türbe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
türbe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ocak 2022 Pazar

Elmalı Köyü Abdal Musa Türbesi (FATMA ELMAS SULTAN GALERİ)

 Abdal Musa Sultan

Yiğitliğin, aklın, inancın, sevginin simgesi olan birlik ve beraberlik ateşiyle tutuşan Orhan Gazi'nin silah arkadaşı, Anadolu'nun gözcüsü Türk düşünürlerinden Abdal Musa Sultan günümüzden yaklaşık altı yüzyıl önce yaşamıştır. Ölümünün üzerinden altı yüzyıllık bir süre geçmesine karşın Anadolu insanının bu soylu Anadolu Ereni' ne saygısı canlı ve dipdiri ayaktadır.





Bu güzel insanın yaşamıyla ilgili bilgiler, yazılı kaynaklarda oldukça azdır, daha çok söylencelere dayanır. Yunus Emre, Hazreti Mevlana, Nasrettin Hoca, Hacı Bektaş Veli gibi Türk halkının gönlünde taht kurduğundan Abdal Musa Sultan'ın mezarının kendi köyünde yöresinde bu Anadolu Eren'inin olduğu söylenen mezar ve yine O'nun adına adak yeri koruluk vardır.
Abdal Musa Sultan, bazı söylencelere göre Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in soyundan gelen Hacı Bektaş Veli'nin amcası olan Haydar Ata'nın oğlu, Hasan Gazi'nin oğludur.
Yazılı kaynaklardan söylencelerden anlaşıldığı kadarıyla 14. yüzyılda yaşadığı Osmanlı'nın ilk padişahlarından Orhan Gazi ile birlikte Bursa'nın fethine katıldığı, Osmanlı'nın genişlemesinde etkin görevler üstlenen Yeniçeri Ordusunun kuruluşu ile yakından ilgilendiği bilinmektedir. Söylenceler Bursa'nın fethinden evvel Buharadan gelen kırk abdaldan biri olarak gösterir. Ancak, Abdal Musa Sultan, aşağıdaki şiirinde de görüldüğü gibi kendini Hoy'lu kabul eder.
Kim ne bilir bizi nice soydayız 
Ne zerrede oddan ne de sudanız
Bize meftün olan marifet söyler
Biz Horasan ellerinde boydanız
Musa gibi lentarani deniriz
Aslımı sorar isen Hoy' danız.
Yine, Elmalı'nın Tekke köyünde Antalya Müzesinin ilk müdürü Süleyman Fikri ERTEN tarafından bulunan 23 mm. kutrundaki tarihsiz bir mühürde Abdal Musa'nın peygamber sülalesinden olduğu, Hoy'dan Anadolu'ya geldiği belirtilir.
Anadolu ulularından Abdal Musa Sultan için "Horasan mülkünden Hoy'dandır. Aslı Şah İmam Hasan'dır pirimin nesli" diyen Bektaşı ozanlarından Geda Muslu yine (Abdal Musa Sultan'ın) "Rumeli'ne kumandan olduğunu, tahta kılıcı ile taşı ikiye böldüğünü, bütün Rumeli'ni İslam'a getirdiğini, kâfirlere gazalarda bulunduğunu" belirtir.
Horasan'dan Rum'a zuhur eyleyen 
Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi 
Binip cansız duvarları yürüten 
Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi? 

Anadolu'nun ünlü erenlerinden ve ermişlerinden olan Abdal Musa Sultan, aynı zamanda ünlü bir ozan ve düşünürdür. Aslen Horasan'lı dır. Azerbaycan'ın Hoy kasabasına gelmiş ve bir süre orada yaşamış olduğundan, "Hoylu' olarak tanınmıştır. Hacı Bektaş Veli'nin amcası Haydar Ata'nın oğlu, Hasan Gazi'nin oğludur. Kaygusuz Abdal Menkıbesine göre "Kösre Musa" adıyla da anılır. 

Abdal Musa Sultan, Horasan Erenlerinden ve Hz. Peygamber soyundandır. 14. yy. da yaşadığı ve Osmanlıların Bursa'yı fethi yıllarında Orhan Bey'in askerleriyle savaşlara katıldığı ve büyük yararlılıklar gösterdiği tarihi kaynaklarda yazılıdır. Hacı Bektaş Veli'nin önde gelen halifelerindendir. Payesi sultanlık, mertebesi "Abdallık". Pir evindeki hizmet postu ise, "Ayakçı Postu'dur. Bu post Bektaşi tarikatındaki on iki posttan on birincisi olup, diğer adı 'Abdal Musa Sultan Postu"dur. Ayakçılık, Abdallık mertebesidir. 

