iyi seçin, asla acele etmeyin...
-          Her erkek der; “inançlı, temiz, kapalı bir kız arıyorum… Hep iyisini isterler ama sahip oldukları iyi kızın kıymetini bilmezler…
-          Onlar için her zaman başka kadınlar, kızlar önceliklidir, ama siz her zaman ona iyi bir eş olmak zorundasınızdır; onu her gün güler yüzle karşılamak ve önüne güzel yemekler pişirip koymak zorundasınız. Yatakta da onu memnun etmek zorundasınız çünkü onun kölesisiniz… Dayanamayıp ayrılmak isteseniz bile izin vermezler. Hele ki bir de benim ki gibi bir aileye sahipseniz… Ama etme bulma dünyası, size sebep olanlar, yarın aynı şeyi kendileri de yaşarlar. Ben bunun örneklerini gördüm, beni kınayanların aynı hataları yaptığını ya da boşanma noktasına geldiğini gördüm… İlâhî adalet!
-          Dikkatli olun; her “inançlıyım” diyene kanmayın. “Sen benim prensesimsin, seni saraylarda yaşatacağım…” diyerek iki odaya hapsedip mutluluğunuzu çalmalarına izin vermeyin. İki odada yaşanır, yaşanır da; içinde şiddet, sadakatsizlik, huzurluk, aldatılış varsa o ev size kabir olur...
Bir kadın her şartta bir adamla yaşayabilir, yaşadığı kadar eşine de mutluluk yaşatır, onu sever, kollar… Ancak kalbi kırılan, aldatılan, hor görülen, kandırılan bir kadından güler yüz beklemesin kimse; zira mutlu değilken nasıl gülsün yüzü, içindeki güzel duygular ölmüşken nasıl mutlu etsin seni, sen hayatı ona zehir ederken o nasıl sana ziyafet çeksin…
Eğer bir kadın gerçekten mutluysa, hayat arkadaşıyla bir kuru ekmeği seve seve paylaşır. Ama kıymeti bilinmeyen, pişirdiği beğenilmeyen, dövülen, hor görülen, aldatılan bir kadın, önüne hazineleri dizsen yine mutlu olamaz… Mutlu olmayan kadın, mutlu edemez…
Bu yazdıklarımı; özümsemeyen, dikkatli okumayan, en önemlisi de kadın ruhundan anlamayan bir erkek elbette ki karşı çıkacaktır. Ama benim buna da bir cevabım var;
-          Eğer bir erkek, hanım hanımcık karısının kıymetini bilmeyip başka kadınlara yöneliyorsa,
-          Kazancını evin dışına harcıyorsa,
-          Gözünün içine baka baka ona yalan söylüyorsa, yalan yere yemin ediyorsa,
-          Onun güzelliğini görmeyip başkalarına kapılıyorsa,
-          Özene bezene pişirdiği yemeği beğenmiyorsa, ona yemek saatlerini zehir ediyorsa,
-          Onu, başkalarının yanında incitiyorsa,
-          İçindeki güzel duyguları yavaş yavaş öldürüyor, kötüleştiriyorsa,
O kadından hayır beklememeli…

Evliliğim ve eşim, beni dışarıya yöneltti ve bana bir analiz yapma fırsatı verdi;
Kalabalık ortamlarda bulunarak erkekleri analiz ettim ve şu sonuca vardım;
-          Belli bir olgunluğa, maddi ve manevi eğitime erişmiş temiz yüzlü adamlar yanlarındaki kadınlardan, kızlardan başkasıyla ilgilenmiyor. Gayet görgülü, terbiyeli, sevecen ve ilgililer…
-          Serseri kılıklı, ne oturmayı ne kalkmayı bilen, nerede-nasıl davranacağını bilmeyen, dili ve konuşması bozuk, eğitimsiz, kültürsüz, ağzı küfür dolu erkeklerin ise yanlarındaki kadınlardan, kızlardan başka herkesle ilgilendiğini gördüm… Tıpkı benim eşim gibi…
Burada önemli bir nokta var; eğitimli olmak, üniversiteler bitirmek demek değildir. Kendini yetiştirmeyi bilen; her konuda bilgi sahibi olan, İNANÇLI, saygılı, gün görmüş bir adam, kadınının kıymetini bilir ve kendi de o kadından değer görür, sevgi görür, ona da kıymet verilir…
Öte yandan inançlı olmak da sadece namaz kılmak, oruç tutmak, baş kapatmakla olmaz. İnançlı insanın ibadeti de inancı da gizli olmalıdır. O ibadeti sen kullar için değil, Yüce Allah için yapıyorsun. “Duanın, ibadetin gizlisi makbuldür.” sözü de buradan gelir…
“İnançlıyım” diyene değil, inancını doğru yaşayıp belli etmeyene inanın,
“Eğitimliyim” diyene değil; konuşmasını, kalkmasını, oturmasını, sohbet etmesini bilene inanın…
Hz. Mevlana’nın dediği gibi; “Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün…”

Yazarın yorumu:

Buradan kızlara sesleniyorum;
Dünyadaki bütün erkekler aynı değildir. Kadınlar da aynı değildir. Eğer karşınıza gerçekten inançlı, ahlâklı, imanlı, dürüst, çalışkan, sevecen biri çıkarsa lütfen onun kıymetini bilin, lütfen…

Kız – erkek ayrımı yapmadan;
Hayatınıza ortak olarak gerçekten temiz, dürüst, inançlı, hoş görülü, sadakatli birini istiyorsanız, onu bulduğunuzda kıymetini bilin ki sizin de kıymetiniz bilinsin…

* * *

Ben bunları sabırla dinledim, şahitlik ettim, yazdım ve kendi adıma pek çok ders çıkardım, şimdi ders çıkarma sırası başkalarında…
Sevgiler,

Yasemin F. Kılıçaslan