ölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ocak 2022 Pazar

Cevdet Said kimdir? Cevdet Said nereli kaç yaşındaydı? Cevdet Said eserleri

 İslam Aleminin en önemli mütefekkirlerinden Cevdet Said, 91 yaşında İstanbul'da vefat etti. Cevdet Said, Cezayirli düşünür Malik bin Nabi'nin en büyük talebelerindendi. Peki Cevdet Said kimdir? Cevdet Said nereli kaç yaşındaydı?Cevdet Said eserleri hangileri?



 

Suriye'nin Çerkez asıllı ünlü İslam alimi Cevdet Said, yoğun bakım tedavisinin sürdüğü İstanbul Sultan Abdülhamid Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde vefat etti. Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreter Ali Muhyiddin el-Karadaği, Said’in vefatı sonrası taziye mesajı yayınladı. 




Cezayirli düşünür Malik bin Nabi'nin en büyük talebelerindendi. O sivil direnişin kurucularındandı. Zulme karşı çıkmakta ısrarcı olmak onun ilkelerinden birisiydi. Allah ikisine de rahmet etsin. Günahlarını bağışlasın, mekanı cennet olsun.” ifadelerini kullandı.





 

Cevdet Said kimdir?

El Ezher'de kürsüsü olan, tüm dünyada konferanslar veren ve birçok kitabı bulunan bir alimdir. 1931 yılında Suriye'nin Golan bölgesindeki Bi'ri Acem Köyü'nde doğan Said, Adigelerin Abzeh kabilesinin Tsey sülalesine mensup bir aileden geliyor. Said, Ezher Üniversitesi'nin orta bölümünü okudu, aynı üniversitenin Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesi'nden mezun oldu. 1950'li yılların sonlarından itibaren başlattığı yazma, araştırma inceleme ve konferans verme faaliyetlerini sürdüren Said, düşüncelerinde özellikle İslâm'â şuurun yeniden tashîh edilmesi ve şiddetin reddi, diyalog, anlaşma, uzmanlaşma, birlikte yaşam gibi konular üzerinde yoğunlaştı.

1966’dan itibaren, “Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları Üzerine Araştırmalar” üst başlığı altında çeşitli kitapları neşredildi. Keza farklı başlıklarla verdiği bir dizi konferansın yanı sıra onlarca makale ve kitapları yayımlandı.

1864’te Rus-Kafkas savaşının sona ermesinin ardından zorla yerinden edilen ailesi Suriye’de Colan Tepesi’nin eteğinde yer alan Bi’ru’l-Acem köyüne yerleşti. 31 Ocak 1931’de dünyaya gelen Cevdet Said ilkokulu Kuneytıra’da tamamladı. 1958 yılı sonunda Ezher’de okumak için Mısır’a gitti. Önce Arap Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi, ardından Eğitim Fakültesi’nde ihtisas yaptı. 

Cevdet Said: Said Nursî bana Kur’ân cevherlerini nasıl bulacağımı öğretti

Suriyeli meşhur alim Cevdet Said, Said Nursi’nin diğer alimlerden farklı olarak insanlık tarihini iyi bildiğini söyledi. Cevdet Said, “‘Avrupa bir İslam devletine hamiledir’ sözü, onun insanlık tarihini iyi bildiğini gösteren bir delildir” şeklinde konuştu.

 





 

Mehdi Çetinbaş’ın bir yazısında aktardığına göre, Cevdet Said bir sohbetinde Said Nursî Hazretlerinden örnekler vermiş ve yıllarca hapis yatmasına rağmen, şiddete baş vurmadığını örnek olarak göstermiş: “Onun öğretileri ile yetişenler, bugün Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde ileri noktaya varmasında pay sahibidirler” demeyi de ihmal etmemiş.  (www.yazete.com)

Geçmişte Türkiye’deki medyada Bediüzzaman Said Nursî’den çok etkilendiğinizi ifade eden beyanlarınız yer almıştı. Bediüzzaman’ın hangi yönlerinden etkilendiniz? Size göre Said Nursî nasıl bir âlimdir?

1946 yılında 15 yaşındayken Mısır’a, Ezher Üniversitesi’ne tahsil için gitmiştim. Orada on yıl İslâmî ilimlerin tahsilini yaptım. O zamanlar Dâru’l-Kutubi’l-Mısriyye; Mısır Kitapları Yayınevi’ne sıkça uğruyordum. Ezher’de derste olmadığım zamanlar burada kitap okuyordum. İslâm dünyası ile ilgili yayınları takip ediyordum. Bir gün Celal Nuri’nin “İttihâd-ı İslâm” adlı kitabı dikkatimi çekti. Said Nursî’den söz eden o kitaptan çok istifade ile etkilendim. O zamanlar Emin Saraç ve Nihat Yazar gibi Ezher’de İslâmî ilimler tahsil eden Türkiye’den çok sayıda talebeler vardı. Ayrıca o zamanlar orada M. Kemal’in yurt dışına sürgün ettiği Osmanlı’nın son Şeyhülislâm’ı Mustafa Sabri de vardı. Ezher’deki hocalarımız bizi onunla bayramlaşmaya götürürlerdi. Zahit el-Kevserî, Şeyhülislâm’ın vekili idi. Said Nursî’yi Türkiye’den Ezher’e gelen talebelerinden öğrendim. Onun Şam’da Emevî Camii’nde okuduğu bir hutbesi meşhurdur. İslâm âleminde öne çıkan Hindistanlı Mevdudî, Muhammed İkbal gibi tanınmış âlimleri önemsiyordu.