Elmalı, Tekke köyündeki dergahı, ilk Bektaşilerin dört büyük "Asitanei Bektaşiyan" dan biridir. Ancak, Anadolu'nun inanç coğrafyasında seçkin bir yeri, etkin bir gücü olan Abdal Musa Sultan adına daha bir çok yerde makam ve mezarlar yapılmıştır. Bir çok yazar ve araştırmacı, bu büyük savaşçı ve düşünürü konu alan araştırmalar yapmışlardır. Bazılarına göre, Abdal Musa Sultan; Bursa'nın fethine katıldıktan sonra Manisa, Aydın ve Denizli yöresinde bulunmuş, daha sonra da Türkmen ve yörüklerin yoğun bulunduğu Elmalı yöresinde tekkesini kurmuştur. Ayrıca Denizli'de yatan "Büyük Yatağan Baba"dan esinlendiğini de belirtmişlerdir. 

Abdal Musa Sultan, Elmalı yôresinde kurduğu tekkesinde sayısız kişiler irşad etmiş (uyarmış) ve bunlar arasında büyük ozanlar yetişmiştir. Bunların en ünlüsü de, Alevi-Bektaşi edebiyatın abidelerinden sayılan Kaygusuz Abdal'dır. 

Ancak, onunla ilgili olarak Abdal Musa Sultan Velayetnamesi'nde konu edilen söylenceyi yeri gelmişken aktarmadan geçmeyelim: 

'Alaiye reyinin oğlu Gaybi, Abdal Musa'ya derviş olup, Kaygusuz adını alınca, babası oğlunu kurtarmak ister. Teke Beyi'nin yardımını talep eder. Teke Beyi'de Kılağılı İsa adlı pehlivan yiğidini Abdal Musa'nın tekkesine yollar. İsa, dergaha varır ve kapıya gelince: Çağırın bana Abdal Musa'yı diye gürler. Ancak, atı ürker ve İsa'yı sırtından atar, sürükleyerek parçalar. 

Teke beyi bu olaya çok sinirlenir ve ordusuyla harekete geçer. Abdal Musa Sultan'ı yakmak öbek öbek odunlar yığılır. Ateşler tutuşturulur. Abdal Musa Sultan'da üç yüz kadar müridi ile semah ederek yola koyulur... 

Bu öyle bir geliş ki, onlarla birlikte dağlar, ağaçlar, kayalar da beraber yürür Dervişler bir gülbank çekip ateşe girer. Ateş onları yakmaz, onlar ateşi söndürürler. 

Bu manzarayı gören Kaygusuz'un babası, duruma hayranlıkla bakar Abdal Musa'nın ellerini öper ve geriye döner. Kaygusuz bu dergahta kırk yıl hizmet eder...' 

Abdal Musa Sultan'ın kerametleri, kendi adı verilen Velayetname'de anlatılır. Abdal Musa Sultan Velayetnamesi, günümüz Türkçesi ile Ali Adil Atalay tarafından beşinci kez olarak yayınlanmıştır. kerametlerinden biri de şöyle: "Abdal Musa Sultan, bir pamuk içine kor halinde bir ateş parçasını müridlerinden biriyle, Geyikli Baba'ya gönderir. Geyikli baba da, ona bir bakraç içinde geyik sütü gönderir. Bu kerametin, yorumu da, "hayvanatı iradesine bağlamak, bitkilere hükmetmekten zordur' şeklindedir. 

Şair, düşünür, Horasan ereni Abdal Musa Sultan'ın keramet ve erdemleri yedi yüzyıldan bu yana dillerde söylenir durur. Antalya, Elmalı ilçesine bağlı Tekke köyündeki türbesi, 14. yy.'da Selçuklu mimarisi örneğinde yapılmıştır. Tekke hakkında en önemli bilgiyi 17 yy. da burayı ziyaret eden ünlü gezgin Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde vermiştir. Bu bilgilere göre tekkenin kubbesindeki altın alem, beş saatlik yerden görülüyormuş. Abdal Musa Sultan sandukası baş ucunda seyyid olduğunu gösteren yeşil imamesi durur. Tekkenin etrafında bağ ve bahçeler uzanır, Misafirhaneler, kiler, mutfak meydanlar gibi bir çok ek binalar varmış. Mutfakta kırk derviş hizmet eder. Meydanın dışında ayrıca büyük bir misafirhane bulunur ki, üstü konak, altı ise iki yüz at alacak kadar büyük bir ahırdır. Misafir hiç eksik olmaz. 

Tekke yapıldığı günden beri mutfağında hiç ateş sönmemiştir. Tekkenin çok zengin vakıfları vardır. On binden fazla koyunu, bin camuzu, binlerce devesi ve katın, yedi değirmeni ve daha birçok varlığı ile üç yüz elli yıl önceki Abdal Musa Sultan tekkesinin çok büyük zenginliklere sahip bir kurum olduğunu belirtiyor. Evliya Çelebi... 

Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra dağıtılan tekkeler arasında Abdal Musa Sultan tekkesi de nasibini almıştır. 1242 (1829)'da hükümetçe gönderilen memurlar tarafından, dergahta mevcut bütün eşyalar ve binlerce canlı hayvan satılıp defteri İstanbul'a gönderilmiştir. Bu hal tekkelerin 1925'de kapanmasına kadar yaşanmıştır. 

Değişik dönemlerde onarım gören Tekke, zaman içinde yıkılmış, günümüzde ise sadece Abdal Musa Sultan türbesi kalmıştır. Türbede, Abdal Musa, annesi, babası, kız kardeşi ile Kaygusuz Abdal'ın kabirleri vardır. 

Tekke'nin giriş kapısındaki kitabe yazısının bir beyt'ini aşağıya alıyoruz: 

Edeble kıl ziyaret bir makaam-ı alişandır bu 
Füyuz'u Hakk'a menba asitan-ı aşikaandır bu. 

Önce de belirtildiği gibi; Aleyi-Bektaşi şiirine 'nefes'adı verilir. Alevi-Bektaşi şiiri de, genellikle Yunus Emre'nin şiirinden etkilenmiştir. Bu şiir, daha sonra Abdal Musa ile yönünü çizmiş ve Kaygusuz Abdal'la beslenerek doruğuna erişmiştir. Abdal Musa'nın günümüze kadar gelen şiirleri çok azdır. Ancak az da olsa, bu şiirler, Alevi-Bektaşi edebiyatının seçkin örnekleri sayılır. Bu şiirlerle Alevi-Bektaşi edebiyatı kesin anlam kazanmıştır.
Kim ne bilür bizi nice soydanuz 
Ne zerre ottan ne hod sudanuz 

Bizim meftunumuz marifet söyler 
Biz Horasan mülkündeki baydanuz 

Yedi deniz bizim keşkülümüzde 
Hacem umman ise biz de göldenüz 

Hızır İlyas bizim yoldaşımızdır 
Ne zerrece Günden ne de Aydanuz 

Yedi tamu bize nevbehar oldu 
Sekiz uçmak içindeki köydenüz 

Bizim zahmımıza merhem bulunmaz 
Biz kudret okuna gizli yaydanuz 

Turda Musa durup münacat eyler 
Neslimizi sorarsanız 'Hoy' danuz 

Ali geldi adım bahane 
Güvercin donunda kondum cihana
Abdal Musa oldum geldim zemana 
Arif anlar bizi nice sırdanuz.
Horasan'dan Rum'a zuhur eyleyen 
Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi 
Binip cansız duvarları yürüten 
Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi? 

Doksan altı bin Horasan Pirleri 
Elli yedi bin de Rum erenleri 
Cümlesinin servirazı serveri 
Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi? 

Balım Sultan arkadaşı, yoldaşı 
Kızıldeli Sultan dürür hem eşi 
Abdal Musa Sultan dersen ne kişi 
Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi?


http://www.elmali.gov.tr/iz-birakanlar

 





















9 Eylül 2019 Pazartesi

Hazreti Mevlana'nın Hazreti Şems'e Yazdığı Şiir ve Hikayesi

Hazreti Mevlana'nın Hazreti Şems'e yazdığı şiir ve hikayesi


Mevlânâ,Şems ile Konya'da buluştuğu zaman tamamıyle kemale ermiş bir şahsiyetti.

Şems, Mevlanâ'ya ayna oldu. Mevlânâ, Şems'in aynasında gördüğü kendi eşssiz güzelline hayran oldu. Diğer bir ifadeyle Mevlânâ, gönlündeki Allah aşkını Şems'te yaşattı. Mevlânâ'nın Şems'e olan sevgisi,Allah'a olan aşkının ölçüsüdür.

Çünkü Mevlânâ,Şems'te Allah cemalinin parlak tecellilerini görüyordu.Mevl'anâ açılmak üzere olan bir güldü. Şems ona bir nesim oldu. Mevlânâ bir aşk şarabı idi,Şems ona kadeh oldu. Mevlânâ zaten büyüktü,Şems onda bir gidiş,bir neşve değişikliği yaptı.Mevlânâ ile Şems üzerine söz tükenmez.
Son söz olarak şöyle söyleyelim,Şems Mevlânâ'yı ateşledi,ama karşısında öyle bir volkan tutuştu ki,alevleri içinde kendi de yandı.

ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİ'NİN KONYA'DAN AYRILIŞI


Şems ile buluşan Mevlânâ,artık vartini Şems'in sohpetlerine hasretmiş,Şems'in nurlarına gömülüp gitmiş,artık bambaşka bir aleme girmişti.Şems'in cazibesinden yana yana dönüyor,ilahi aşkla kendinden geçercesine Sema ediyordu.Bu iki dostun sohpetlerindeki mukaddes sırrı idraktan aciz olanlar,ileri geri konuşmaya başladılar.Neticede Şems,incindi ve Mevlânâ'nın yalvarmalarına rağmen Konya'dan şama gitti.(14 mart 1246 perşembe)

HAZRETİ ŞEMS'İN KONYA'YA DÖNÜŞÜ


Şems'in ayrılığından derin bir ızdıraba düşen Mevlânâ, manzum olarak yazdığı güzel bir mektubu,Sultan Veled'in başkanlığını yaptığı bir kafileyle Şam'a,Şems'e gönderdi.Sultan Veled kafilesiyle Şam'a vardı,Şems'i buldu ve babasının davet mektubunu,hediyelerle birlikte saygıyla Şems'e sundu.Şems,''Muhammedi tavırlı ve ahlaklı Mevlânâ'nın aezusu kafidir.Onun sözünden ve işaretinden nasıl çıkabilir''diyerek,Mevlânâ'nın davetine icabet etti ve 1247'de Sultan Veled'in kafilesiyle,Konya'ya döndü.

HAZRETİ ŞEMS'İN KAYBOLUŞU


Şems'in Konya'ya gelişine herkez sevindi.Mevlânâ'da hasretin sıkıntılarından kurtuldu.Artık Şemsin şerefine ziyafetler verildi,sema meclisleri tertip edildi.Fakat huzurla,muhabbetle,dostluk içinde süren günler pek fazla sürmedi,dedikodular ve can sıkısı durumlar yeniden başladı.Şems, o dedikoducu topluluğun yine kinle dolduğunu,gönüllerinden sevginin uçup gittiğini,akıllarının nefislerine esir olduğunu anladı ve kendisini ortadan kaldırmaya çaşıltıklarını bildi,Sultan Veled'e dediki: Gördün ya azgınlıkta yine birleştiler. Doğru yolu göstermekte,bilginlikte eşi olmayan Mevlânâ'nın huzurundan beni ayırmak,uzaklaştırmak,sonra da sevinmek istiyorlar.Bu sefer öylesine gideceğim ki hiç kimse benim nerede olduğumu bilmeyecek.Aramaktan herkez acze düşecek,kimse benden bir nişan bile bulamayacak.Böylece bir çok yıllar geçecek de kimse benim izimi tozumu göremeyecek.''İşte Sultan Veled'e böyle yakınan Şems,1247-1248 tarihinde Konya'dan aniden gidip kayboldu.Şems'in kaybolmasından sonra Mevlânâ herkezden onun haberini soruyordu.kim onun hakkında aslı esası olamayan bir haber bile verse ve Şems'i falan yerde gördüm dese bir müjde için sarığını ve hırkasını vererek şükranelerde bulunuyordu.Bir gün bir adam,Şems'i Şam'da gördüm diye bir haber verdi.Mevlânâ buna tarif edilemeyecek şekilde sevindi ve o adama üstünde nesi varsa bağışladı.Dostlarından birisi,bu haber yalandır,o Şems'i görmemiştir dediğinde Mevlânâ şu cevabı vermiştir.''Evet onun verdiği bu yalan haber üzerine üzerimde ne varsa verdim.Eğer,doğru haber verseydi,canımı bile verirdim.''

HAZRET-İ MEVLANA'NIN ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİNİ ARAMAK İÇİN ŞAM'A GİDİŞİ


Mevlana,Şems'i çok aradı,onun ayrılığı gönülleri yakan,sızlatan nice şiirler söyledi.Onu aramak için iki kere Şam'a gitti.Yine Şems'i bulamadı.Bu iki son seyehatin tarihleri kesin olarak bilinmemekle birlikte,büyük bir ihtimalle 1248-1250 yılları arasında olduğu söylenebilir.Sultan Veled'in ifadesiyle Mevlana,Şam'da sret bakımından Tebrizli Şems'i bulamadı ama,mana yönünden onu,kendisinde buldu.Ay gibi kendi varlığında beliren Şems'i,kendi gördü ve dediki:''Beden bakımından ondan ayrıyım ama,bedensiz ve cansız her ikimizde bir nuruz.Ey arayan kişi!İster onu gör,ister beni.O'yum O'da ben.''


(Karınca kitap evinin,türk klasikleri/öykü başlığı adı altında yayımlanan Mesneviden Seçmeler isimli kitabından alıntıdır.)


Allah dostu bu iki büyük zat, ayrı düşmüşlerdi... Hazreti Mevlana'nın Çıkan dedikodularla Konya'dan ayrılan
Hz. Şems'e yazdığı şiir;

ETME

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme

Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme

Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme

Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme

Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme


Mevlana Celaleddin Rumi