Özellikle Muhammed İkbal’den çok etkilendim ve hakikatin yolunu onun irşadı ile buldum. Ebu’l-Hasan en-Nedvî son demlerinde Muhammed İkbal’e gitmiş. İkbal ona, “Siz Türkiye’deki âlimlere gidin. Onları dinleyin” demiştir. Ben de bundan çok etkilendim. Ezher’deki Türkiyeli öğrencilerden Said Nursî’yi öğrendim, onunla alâkalı dokümanları inceledim. Onun, “Avrupa bir İslâm devletine hamiledir. Osmanlı devleti de bir Avrupa devletine hamiledir. Bir gün gelecek karşılıklı olarak doğuracaklardır” sözü beni çok etkilemişti. Said Nursî âlimlerin en büyüklerindendir. Onun ehl-i keramet bir âlim olduğu anlatılır. Hapiste iken onu Cuma namazında ön safta görmüşler, polisler hapse gittiklerinde onu hücresinde bulmuşlar. Mısır’da hukuk okurken bunu duyan bir talebe Türkiye’ye dönünce Said Nursî’yi ziyarete gitmiş, elindeki tesbihi masaya bırakmış. Ondan, dokunmadan tesbihi hareket ettirmesini, böylece bir kerametini izhar etmesini istemiş. Said Nursî ona şöyle demiş:

“Kardeşim, senin durumun şu misale benzer: Bir baba oğlunu mücevherat dükkânına, ona bir mücevher satın almak için götürmüş. Çocuk oradaki mücevherler yerine, babasından tavana asılı olan balonları satın almasını istemiş. Senin bu vaziyetin o çocuğa benziyor. Ben sana Kur’ân’ın mücevherat dükkânından mücevher takdim etmek istiyorum. Sen benden basit bir talepte bulunuyorsun” demiş. Ben Türkiye’ye gelmeden önce Said Nursî’yi ve eserlerini biliyordum. O, dünya Müslümanları tarafından bilinen, onlara meçhul olmayan bir şahsiyettir.

Cevdet Said kitapları

Ademin Oğlu Habil Gibi Ol, Ademoğlunun İlk Mezhebi, Bir Çıkış Yolu, Bireysel ve Toplumsal Değişimin Yasaları (Arapça), Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları, Değişim Rüzgarları olarak sayılabilir. 

https://kidega.com/yazar/cevdet-said-105411/

 



17 Ekim 2018 Çarşamba

SANAT DENİLİNCE...

07.02.2015 tarihinde, sabaha karşı saat 03.00-04.00 arası yazdığım, paylaştığım bir yazı...


SANAT

Yıllar önce, kitap yazmaya karar verdiğim sırada bir arkadaş ortamında bir adamla tanışmış ve ona; öğretmenlerimin beni çok beğendiklerinden, ses oyunculuğumu başarılı bulduklarından, ayrıca yazmayı düşündüğüm öyküyü de (roman) beğendiklerinden bahsetmiştim. Aynı sıralarda bir başka arkadaşımız da müziğe karşı olan duyarlılığından, hatta (burada ismini vermek, kendisini deşifre etmek istemiyorum) ünlü bir ses sanatçısı ile tanıştığından ve birlikte gitar çaldıklarından bile bahsetmişti… Sanata önem veren bir birey olarak ben kendi adıma çok sevinmiş ve o arkadaşa destek vermiştim, tabii o da bana…


Üreten insanı severim. Aradan birkaç zaman geçti ve bu süre zarfında bahsettiğim, arkadaş ortamında tanıdığım o adamı gördüm yine; sürekli etrafımızda olup hiç konuşmuyor ve bizden uzak duruyordu. Mesafeli duruşu, rahatsız edici bakışlarıyla ortamı da geriyordu. Bizde buna bir anlam veremiyorduk; ancak sonrasında anladık ki sebebi kıskançlıkmış. Bir gün karşımıza çıktı ve dedi ki “Sanat kelimesinin anlamını bilmeyen insanlarsanız, bence sözlüğü açıp bir okuyun!” Yasemin F. Kılıçaslan


Şaşırdık tabii ve bende ona dedim ki “Sanat, insanın yeteneklerinin sonucu ortaya çıkan bir eser; bir resim, bir kitap, bir tiyatro, bir şarkı, vb… emek verilen bir olgudur ve belli ki siz bunlardan yoksunsunuz, olanı da hazmedemiyorsunuz…”

Şu sözü hatırlarım hep: “Emeğin değerini, emek vermesini bilenler anlar.”

Böyleleri ile öyle çok karşılaştık ki gerek yakınımızda gerekse uzağımızda; takdir edilmek şöyle dursun; küçümsemeye ve belki de içten içe besledikleri kıskançlığı, çekememezliği kusmaya ça1ıştılar. Ama bir şeyi unuttular; amaçsız, hayalsiz bir gelecek olamaz; bu dünyaya geliş gayemizi unutmamalı, yeteneklerimizi göz ardı etmemeli, duygu ve isteklerimizi, hayallerimizi ve de yeteneklerimizi harcamamalıyız… 

Kesinlikle uzak durduğum insan türü; “İyi ve doğru işler yapmaya çalışan insanları nedenli nedensiz yargılayan, yaptıkları işleri beğenmeyen, küçümsemeye kalkan ve ayakları takılıp düşsün diye önlerine çeşitli engeller koymaya çalışan kimseler; ne büyük hayâsızlık, ne büyük zalimliktir ki bunu yaparken yüzleri bile kızarmıyor!


Böyle insanlarda şunu fark ettim; hayatta bir amacı olmayan, özgüveni gelişmemiş, velhasıl hayata tutunmayan, tutunamayan ya da tutunmak istemeyen kişiler, başkalarının da başarısını görmek istemiyorlar. Tembel bir öğrencinin, başarılı bir sınıf arkadaşının aldığı yüksek notu kıskanması, ona kötü lâkaplar takması gibi… 

Yine birkaç yıl önce kendi aramızda hatıra fotoğrafları çektirdik; o gün derse gelmeyen ve bunun sonucunda fotoğraf çekimine katılamayan ve daha sonra çektiğimiz fotoğrafları gören bir arkadaşımız çıktı, dedi ki (kendine değil de pahallı fotoğraf makinesine güvenen biriydi) “Benim olmadığım nereden belli, fotoğrafların kalitesinden…”


Bende ona dedim ki “Marifet fotoğraf makinesinde değildir, fotoğraf çekmek her şeyden önce bir sanattır…” 


Ve bu sözüme herhangi bir karşılık gelmedi… 

GÖRSEL ESTETİK Ders Kitabı’nın ana sayfasında gördüğüm, okuduğum ve gerçekten de çok etkilendiğim bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Yazı, Ülkü Tamer’e ait olup Ara Güler’in fotoğrafçılık ile ilgili sözlerinden ibarettir ve öyle güzel anlatmış ki…



Ne zaman Ara Güler'in adı geçse, aklıma bir olay gelir önce. 
1980'lerin başıydı. Yayınevi yöneticiliği yaptığım dönem... Günün birinde Ara heyecanla daldı odama.
"Ülkü," dedi, "bir kitap hazırladım. Fotoğraf albümü. Hemen bas. Bir milyon satacağız."
"Sen çıldırdın mı?" dedim. "Gazeteler bile bir milyon satmıyor."
Ara hemen yanıtı yapıştırdı:
"O zaman beş bin garanti."

Kitabı bin beş yüz bastık. Yayıncılık yıllarımda bana en büyük kıvanç veren kitaplardan biri oldu.
Bir gün yine heyecanla geldi. Bu kere burnundan soluyordu.
"Hayrola?" dedim.
"Ne adamlar var... Bana soruyorlar. ‘Sen ne marka makineyle fotoğraf çekersin?’ diye. Fotoğraf makineyle mi çekilir! Şimdi en iyi, en gelişmiş daktilo bende olsa en büyük yazar ben mi olurum! Roman daktiloyla mı yazılır!"
Bir an soluklandı.
Gözleriyle kalbini göstererek, "Arkadaş," dedi, "fotoğraf burayla, burayla çekilir. Ben Singer dikiş makinesiyle bile fotoğraf çekerim... Şunlara bak. Alıyorlar Leica'yı, Canon'u, Nikon'u ellerine, yola düşüyorlar. Bir köylü mü gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Koyun sürüsü mü gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Çadır mı gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Ben bir çobanın fotoğrafını çekeceksem, onunla oturmalıyım, birlikte yemek yemeliyim, gece çadırında kalmalıyım... Onu tanımalıyım. Fotoğrafını ancak ondan sonra çekebilirim."
Ara, durup dururken dünyanın en iyi fotoğrafçılarından biri olmamış...


Sabah Gazetesi’nden alınan bir makale; ders kitabımızda paylaşılmış, bende buradaki yazımda paylaşmak istedim…


Sevgiler…




Yasemin F. Kılıçaslan